Ben iyiyim, yalnızca çok öfkeliyim. O öfkeyi bilhassa soğutmuyorum, o öfke bir mücadelenin yakıtı olacak. Bu coğrafyada bu salgınlı zamanda yaşamak, bu sabah mayına basan ben olmayayım diye dua ettiğimiz mayınlı bir tarlada yürümek gibi
Felaketlerin daha çok insan eliyle oluştuğundan neredeyse emin olan, benim de artık çok haklı bulduğum ninem, evdeki radyodan yankılanan felaket haberlerini dinlerken “Şu insanoğlunda kuş kadar akıl var mıymış” derdi.
Birinci ve ikinci dünya savaşını, veremi, sıtmayı, yokluğu yaşamış; doğurduğu bebelerin çoğunu yaşatamamış ninem çok doğru demiş.
Sosyal medya takipçilerimden biri, bir türlü çıkamadığımız pandemik girdap için “Dinazorlar dünyaya çarpan taştan, insanoğlu da akılsızlıktan yok oldu diye yazacak tarih” dedi.
O vakit tarih yazacak kimse kalır mı bilemem. Ama ben neredeyse her sözüne yapışıp şiirleriyle büyülendiğim Murathan Mungan’ın şu sözleri hangi durum için söylediğine dair bir küçük hatırlatma yapacağım. Zira adaletine bırakmazdan önce hafızanın hakikatine katılması gerekenler var.
“Hafızanın adaleti herkesi hak ettiği biçimde hatırlar. Gerisi güncelin argosu, çaresizlerin gürültüsü…”
Şiddet ikliminin neredeyse konuşan herkesin dilini kesmeye varan ilhamını nereden aldığına gelince…
Anımsarsanız şair söze şöyle girmişti:
“Bu ülkeye bir ruh iklimi armağan eden Sezen’in dilinin de, sözünün de, sesinin de hepimizde hakkı var.”
Cahil demenin cahile haksızlık olacağı, izleyebildiğim kadarıyla elebaşları sonradan sırra kadem basan bir ecinni tayfası Sezen Aksu’nun, Şahane Bir Şey Yaşamak şarkısındaki “Selam söyleyin o cahil Havva ile Adem’e” sözleri için suç duyurusunda bulunmuş, hatta evinin yakınına kadar giderek fiziksel tehdite de yeltenmiş böylece hepimize gözdağı vermeye çalışmıştı.
Görev ise şiddet iklimi yaratıp o dilleri felç etmekti.
Desen: Selçuk Demirel
O diller ne diyordu?
O diller sözü şöyle kuruyordu:
“Acısıyla, tatlısıyla
Ne şahane bir şey yaşamak
Dibe vurmak, dimdik durmak
Bin bahane, bin oyun kurmak.”
(Sezen Aksu’nun, Şahane Bir Şey Yaşamak şarkısı)
Son sözü ülkenin Cumhurbaşkanı söyledi:
“O dilleri yeri geldiğinde koparmak görevimizdir.”
Birkaç ay sonra da yaşam biçimlerini, sokaklardaki eylemlilik halini sevmediği hemcinslerime ve haliyle bana; “sürtükler”.
Belli ki bu sözlerden görev çıkaranlar, kendine bunu iş edinenler olmuş.
Şehrin sokaklarında, konuşmasını istemedikleri kadınların dilleriyle bir av oyunu kurmaya kalkışıyorlar.
Bu dil meselesinin geçmişini ve şimdisini böylece hafızanın hakikatine katalım, sonra hafızanın adaleti herkesi hakettiği biçimde hatırlayacak eminim ki.
Akıl ile ilişkili niceliksel bir veriye sahip olmadığım gibi kanaatim, pandemik girdap dahil olup bitenlerin akılsızlık ile ilişkili olmadığıdır.
Evren pandemiye tutulmazdan önce dünya adlı gezegen “vasatın evreni” diyebileceğimiz bir uçarılıktaydı.
Pandemi, var olan bencillik ve sorumsuzluğu koyulaştırdı.
Coğrafyadan coğrafyaya, mevcut kurulu düzenin adaletiyle ilintili bir değişkenlik göstermekle birlikte, seçilmişlerin pandemiyi nasıl yönettiklerine baktığınızda en iyisinin dahi seçenlerin ahlakının izdüşümü olduğunu düşünüyorum.
Seçilmişlerin en demokratları, kendine demokrat olup savaşların ateşleri ile yanan Orta Doğu ile bitimsiz salgınların aman vermediği Afrika’yı yalnızca kendi düzenlerinin sermayesine katar.
Onlar ölümleri coğrafyaya göre tasnif edip, kendi kurulu düzenlerinde dünyaya kendi ayak izlerini bırakmaktan başka dertleri olmayanlardır.
