Rahmetli anneannem her gün gazetesini okur ve radyoda ajans dinlerdi. Doksanlı yaşlarında bile değişmedi bu alışkanlığı. Belli ki haber almak, yaşadığını hissettiriyordu
Rudolf Virchow’un “sağlığı politik bir bilim” olarak tanımlamasının üzerinden neredeyse iki yüzyıl geçti.
1848 yılının o soğuk Prusya kışında, Yukarı Silezya’da büyük bir tifüs salgını patlak vermişti. İşçiler birer birer ölüyorlardı. Ölümler binlerle ifade edildiğinde, yönetim nihayet konuyu değerlendirmek gerektiğine karar verdi. Virchow ölümleri değerlendirecek komisyonun başkanı olarak görevlendirildi. Virchow’un ünlü bir patalog olmasına yol açacak keskin gözleri binlerce can alanın sadece tifüs olmadığını hemen anladı. Madenciler, eğitimsizdi, yönetimlerin baskısı altındaydılar ve son yıllar büyük bir kıtlık içinde geçiyordu.
Bugün hâlâ sağlığın sosyal belirleyicilerine ışık tutan raporunda, Virchow, topluma yönelik hizmetlerin gereksinimine vurgu yapar ve temel çözüm için eğitimle birlikte özgürlük ve refahı öne çıkarır. Bu yüzden de sağlığı politik bir bilim olarak tanımlar. Ona göre tıp, tümüyle demokratik, refah tabanlı bir topluma dönüşümdeki politik sürecin parçası olmalıdır.
“Doktorun görevi, yoksulların doğal avukatı olmaktır.”
Bu görüşler, bundan yıllar sonra bir iktisat ve felsefe profesörüne Nobel Ekonomi Ödülü’nü kazandıracaktır.
Amartya Sen, “kalkınma” üzerine geliştirdiği kavramlar arasında özgürlük kavramını sağlık hakkı üzerinden de tartışır. Çok partili demokrasi, özgür basın, vatandaşların görüşlerini özgürce dile getirmesi, kişisel ve politik hakların güvence altında olmasının önemine değinir; sağlığı bu yaklaşımın değerli bir çıktısı olarak tanımlar. Bunu da tıpkı Virchow gibi “açlık” üzerinden örneklendirir.
1958-61 yılları Çin’de “büyük açlık dönemi” olarak bilinir. Zaman yeni yönetimin başarı öykülerinin yazılma zamanıydı. Özellikle de tarımsal ve kırsal ekonomik politikalarını başarılı göstermek önemliydi. Üretim düşmüş, ambarlar boşalmıştı. Milyonlarca insan kırsalda açtı. Ölümler başladı, hızla arttı; ancak kıtlık üç yıl boyunca gizlendi, görünür kılınmadı ve bir yanıt da geliştirilmedi.
Bu dönemde, resmi rakamlara göre 15 milyon, araştırmacılara göre ise 36 milyon insan açlıktan öldü. Günümüzün Kanada’sı ya da Polonya’sı kadar insan.
Dönemin Çin hükümetinin bu ölümlerle ilgili açıklaması “bir dizi doğal afet”ti. Dönemi inceleyen bilim insanlarının yorumunda ise bambaşka bir olaylar dizisi sorumluydu: “Bir dizi politik karar sonrasındaki sosyal afet.”
Evet, “Sağlık, politik bir bilimdir.”
Çin’in yakın zamanda, 2003 SARS salgınında da yaklaşımı bu anlamda çok eleştirildi. O dönem, hastalığın yayılışı sansürlendi. Vatandaşlar önlem ve tedavi alamadı. Hapis ile sonuçlanan medeni hak ihlalleri yaşandı. Bu öykülerde, kocasının hastalığı kendisinden gizlendiği için bir hastane odasında ona bakım veren eşinin hastalığa yakalanması ve sonrasındaki sekellerle mücadelesi benzeri çok öykü var. Korku ve tehditler nedeni ile sağ kalan 2280 kişi ancak 10 yıl sonra konuşabildi.
