Tedavi edici tıp ve sağlık teknolojilerinin yalnızca tüketicisi durumundaki bir ülkede hastalanmak sağlıktan daha değerli ve adeta özendiriliyor
Yalan söylemekten daha korkunç bir şey varsa o da gerçeğin bir bölümünü söylemektir.
Yarım gerçek de yarım doktor gibi insanı canından eder. Ama ne var ki son yıllarda sağlıkta hakikatin üzerini gecenin karanlığı gibi örten tek hakikat de budur.
Hekimler ne istiyor, sorusuna “Çok para istiyor” cevabını yapıştırıyorlar.
Doğrudur, gerçeğin bir bölümü de budur.
Tıp çok zahmetli insana yaşanacak özel zaman bırakmayan bir iştir.
Avrupa’da zaten başka mesleklerden de benzer gelir elde edebilecek kişiler tıp gibi çok zahmetli, tüm hayatını yutan bir mesleği tercih etmemektedirler.
Avrupa bu eksiğini çaresizlik içinde kapılarını çalan Türk hekimleriyle gidermektedir. Ama Türkiye gibi hekimin yoksulluk sınırı altında çalıştığı benzer bir ülke yoktur.
Yaşadığımız pandemi süreci, hekimlerin yoksulluk sınırındaki ücretleri ile çalışma güçlüklerini yeterince ortaya koymuş olmalı.
Hekim arkadaşlarımız bir meslek hastalığı olan “Covid-19″dan ölürken, öleceklerini anladıkları anda çocuklarını yakın arkadaşlarına emanet ediyorlardı.
Nitekim ucu ucuna karşıladıkları çocuklarının eğitim masrafları geride kalan aileleri tarafından karşılanamaz olunca, hekim grupları devreye girip destek oldular.
Bu salgında hastalanan ve ölen milyonlarca ve yüzbinlerce insanı sokakta bırakmamak için çırpınan, başlangıçta balkonlarda alkışlatılan hekimler hiç değilse ölürken, çalışamaz hale geldiklerinde gözleri arkada kalmasın diye “Covid-19″un meslek hastalığı sayılmasını istediler.
Sayılmadı.
Pandemi için ek ödeme yapacağız hatta yaptık dediler.
Yapılmadı.
Her ne kadar son kırk yılda yeni, pahalı ve ileri sağlık teknolojileri büyük bir ivme ile gelişmiş olsalar da sağlık hâlâ emek yoğun ve insan gücüne dayanan bir sektördür.
İlk kez açıkça, sağlıkta reform adı verilen süreçte “sağlık insan kaynağı” kavramı kullanılarak hekim ve sağlık çalışanları da sermayenin dönüştürülen nesnelerinden biri olarak sağlık sermayesinden sayılmıştır.
Sağlık sermayesine dahil edilen hekim, kazanca dönüşmesi gereken ve kazandıran ucuz işgücü olmak durumundadır.
Gerçeğin tümünü bilmeyenlere ne hekimlerin ne istediğini ne elimizde patlayan sağlık sistemine ne olduğunu ne de nasıl iyileştirilmesi gerektiğini, iyileşmezse tıpkı her yaz ciğerimize dolan orman yangınları gibi hepimizi nasıl yakacağını anlatabiliriz.
Bu nedenle bir kara delik gibi hepimizi yutmakta olan ve elimizde patlayan sağlık sistemine ne olduğuna dair hakikatin hafızasından başlayalım.
2003 yılında bir Dünya Bankası fonu ve desteği ile başlatılan “Sağlıkta Dönüşüm Projesi” (SDP) kamu yararına bir reform olarak sunuldu.
Aslında sağlık geçen yüzyılın ortalarından itibaren sermayenin iştahını açmaya başlayınca, Dünya Bankası ülkelere sağlıkta dönüşüm için borç veren en büyük kuruma dönüşmüştü.
Ama başlangıçta neoliberal kapitalist sisteme en karşı olanlarımız dahi “reform” adıyla büyülenip her isteyenin istediği zaman hekim bulacağı bir projeyi ayrıcalıklı gibi algılayarak heybesine attı.
2003 yılında başlatılan sağlıkta dönüşüm ilk olarak sağlık finansmandaki düzenlemeler ile başladı.
2006 yılında, dönüşümün hemen başında sağlık finansmanı “Genel Sağlık Sigortası” başlığı altında ve tek kalemde toplanıldığındaki vaat kapsamın genişletileceğiydi.
Kimlik kartı olan herkes sistemden ücretsiz yararlanacaktı. Ancak SGK’nın (Sosyal Güvenlik Kurumu) kendi istatistik yıllıklarındaki veriler, kapsamın aksine daraldığını göstermektedir.