Beni ölümle tehdit etmek üzere kapıma “diller” bırakan avcı, karakoldaki ifadesinde dostluk ve barış sembolü olarak bana limonata gönderdiğini, dana diliniyse bırakmadığını iddia etmiş.
Olayın hemen sonrasında, Mesude Erşan’a verdiğim röportajdan alıntı ile:
“Yücel’in doktor olduğunu ortaya koyan herhangi bir belge, diploma vs. yok, sadece iddiaları var. Sözüm ona bitkisel kanser ilaçları, vitaminler vs. satıyor, hastaları tedavi ediyor. Bilim karşıtlarıyla aynı saflarda, bilim insanlarına saldırıyor. Kah ilk kez duyduğumuz partilerle, kah başka hareketlerin yanında duruyor.”
Bu röportajı ve ekleyeceğim iki önemli yazıyı daha okumanızı öneririm.
Ülkedeki küresel sahte bilimin izdüşümü oluşumların kodlarını çözemezsek Orta Çağ karanlığına yuvarlanırız.
Afrika’dan getirdiğini iddia ettiği bitkiler ve aslında cerrahi olmayan -burada tüm öfkeme rağmen gülmekten kendimi alamıyorum- birtakım kesici aletlerle ameliyata benzer bir şeyler anlattığı video koleksiyonuna, benim dilimi kesme niyetine dair bol aksiyonlu videoları da eklemiş.
Plaket vereni, sofrasına oturtanı, iş ortakları, reklamını yapanı, bilim insanlarını tehdit ederken eğlendirdikleri, alkışlayıp sahnede göbek havasına döneni…
Tam distopik bir film sahnesi içine, karanlık kuytularına çekiyor hepimizi.
Kolluk kuvvetleri, emniyetin tüm birimleri, büyük bir gayretle eksiksiz bir dosya hazırladılar. Ama bir tehdit olarak, tehdit ve küfürlü dilini uzatarak serbest dolaşımda.
Tarikatların, kadın düşmanlarının el etek öperek Türkiye’yi taraf olmaktan çıkarttığı İstanbul Sözleşmesi, kadın dili kesmekten hoşlananların sokaklarda serbest dolaşma ve zanlı olmaktan cani olmaya sıçradıkları fay hattı.
Sağlık Bakanı ve ilgili bakanlar dillerini yuttular.
Az kaldı zanlı iddialarına onları da azmettirici olarak katacak.
Sosyal medya hesabından yaptığı, “Bugün günlerden Külliye”, “Sırada Bakanlık” paylaşımlarına yalanlama gelmiyor.
Toplumda dengesiz ve tehlikeli kişiler var.
Onlar serbestçe dolaşabilsin diye biz tutsak alınmış durumdayız.
T24’teki köşe komşum, meslektaşım Pınar Okyay’ın 7 Ağustos tarihli yazısının başlığı şöyle:
“Retorik soru: Hayat kurtarmaya çalışan bir insanı kim öldürmekle tehdit eder?”
Belki bu sorunun cevabı, aynı röportajdaki şu sözlerimde:
“Başka mahalleden olsaydım, MY, benimle ilgili tek bir tweet atsaydı, “Esin’tiye sakladım tek kurşunu” diye yaptığı yayını bırakın, tek bir cümle sarfetseydi kendini cezaevinde bulurdu. Hatırlayın tek bir tweet atıp, hapiste olan kaç üniversite öğrencisi var.”
Dil demişken içimi yakan o şiirin hakikati de hafızanın adaletinde:
“Dilim tutuklu oğlum
seninle konuşamam
Sana diyeceklerin
gözlerimin derininde
bir de yalnız şu cümle dudağımda tekrarlanan
yüreğimdeki duygu
ses tonuma yansıyan
Kamber Ateş nasılsın?”Gülsüm Cengiz
Ben iyiyim, yalnızca çok öfkeliyim.
O öfkeyi bilhassa soğutmuyorum, o öfke bir mücadelenin yakıtı olacak.
Bu coğrafyada bu salgınlı zamanda yaşamak, bu sabah mayına basan ben olmayayım diye dua ettiğimiz mayınlı bir tarlada yürümek gibi.
Bu coğrafyada yaşamak hep güçtü, hep kaotikti ama hiç bu kadar adaletsiz değildi.
Yine de yaşamak eylemi eylemlerin en devrimcisi.
Esin Şenol
Önerilen kaynaklar:
https://www.gazeteduvar.com.tr/fonlanan-asi-karsitligi-kimi-can-derdinde-kimi-para-makale-1575308
Işın Eliçin yazdı: Aşı karşıtları nasıl “makbul vatandaş” oldu? – Yeni bir uluslararası tarikat
Alıntı: t24.com.tr