Sonrasında, demokrasinin koruyucu hizmetlerin kabulünden doğuşta beklenen yaşam yılının uzamasına kadar birçok olumlu etkisi literatürde yerini aldı.
Demokrasiler, özgür basın, sosyal ağlar ve baskı grupları ile bilgiye daha iyi erişim ve hükümet tarafından insanların ihtiyaçlarının daha iyi tanınmasına olanak verir. Oylar için rekabet edilir ve oy veren yoksullar akıllara gelir; iyi senaryoda bu durum kamusal faydanın yoksullarla paylaşılması ve yoksulluğun azalması ile sonuçlanır.
Bugün pandemi dünyasında bir kez daha ülkelerin yönetim biçimlerinin sağlık üzerine etkisi konuşuluyor. Ama bu sefer demokratik rejimlerin pandemi yönetiminde karnesinin zayıf notlarla dolu olduğu tartışılıyor.
Demokrasiler gerçekten de tökezledi mi? Otoriter rejimler daha sert kararları, baskı ile halklarına daha kolay uygulatıp pandemiyi daha iyi mi yönettiler?
Stanford Üniversitesinden siyaset bilimi profesörü Josiah Ober‘in yanıtı dikkate değer. Aşağıdaki bölümü Lancet’in editöryel yazısından özetliyorum:
“Ober, liberal demokrasinin göz kamaştırıcı süslemelerinden sıyrılarak demokrasinin ne olduğunu bir kez daha hatırlamamız gerektiğini söylüyor. ‘Demokratia’ iki fikri temsil ediyordu: insanlar (demos) ve güç (kratos). Demokrasi, insanların bir şeyler yapabilmesini sağlamak için yaratıldı. Ober’e ön koşullar üç tanedir: Düşünme, konuşma ve başkalarıyla ilişki kurma özgürlüğüne sahip olmak. Tüm topluma eşit olarak katkıda bulunabilmek. Ve o topluluğun her bir üyesinin haysiyetine bağlı kalmak. Ober, kısmen klasik Yunanistan’da gerçekleştirilen bu siyasi sisteme ‘temel demokrasi’, yani çeşitli yurttaşların kendi kendini yönetmesi adını verir. Bu temel demokrasi biçimi, otokratik yönetime boyun eğmek zorunda kalmadan refah ve güvenlik içinde yaşanmış hayatlar sunmaya çalıştı. Ober, temel demokrasinin ‘olumlu değerinin’ nispeten yakın zamandaki liberal dönüşümüyle gölgelendiği konusunda ısrar ediyor. Bir demokrasinin başarısı, herkesin onun refah, güvenlik ve tiranlık yapmama hedeflerine katkıda bulunmasına bağlıdır. Ober’in argümanının anlamı, vatandaşların demokratik yaşamda daha doğrudan bir rol oynaması gerektiğidir.
Ober, liberal demokrasinin bugün dünyamızın karşı karşıya olduğu karmaşık krizleri çözemeyebileceğinden endişe ediyor. Liberal demokrasi, pandemi sırasında olduğu gibi başarısız olursa, halk demokrasinin etkinliğine olan inancını kaybedebilir ve zamanla daha otoriter yönetimin cazibesine kapılabilir.”
Bu aşamada, sözü yazının asıl sahibi editör Richard Horton’a vermeliyim:
“Ancak karşı karşıya olduğumuz seçim, liberal demokrasi ile otokrasi arasında değil. Daha ziyade, demokrasinin hala güvenlik, refah, özgürlük, eşitlik, haysiyet, eğitim ve sağlık dahil refahı sağlayabilen liberal olmayan bir versiyonunun var olduğunu anlamaktır. Demokrasinin değeri liberal biçiminde değil, çok daha temel bir şeyde yatıyor. Popülist ve totaliter rejimlere karşı savunmamız gereken şey tam da budur.”
Bu tartışmadaki önermeler beni çok etkiledi.
Öncelikle, “vatandaşların demokratik yaşamda daha doğrudan rol almaları”. Önümüz seçim. Hepimizin yaratabileceği bir fark var: Elbette oyumuzu kullanmak ve mümkünse siyasi oluşumlarda yer almak.
