Hekim hastasıyla nasıl konuşsun?

Hekim hasta ilişkilerinde iletişimin ne kadar önemli olduğunu bizler yaşayarak öğrendik. Oysa ki bu tür konuların tıp fakültelerinde daha geniş bir şekilde ele alınması gerekiyor

Hekim hastasıyla nasıl konuşsun?

Özdemir Aktan Prof.Dr.

Hastaya kötü haber nasıl verilir? Türkiye’de hekimler bu sorunu deneyim kazandıkça, kendilerine uygun bir yöntem geliştirerek çözmeye çalışıyorlar. Aslında bu karışık bir durum, çünkü hastaların önemli bir kısmı gerçek tanıyı bilmek/duymak istemiyor ve daha da ötesi, hasta yakınları kendi aile büyüklerinin bu tanıyı duymak istemediğini düşünüyor. Tıp fakültesi derslerinde, nedense, bu konuya hiç yer verilmez.

Benim çok saygı duyduğum bir hocam ısrarla hastalar ile konuşurken kanser kelimesini kullanmamızı isterdi. Bu şekilde kanserden korkmadığımızı gösterirken hastanın da korkmamasını sağlayacağımızı öğretmişti ki son derece haklı olduğunu düşünürüm.

Bu türden konuşmalar değişik tepkiler doğurur. Gözyaşları, kızgınlık, reddetme gibi duygular birbirine karışır, ancak kısa sürede hep daha rasyonel bir davranış biçimi hakim olur. Ondan sonra da sorular gelir. Sık gelen sorulardan biri de “Dişi mi doktor bey?” sorusudur.

Hastalıklarda dişilik kavramı da Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaratılmış bir aldatmacadır ve birçok durumda hekimi kurtarır. Dişilik kavramı sadece kanserlerde değil, tüm hastalıklarda hekimi sorumluluktan uzaklaştırır. Guatr ameliyatından sonra hastalık tekrarlamışsa dişidir. Fıtık ameliyattan sonra nüksetmişse mutlaka dişidir, yani hekimin suçu da yoktur, yapacağı bir şey de. Buna bir de yüce hekimler tarafından “eti kötü” kavramı eklenmiştir ki, hastanın kendi kötü talihine rıza göstermesi dışında bir seçenek kalmaz.

Kanserdeki dişilik kavramı ise biraz farklıdır. Aslında hastanın merak ettiği, tedaviden sonra kanserin tekrar ortaya çıkıp çıkmayacağıdır. Eğer dişi ise ilerde sorun yaratabilir. Hastaların duymak istemediği cümle ise tüm kanserlerde farklı oranlarda nüksetme riskinin olduğudur. Öte yandan, “erkek” bir kanserden veya hastalıktan kimse söz etmez. Suç hep dişilerde.

Hastalarla olan iletişim sorunları arasında önemli noktalardan biri de hastalara tıpta iki artı ikinin her zaman dört etmeyebileceğini anlatmaktır. Tıpta birden fazla doğru olabiliyor. Bazı durumlarda cerrahi veya tıbbi tedavi seçenekler arasında bulunabiliyor: Bir hekimden ameliyat önerisi alırken, bir diğerinden ilaçla tedavinin daha iyi olduğunu duyduğunda hastaların, haklı olarak, kafaları karışıyor. Tedavi seçeneklerinin artıları ve eksileri karşılaştırıldığında her iki hekimin de haklı olabileceğini hastalara nasıl anlatacağız?

Safra kesesinde taşları olan bir hastaya hemen ameliyat olması gerektiğini söylemek yerine, ameliyat olmadığı takdirde neler olacağını anlatmak elbette ki hekimlik açısından gereken davranıştır. Olabilecek sorunları anlatırken de ne oranda olabileceğini anlatmak gerekiyor. Bazı sorunlarda olasılık o kadar düşük olur ki, aslında hastaların eve giderken bir trafik kazası geçirme riski daha yüksektir.

Bu yazıyı okuyan meslektaşlarım varsa birçoğu “Bu adam hangi dünyada yaşıyor?” diyecektir. Haksız da sayılmazlar. Bu dediklerimi yapabilmek için uygun bir sağlık ortamı ve hastalara ayrılabilecek geniş bir zamana gereksinim var. Daha da ötesinde, anlatılanları anlayabilecek hasta ve hasta yakınlarına gereksinim var.

Uzun uzun anlattıktan sonra hekimi kötü hissettirecek bir soru da “Hasta yakınınız olsaydı ne yapardınız doktor bey/hanım?” sorusudur. Bu soru hekimin en iyi tedavi yöntemini kendi yakınlarına saklayıp, diğer hastalara en iyisini sunmadığı hissini uyandırır. Eğer daha iyimser düşüneceksek, sorumluluk almak istemeyen hasta ve yakınlarının bunu hekimin omuzlarına yükleme çabası olarak da algılayabiliriz.

Ameliyat olacak hastalar cerrahları ile tanışıp konuşma fırsatı genelde bulurlar ama onları uyutup uyandıracak olan anestezi doktorları ile pek karşılaşmazlar. Bu konu ameliyat kararı verildikten sonra gündeme gelir ve işler yine karışır: Narkoz mu verilecek, belden iğne mi yapılacak yoksa ameliyat alanına iğne yapılarak mı sorun halledilecek tartışması bazen yorucu olabiliyor. Hastalar cerrahların kendi anestezi ekibi olduğuna inanır ve cerrah iyiyse anestezi ekibi de iyidir duygusu hakimdir. Sorumluluk haliyle cerrahın sırtındadır. Karar da çoğunlukla cerrahın tercihine bırakılır. Cerrahları en rahatlatan ise genel anestezidir. Sesi çıkmayan bir hastayı ameliyat etmekten daha iyi ne olabilir ki?

Genel anestezi kararı verildiğinde hastaların aklına “narkoz” ve bu konuda medyada gördüğü olumsuzluklar gelir. “Doktor bey, lütfen söyler misiniz bana hafif bir narkoz versinler” cümlesi de sıklıkla kullanılır. Buna cevap olarak da “anestezinin azı çoğu olmaz” demek yerine “siz hiç merak etmeyin” demek cerrahların kolayına gelir. Her ne kadar yalan olsa da hastaların duymak istedikleri cümle budur.

Hekim hasta ilişkilerinde iletişimin ne kadar önemli olduğunu bizler yaşayarak öğrendik. Oysa ki bu tür konuların tıp fakültelerinde daha geniş bir şekilde ele alınması gerekiyor. İyi sağlık hizmeti verilmesi karşılıklı saygı ile güvene bağlıdır ve bu da ancak iyi bir iletişimle sağlanabilir. Her ülkenin ve toplumun farklı etik ve ahlaki değerleri olduğundan, bu konu kitaplardan da öğrenilecek bir bilgi değildir.

Sağlıkta sorunların çözümü sıklıkla aynı noktaya geliyor: Huzurlu bir sağlık ortamı, iyi bir eğitim ve bu eğitimi uygun bir şekilde verecek öğretim elemanları gerekiyor. İşin kötüsü, her üç konuda da daha olumsuza doğru ilerliyoruz.

 

Alıntı: https://t24.com.tr/yazarlar/ozdemir-aktan/hekim-hastasiyla-nasil-konussun,31470