Dr. Diyet Uzmanı Esin fieker’in bilgisayarına gelen “Kars Tıp Günleri (beslenme ağırlıklı)” konulu ileti ile başladı Kars gezimiz. Dr. Özbilgin çiftinin (Dr.Nuran Özbilgin Kars doğumlu) de katılımıyla Güzelyalı feribot iskelesinden başlayan gezimize odaklandık. Tüm yolculuk boyunca daha önce görmediğimiz Kars kenti ile ilgili kurumsal bilgilerimizi birbirimize aktardık. Bu söyleşi ortamında yolculuğumuzun nasıl geçtiğini anlamadan Kars havaalanında bulduk kendimizi. Havaalanına indiğimizde, Kafkas Üniversitesi’nin güleç yüzlü, genç görevlilerinin sıcak karşılamasıyla sıfır derece altındaki ısıyı hissetmedik. “Karın Beyazlığında Bilimin Aydınlık Yüzünde” Kars’a hoş geldiniz sloganı ile karşılandık. Otelimize yerleşip kısa bir süre dinlendikten sonra Kars’a özgü Baltık mimarisi özelliği taşıyan eski yapılar arasından Üniversiteye ulaştık.
Burada da tüm gezi boyunca süren sıcak, doğal, içtenlikli karşılamayı yeniden yaşadık. Tıp günleri açılış konuşmalarından sonra “Tıpta Eğitim” konulu nitelikli paneli izledik. Akşam açılış kokteylinde yeni tanışmalar ve eski dostlarla özlem gidermeler yaşandı. Salonun uğultusu içerisinde net göremediğimiz bir köşesinden gelen klasik batı müziği bizi kendine doğru çekti. Uzun süre beklemeden kendimizi müzik çalınan köşede bulduk. 18-20 yaşlarında iki erkek ve bir kız sanatçının çaldığı piyano, viyolonsel ve yan şütün oluşturduğu üçlü. Dinlenmek için ara verdiklerinde, çaldıkları nitelikli müzik için onları kutladıktan sonra Kars’a nereden geldiklerini sorduk. Kafkas Üniversitesi Konservatuvarı öğrencileriyiz yanıtını alınca, dördümüzün ağzından koro şeklinde “burada klasik batı müziği konservatuvarı mı var!” sözcükleri döküldü. Ertesi gün ilk iş olarak konservatuvar binasını gezmek için sözleştik.
İkinci günün sabah kahvaltısında katılmamız gereken oturumlar dışında, dört günlük gezi programımızı hazırladık. İkinci günümüz kent içini tanımakla geçti. Kars kentinin adı Türk boyu Karsak’lardan gelmektedir. M.Ö. 130-127 yıllarında Kafkasya’dan gelerek Kars çevresine yerleşen Karsaklar kente bu ismi vermişlerdir. Kars en eski Türkçe il ismidir. Rus işgali döneminde Kars’ta önce Milli fiura, sonra Cenubi Garb’ı Kafkas hükümetleri kurulmuştur.
1877-1878 Osmanlı-Rus savaşı sonunda 40 yıl Rus işgalinde kalan Kars’ta Ruslar 1878 yılından 1918 yılına değin şehirde yeni bir mimari çalışma başlatmıştır. Askeri il olarak ilan ettikleri Kars’ta Osmanlı döneminde yerleşilen kale içini terk ederek bugünkü Yusuf Paşa, Ortakapı ve Cumhuriyet Mahalleleri’ne yerleşilmiştir. Yeni kent planını 1890 yılında Hollanda’dan getirdikleri uzmanlara yaptırarak imar çalışmalarını sürdürmüşlerdir. Gezimizi kolaylaştıran kent planı, birbirini dik kesen ızgara planlı caddelerden oluşmaktadır. Bu geniş caddelerin üzerine 1890-1917 yılları arasında Baltık mimarisi tarzında düzgün kesme bazalt taşlarından, çoğunlukla tek veya iki, seyrek olarak da üç katlı binalar yapmışlardır. Binaların giriş cepheleri, yalancı sütunlar ve bordür kabartma taşlarla süslenmiştir. İç mekanlarında genel olarak uzun bir koridor çevresinde iç içe açılan salon ve odalar vardır. Binalarda en çok dikkatimizi çeken peç isimli ısıtma sistemiydi. Salondaki peç şöminesi içerisinde kömür veya odun yakılarak elde edilen ısı iç mekan duvarlarından geçirilen borularla binanın tümünü ısıtabilmektedir. Günümüzde Baltık mimarisi özelliği taşıyan koruma altına alınmış 101 bina vardır. Binaların büyük bir bölümü konut olarak kullanılan özel mülkiyet şeklindedir.
