Deborah Levy’nin “Bilmek İstemediğim Şeyler” (Everest yay. 1.Basım, Nisan 2019) kitabının sonunda bir dizesini alıntıladığı şair Sylvia Plath’ın (1932-1963) “Ay ve porsuk ağacı” şiirinin İngilizce aslını ve yaptığım çeviriyi paylaşmak istiyorum. İnternette birbirine benzer şekilde Türkçeleştirilmiş birkaç örnek gördüm, ama bunlar şiirsel olmadıkları gibi şiirin vermek istediği asıl anlamı da açık etmiyorlardı. İmge Kitabevi yayınlarınca 1995 yılında basılmış Ariel kitabındaki Yusuf Eradam’ın çevirisi de (s.67) poetik açıdan tatmin edici gelmedi. O yüzden şiiri, şairin yaşamsal arka planını da gözeterek, anlamı açığa çıkacak şekilde kendim Türkçeleştirdim. https://seyler.eksisozluk.com/sylvia-plathin-ariel-kitabindaki-iki-siirde-annesine-yaptigi-muazzam-gonderme linkinde verilen ipuçlarının ışığında; Plath’ın annesinin adının Aurore- ay denizanası- anlamına gelmesi; bu hayvanın yaralandığında durmadan kendi kendisini yenileyebilmesi, şiirin içindeki ay ile simgelenen anne imgesi bu şiirin, şairin annesi ile olan sorunlarını aktarmak için kaleme alındığı düşüncesini pekiştirdi. Porsuk ağacı da şiirde hem çirkin bir kuklaya benzetilen hem de hırçın ve küstah ay ile simgelenen annesinin karşıtı bir simge olarak kullanılmaktadır, annesinde gördüğü iyicil yana da işaret ediyor olabilir. Plath erken yaşta babasını kaybetmiştir. Onun kaybı dolayısıyla mahrum kaldığı baba/erkek şefkatine yakılan ağıta da karşılık gelebilir. Böylelikle “ay ve porsuk ağacı” iki benzemez, birbirinden uzak parça, erkek&kadın, şifa verici&zehirleyici olarak bir bütünü ya da Jung’un bilinçdışı arketiplerden olan anima&animus’u imliyor olabilir. Çünkü bu ağaç çok görkemli oluşu ve şifa verici özellikleri yanı sıra meyveleri çekirdeği çıkarılmadan yendiğinde zehriyle insanı öldürebilen bir ağaçtır.
AY VE PORSUK AĞACI
Sylvia Plath
Hafızamın bir gezegen gibi soğuk
Ve mavi ışığı içinde siyah ağaçlar
Ayaklarıma sürünerek
Sanki tanrılarıymışım gibi kederlerini fısıldıyordu bana otlar
Çektikleri acılardan ayaklarım karıncalanıyordu
Ben varılacak neresi vardı bilemezken
Mezar taşlarının evimden ayırdığı ruhlar
Sislerin dumanları içinde oturuyordu
Ay bir kapı değildir
Onun üzgün yüzü parmakların boğumları gibi beyaz
Korkunç bir suçun sessizliğine bürünerek
Denizi peşinden sürükler
Ben umutsuzluğun şaşkınlığı içinde yaşarım
Pazarları iki kez çalan çanlar gökyüzünü ürpertir
Dirilişi onaylarlar sekiz büyük dilde
Hepsi de aklı başında olarak kendi adlarını haykırır
Büyük bir gürültüyle
Gökyüzüne uzanır ve tanrıyı işaret eder porsuk ağacının Gotik şekli
Dua eder gibi bakar yukarı
Ve ay’ı bulur
İşte o ay annemdir benim. Meryem gibi tatlı bir kadın değildir
Mavi giysilerinden salıverirken üstüme doğru
küçük yarasaları ve baykuşları
Onun yüzünde çirkin bir kuklanın yüzünü açık eder mumlar
Eğilmiş yüzüme bakarken nasıl inanabilirim ki şefkatine
Düştüğüm yol uzundu
Yıldızların mavi ve gizemli yüzleri üstünde
Çiçek açıyordu bulutlar
Ellerinden ve yüzlerinden kutsallık taşan masmavi azizler
Kilisenin soğuk sıraları üstünde uçarcasına yürüyordu
Ama küstah ve hırçın ay ne bunları görebildi
Ne karanlığıyla söylediklerini
Ne de sessizliğini işitebildi porsuk ağacının
(Türkçeleştiren: Zehra Betül Yazıcı, 2021 Aralık)
“The Moon
And the Yew Tree”
Syliva Plath
This is the light of the mind, cold and planetary.
The trees of the mind are black. The light is blue.
The grasses unload their griefs at my feet as if I were God,
Prickling my ankles and murmuring of their humility.
Fumy spiritous mists inhabit this place
Separated from my house by a row of headstones.
I simply cannot see where there is to get to.
The moon is no door. It is a face in its own right,
White as a knuckle and terribly upset.
It drags the sea after it like a dark crime; it is quiet
With the O-gape of complete despair.
I live here. Twice on Sunday, the bells startle the sky –
Eight great tongues affirming the Resurrection.
At the end, they soberly bang out their names.
The yew tree points up. It has a Gothic shape.
The eyes lift after it and find the moon.
The moon is my mother. She is not sweet like Mary.
Her blue garments unloose small bats and owls.
How I would like to believe in tenderness –
The face of the effigy, gentled by candles,
Bending, on me in particular, its mild eyes.
I have fallen a long way. Clouds are flowering
Blue and mystical over the face of the stars.
Inside the church, the saints will be all blue,
Floating on their delicate feet over cold pews,
Their hands and faces stuff with holiness.
The moon sees nothing of this. She is bald and wild.
And the message of the yew tree is blackness –
blackness and silence.