“Tüm topluma eşit olarak katkıda bulunabilmek” ve “topluluğun her bir üyesinin haysiyetine bağlı kalmak”, ise bana liyakati hatırlattı. Yakın zamanda, İran Sağlık Bakanlığının üst düzey yetkililerinin içinde olduğu bir bilimsel skandal yaşandı. İran kökenli 58 makale dergilerin editörleri tarafından geri çekildi. Öylesine bir sahtecilik şebekesi kurulmuştu ki, BMC grubu yayın politikasında değişiklik yaptı, kontrolleri sıkılaştırdı. Nature dergisinin yorumu ise, çok çarpıcıydı:
“Bu konuda yeni örneklerin artması… İran rejimine bağlı olarak reform görüşlü bilim insanlarının uzaklaştırılıp politik atamalar yapılmış olmasının bir sonucu mu olduğu sorularını akla getirmektedir.”
Son olarak, “düşünme, konuşma ve başkalarıyla ilişki kurma özgürlüğüne sahip olmak”.
Nasıl bir yaşam istediğimizi hakkında düşünmek, başkalarıyla tartışmak ve bu konuda üretmek. Şu sıralar bunun çok iyi bir örneğinin canlı tanığıyım. Forum Sağlık 2023 Platformu. Platform, “Cumhuriyet’in yeni yüzyılında nasıl bir sağlık sistemi?” sorusuna odaklanıyor. Türkiye’de daha iyi bir sağlık sistemi isteyenlerin kendi aralarındaki sohbeti, birkaç ay içinde 400’e yakın kişiyi bir araya getirdi ve Forum Sağlık 2023 Platformuna dönüştü. Kurumlardan bağımsız, yaş, meslek, unvan sınırlaması olmadan, tek tek bireylerin kendi sözünü söyleyebileceği, tecrübelerini, hayallerini, önerilerini paylaşabileceği forumun ana mekânı dijital: https://saglik2023.org/ Buradan yürütülen tartışmalar ise sadece forum katılımcılarının değil herkesin izlemesine, katkı sunmasına açık.
Bu paylaşım ortamları çok değerli.
Haber alma çok değerli.
Boşuna değil Zeus’un en sevdiği tanrısının Hermes olması. Üç kere kutsanmış haberci tanrı: “Hermes Trimegustus.”
Boşuna değil, Helios’un kızı, Kirke’nin adası Aiaie’de onun getireceği haberleri beklemesi.
Ve şimdi daha iyi anlıyorum çocukluk döneminin bir anısını:
Rahmetli anneannem her gün gazetesini okur ve radyoda ajans dinlerdi. Doksanlı yaşlarında bile değişmedi bu alışkanlığı.
Belli ki haber almak, yaşadığını hissettiriyordu.
“Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız,
yani, beyaz masadan,
bir daha kalkmamak ihtimali de var.
Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini
biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına,
hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden,
yahut da sabırsızlıkla bekleyeceğiz
en son ajans haberlerini.”
Nazım Hikmet
Kaynaklar
- Franco A et al. Effect of democracy on ehalthÇ ecological study BMJ 2004: 329:1421.
- Meng X, Qian N, Yared P. The Institutional Causes of China’s Great Famine, 1959–1961. Review of Economic Studies (2015) 82, 1568–1611.
- Ruger JP. Democracy and health. 2005 April ; 98(4): 299–304.
- Hesketh T, Zhu WX. Effect of restricted freedom on health in China. BMJ 2004;329:1427.
- https://www.bmj.com/democracy-and-health
- Horton R. Offline: Is democracy ggo for your health?
https://www.thelancet.com/journals/lancet/article/PIIS0140-6736%2821%2902747-1/fulltext
- Wilson SL, Wiysonge C. Social media and vaccine hesitancy. BMJ Global Health 2020;5:
- Madeline Miller. “Ben Kirke”. İthaki yayınları.
Pınar Okyay
Alıntı: t24.com.tr