Dörtlü gezi grubumuz özel kaldırım taşı döşeli geniş caddelerin iki yanındaki eski taş binalarını izleyerek Kars Kalesi’ne doğru yöneldi. Kaleye tırmanan dik ve karlı bir yol vardı. Taş binaları, özellikle konservatuvar ve Orhan Pamuk’un “Kar” romanında adı geçen Kar Oteli binasını konuşarak kaleye tırmanma yolunun başına geldik. Tırmanmadan önce Kars Kalesi’nin güney eteğinde kale içi mahallesinde yer alan Kral Abbaş tarafından M.S.932-937 yılları arasında yaptırılan eski Havariler Kilisesi’ni gezdik. Bu kilise de yöreye özgü düzgün kesme bazalt taşlardan yapılmıştır. Kaleye çıkan yolda yükseldikçe Kars, derece derece kuşbakışı görülür duruma geliyordu. Yüksek bir tepede bulunan Kars Kalesi M.S. 1153 yılında Selçuklular tarafından yapılmıştır. 1386 yılında Timur tarafından yıkılan kale 1579 yılında Osmanlılar tarafından yeniden inşa edilmiştir. Kalenin dış cephe surları kesme bazalt taştan oluşmaktadır. Kale doğu-batı yönünde 250 metre, kuzey-güney yönünde 90 metre boyutlarındadır. Üç büyük kapısı vardır. Kale burcuna geniş bir caddenin devamı olan taş döşemeli merdivenlerle ulaşılmaktadır. Kale burcundan bakıldığında karşı tepe üstünde görülen Ermenistan ve Kars arasında ışık gösterisiyle iletişim kurulabilecek iki dev insan heykelinin etkileyici bir görünümü vardı. Kalenin güney eteğinde demiryolu, karayolu ve bir çayın geçtiği vadide karın doğal beyazlığında görülen, günümüzde Kafkas Üniversitesi’nin bir bölümü olarak kullanılan kırmızı kiremitli çatılar dizisi görsel ve fotoğrafik açıdan oldukça etkileyiciydi.
Kale gezisi süresince saatlerdir yağan kar, siz uzaktan geldiniz Kars’ı kuşbakışı görün der gibi kesilmişti. Kaleden inişimiz çıkışa göre oldukça kolaydı. Kent içine ulaşınca yürüyüşümüzü kaldığımız yerden sürdürdük. Önümüze çıkan Kars’ın peynir ve balını satan bir dükkana girdik. Karşılaştığımız tüm Kars’lılarda olan derin, içten ve doğal bir sıcaklıkla karşılandık. İkram edilen peynir ve çaylar bize ne denli acıktığımızı anımsattı. Kars kaşarını ve özellikle nitelikli sütten yüz günde üretilen, üretim sürecinde hata kabul etmeyen Kars gravyerini severek yedik. Peynir ve bal peteği fotoğrafı çekerken dükkan içi düzenlerini bozacak derecede bize yardımcı oldular.
Fidan Atmaca’nın Japonya’dan 1988 yılında aldığı yerel tasarım ödülünden sonra Damal ilçesinde (eski Kars ilçesi, yeni Ardahan ilçesi) oyuncak Damal bebekleri üretilmeye başlandı. fiimdi 60 yaşında olan Fidan Atmaca 13 yaşında bu bebekleri yapmaya başlamış. Damal ilçesi Orta Asya’dan göç eden Türkmen boylarının yerleşim alanı. Yöre kadınlarının yerel kıyafetleri Orta Asya Oğuz Türk’lerine dayanıyor. Dünyaca ünlü olan Damal bebeklerinin giysileri bu yerel kıyafetlerden oluşmaktadır. İnternette okuduğumuz Fidan Atmaca ve Damal Bebek öyküsü bizi çok etkiledi. Bu bebeklerin satıldığı yerden Çocuk Hastalıkları Uzmanı Dr.Nuran Özbilgin’in oyuncak bebek koleksiyonu için çeşitli giysili bebekler aldık.