Son iki yılda eklenen işsizlik rakamları dahil edilmeden önce dahi her beş kişiden biri sosyal güvenlik kapsamı dışındaydı.
Aklımdan hiç çıkmayacak sayısız kötü yaşanmışlıklardan örnekleyeceğim bir tanesi “intörn” olarak tanımladığımız altıncı sınıf öğrencilerimizden biri çok hastalandığında SGK kapsamı dışında kaldığı için çare olarak ücretli dosya açtırmak isteyişimiz ama öğrencinin cebinde dosya açtıracak 30 TL’nin dahi bulunmamasıdır.
“Sağlıkta Dönüşüm Projesi”ni tamamlayan ve tüm sistemi topyekûn değiştiren düzenlemeler ile birlikte sağlık sistemi, bina ve hekimlerden oluşan, tedavi edici hekimliğin öne çıkarıldığı, tümüyle bireyselleştirilen, toplum sağlığının ve koruyucu sağlık hizmetlerinin göz ardı edildiği bir hâle dönüştü.
Elli ve altmış yaş üzeri nüfusunun yüzde elli, altmışı önemli kronik hastalıklara sahip bir ülkede koruyucu sağlık hizmetleri yerine konulan tedavi edici sağlık hizmetleri ve üretim teknolojilerinin neredeyse tümüyle yabancı sermaye kaynaklı olduğu düşünüldüğünde Dünya Bankası’nın iyi bir yatırım yapmış olduğu anlaşılıyor
Kamu hastanelerini birer işletme haline dönüştüren “Kamu Hastanesi Birlikleri” kapsamı dışında kalan üniversite hastaneleri ise iflas etmemek için kendi gelirlerini oluşturmak derdine düşürüldükleri için asli görevleri olan eğitim, araştırma faaliyetlerine ayıracak zaman bulamamaktadır.
Sağlıkta dönüşüm programı özel hastanelerin palazlanmasını destekleyen adımlarla ilerlemiştir.
Bugün, özel hastanesi olmayan il kalmamış, hasta yatağı sayıları, hastanelere müracaat sayılarında ise Sağlık Bakanlığı ve üniversite hastanelerini açık farkla geride bırakmıştır.
Sağlıkta Dönüşüm Projesini’nin sermaye için en mutlu sonu ise kuşkusuz şehir hastaneleridir
2012 yılında yürürlüğe konulan “Kamu Özel Ortaklığı” tasarısına göre Sağlık Bakanlığı’nın kendi ana hizmet binasından, toplum sağlığı merkezlerine kadar tüm binalar bu modelle yaptırılabilecek, Sağlık Bakanlığının tüm birimleri kullandıkları binaların kiracısı, tüm sağlık çalışanları da bu şirketlerin işçisi hâline getirilecektir.
Bugüne kadar yapılan 13 ihale ile belirlenebildiği kadarıyla önümüzdeki 25 yıl için 50 katrilyon liranın üzerinde bir kamu borcu oluşmuş bulunuyor.
Son üç yılda üç binden fazla doktor yurtdışına gitti.
Hekimler kara delik gibi hem kamuyu hem sağlıkçıyı yutan bu sistemde nefes alamıyor.
Türkiye’de toplam 160 bin doktor var. Bir hekime yaklaşık 500 hasta düşüyor ama aynı hastanın tekraren başvuruları hesaplanıldığında bu sayı beş bini buluyor.
Hekim sayısı Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) üye ülkelerinden daha düşük.
Ortalamada bu rakamlara ulaşabilmek için 80 bin doktora daha ihtiyaç var. O nedenle hekimler dakikalar içinde hasta bakma ya da bakmış gibi yapma basıncına uğruyorlar.
Niteliksiz sağlık hizmeti için zorlanan hekim “bitme tükenme sendromu”na sürükleniyor.
Tedavi edici tıp ve sağlık teknolojilerinin yalnızca tüketicisi durumundaki bir ülkede hastalanmak sağlıktan daha değerli ve adeta özendiriliyor.
Hekimin de fenomen olanı, gerçeğin yarısını söyleyeni ve örgütsüz olanı el üstünde tutuluyor.
Sağlık sistemine neler olduğunu bıkıp usanmadan anlatırken dilimizde tüy bitecek bilirim.
Aksi halde yarım gerçek hepimizi candan edecek.
Biri anlatacak biri duyacak biri anlayacak sistem değişecek, öznesi insan olacak başka çaremiz yok.
Yüzyıllar öncesinden “Doktor karşısında imparator gibi davranmak ne kadar zor” diyen Hadrianus’un sesi kulaklarımızı çınlatsın.
Esin Şenol
Alıntı: https://t24.com.tr/yazarlar/esin-senol/yarim-gercek,35733