Akşama doğru, daha sonra Ani Ören yerine gideceğimiz Kars halkının sıcak, canayakın, özverili özelliklerini taşıyan bir taksi şoförüyle rastlantısal olarak tanıştık. Yörede sık görülen “Sindirim Sistemi Kanserleri” panelini dinlemek için bizi Kafkas Üniversitesi Kongre Merkezi’ne götürdü.
Akşam yemeğinde bir sürpriz bekliyordu bizi. Kars kazı eti yemeği ve Kars halk müziği. Kaz eti kültürü Kafkaslara özgü bir gelenektir. Doğu Anadolu bölgesinde yaygın olan bu gelenek Kars’ta daha yoğundur. Özellikle teknolojinin yetersiz olduğu dönemlerde ve günümüzde kaz eti tuzlanıp kurutularak uzun süre saklanabilmektedir. Kar gören kazların etleri daha lezzetlidir. Etinden başka, bağırsağı, karaciğeri, kafası ve ayakları da tüketilmektedir. Kesilen kazlardan kazı olmayanlara et gönderilir. Buna “kaz payı” denir. Soğuk ortama dayanıklı olan, meralarda otlatılarak yetiştirilen kazlar, hırsıza karşı alarm hayvanı olarak ve yabancı ot mücadelesinde de kullanılmaktadırlar.
Kars halk müziği eşliğinde yediğimiz kaz eti biraz yağlı ve tuzlu oluşu dışında çok lezzetliydi. Kaz eti sonrası çayla sunulan yöreye özgü keteyi de çok sevdik. Kars halk müziğini ve oyunlarını sunan tüm kişilerin Kafkas Üniversitesi öğretim üye ve öğrencileri oluşu bizi hem şaşırttı hem de gururlandırdı.
Üçüncü gün yoğun kar yağışlı bir gün olarak başladı. Taksi şoförümüzle Cilavuz Köy Enstitüsü ve Ani Ören yeri gezisi için yola çıktık. Dr. Aydın’ın hazırladığı Kars kaşarlı sandöviçlerimizi ve içeceklerimizi yanımıza aldık. İlk durağımız Cilavuz (yeni adı suyu bol olmasına karşın Susuz) Köy Enstitüsüydü. Yoğun kar yağışı ve karlı zemin olağanüstü güzellikteydi. Yağan karın oluşturduğu tül perdesi arkasında enstitünün taş binaları çok gizemli ve büyüleyici olarak görülüyordu. İlk iş olarak Dr. Nuran’ın anne ve babasının köy enstitüsü öğretmenliği döneminde yaşadıkları lojman evini İzmir’de yaşayan annesinin telefon yönlendirmesiyle bulduk. Bu an duygusal yoğunluğu baskın bir andı. Kar taneciklerine karışan birkaç damla yaşın gözümüzden aktığını hissettik. Zaman kaybetmeden Kars’a Ani Ören yerine doğru yola çıktık.
Kars’a 42 km. uzaklıktaki Ani Antik ticaret kenti ortaçağda tarihi ipek yolu üzerinde kurulmuştur. Türkiye-Ermenistan sınırını ayıran Arpaçay nehrinin derin vadisindeki volkanik tabaka üstünde kurulmuş bir kenttir. Beşbin yıllık bir yerleşim merkezidir. İpek yolunun Anadolu’ya ilk giriş noktasında M.S. 964 yılında Bagratlı kralı Aşot tarafından yapılan ilk sur sistemi ile kent özelliği kazanmıştır. Toplam 4,5 km uzunluğundaki surlar içerisinde camiler, kiliseler, saraylar, kervansaraylar ve hamamlar vardır. Anadolu’daki ilk Türk camisi olan Ebul Menucehr Camii bu bölgededir. Ani, birçok siyasi imparatorlukların (Sasani, Abbasi, Bizans, Selçuklu, Gürcü) etkisinde kalmıştır. Ümit Burnu’nun bulunmasıyla ticaretin deniz yoluna kayması sonucu 16.yüzyıl sonunda önemini kaybederek terk edilmiştir. Ani Ören yerinde günümüzde tescilli 21 adet taşınmaz mimari anıt yapı bulunmaktadır. Ayrıca yıkılarak toprak altında kalmış birçok sivil mimarlık örneği de bu bölgededir. Ani Ören yeri gezimiz üçbuçuk saat sürdü. Yerdeki ve havadaki yoğun kar yürüyüşümüzü ve özellikle fotoğraf çekmemizi çok zorlaştırdı. Genellikle Ani ile ilgili fotoğraşar karsız mevsimlerde çekildiği için karlı Ani fotoğrafı çekmenin mutluluğunu yaşadık. Ermenistan ve Ani arasındaki derin Arpa Çayı vadisi ve köprü kalıntıları bizi çok etkiledi. İki ülkenin sınırı burada birbirine o denli yakındı ki biraz geri çekilip koşarak sınır ötesine atlanabileceğini hayal ettik. Ani’nin üstümüzdeki anlamlı ve derin etkisi altında Kars’a döndüğümüzde ne denli yorulduğumuzu fark edebildik.
Üçüncü gün “Tıp Günleri” bitmişti. Tüm katılımcılar için iki seçenek vardı. Sarıkamış veya Çıldır Gölü gezisi. Altı kişi dışında tüm kişiler Sarıkamış’ı seçti. Biz donmuş ve üzerinde yolculuk yapılabilen Çıldır Gölü’nü görmeyi seçtik. Göl yüzeyindeki 2.5 m. kalınlığındaki buz delinerek göle özgü renkli sazan balığının ağla avlanışının fotoğrafını çekmeyi çok istiyordum. Ancak Çıldır yolunun karla kapalı olduğu haberi bizi de Sarıkamış’a yönlendirdi. Sarıkamış kış turizmi açısından 1. derecede öncelikli beş merkezden biridir. Çıbıltepe Kayak Merkezi 2900 metre yükseklikteki bir plato üzerindedir. Kars’a 54 km. uzaklıktadır. Havaalanına 40 dakikalık mesafededir. Yılda 4 ay süreyle kayak için uygundur. Çevresinde bu yöreye özgü yüksek yerlerde yetişen sarıçam ormanları vardır.
Zaman azlığından kayamamanın ezikliği içinde telesiyejle zirve turu yaptık. Tur sonrası 6 kişilik Çıldır grubu Sarıkamış’a çok acıkmış olarak döndük. Kendimizi yörenin tanınmış Cağ Kebabı lokantasında bulduk. Lavaş pide ve cağ kebabı birlikteliği uyumlu ve lezzetliydi. Sarıkamış’a gelip de “Sarıkamış Obsidyeni” veya güneş enerjisi taşlarından yapılan takıları görmemek olmaz uyarısıyla bir kuyumcunun dükkanını doldurduk. Önce taşlar hakkında bilgiler, sonra da taşlardan örnekler aldık. Obsidyen, süs eşyaları dışında “spa taşları” adıyla, sıcak taş tedavisinde de kullanılmaktadır. Kars’taki son gecemizde, akşam yemeğinden sonra kendimizi yoğun kar yağışı altında kentin geniş, boş, temiz havalı ve sessiz caddelerine attık. Ayaklarımız altında yöreye özgü kristal kar birikiminin çıkardığı müzikal sesi dinleyerek dakikalarca yürüdük. Kars’a indiğimiz günden beri dillerde dolaşan “kristal kar”ın özelliklerini o gece daha iyi öğrenmiş olduk.
Gezimizin dördüncü günü kongre görevlileri konukseverliklerinden ve çok yorulmalarına karşın enerjilerinden bir şey yitirmeden bizi uğurladılar.
Güzelyalı feribot iskelesine ulaşıncaya değin yol boyunca Kars konuşuldu. Çektiğimiz ilginç fotoğraf karelerini birbirimize gösterdik. Kars kentini bir de bahar ya da yaz mevsiminde görmemiz konusunda sözleşerek ayrıldık.
Dr. İsmail Şeker