Türk kolonyaları korona pandemisinden sonra dezenfektan etkisi ve hoş kokularıyla gittikçe popülerleşiyor. Türk kültüründe misafirperverlik, kişisel bakım ve temizlik gibi kavramlarla özdeşleşen Türk kolonya kültürü köklerini Doğu’daki güzel koku kültürü ve Avrupa parfüm kültüründen alıyor. Türkiye’nin kolonya markaları hem yurt içinde hem de yurt dışında büyük rağbet görüyor.
Türk kolonyaları tarihe uzanan kökleriyle tüm dünyada yankılanmaya başladı. Türk kolonya kültürü korona pandemisiyle artık tüm dünyada merak edilen bir konu haline geldi. Kolonya Avrupa’da doğmasına rağmen, asıl ününe Türk kültürüyle ulaştı.
Avrupa’da ilk olarak Almanya’nın Köln şehrinde çıkan kolonya, adını “Kölnisch Wasser” yani Almanca “Köln Suyu” isminden alıyor. Ancak, alkollü bir parfüm türü olan kolonyanın hikâyesi aslında, kitapları Batı dünyasındaki üniversitelerde asırlarca okutulan İbn-i Sina’nın buharın damıtılması yoluyla parfümü daha uzun süre saklamanın yolunu bulmasıyla başlıyor. Parfüm ve kolonyanın ana bileşenlerinden alkolün damıtılmasını ise ünlü Arap bilgini El Razi keşfetmişti. Bu keşfin ardından Macarların, Kraliçeleri Elizabeth için ürettiği “Macar suyu” Avrupa parfüm tarihi için önemli milatlardan biri olarak kabul edilmişti. Parfümün ilk formu Macar suyuyla özdeşleştiğinden Avrupalılar, alkolün içinde çözünen parfüme “Macar suyu” adını vermişti. Macar suyu aynı zamanda kolonyanın da atası olarak kabul ediliyor. İtalya’nın Floransa şehrinde bulunan Santa Maria Manastırı’ndaki rahibeler “Macar Suyu”nu “Aqua Regina” (Kraliçenin Suyu) olarak üretmeye başladı. İtalyan parfümcü Giovanni Paolo Feminis’in bu kokunun formülünü bir rahibeden öğrendiğine yönelik bir anlatı bulunuyor. Feminis Aqua Reginae’yi daha sonra Fransızca’da ‘Hayranlık Verici Su anlamına gelen “Eau Admirable”, Latincesi “Aqua Mirabilis” ve daha sonra da “Eau de Cologne” (Fransızca’da Köln Suyu anlamına geliyor, Almanca karşılığı “Kölnisch Wasser”) olarak pazarlamaya başladı. Feminis’in bir damıtma tesisi kurduğu ve burada Köln suyu ile beraber bitkisel ve yatıştırıcı infüzyonlar hazırladığı belirtiliyor. Macar Suyu böylelikle yolculuğuna “Kölnisch Wasser” ve “Eau de Cologne” olarak olarak devam etti.
Victoria Sherrow’un yazdığı For Appearance’ Sake: The Historical Encyclopedia of Good Looks, Beauty, and Grooming (Görünüş Uğruna: Yakışıklılık, Güzellik ve Bakımın Tarihsel Ansiklopedisi) isimli kitaba göre Feminis, Macar Suyu bileşimine bergamot, limon, portakal, biberiye esansı katarak kolonya üretmişti. Aynı kitapta Feminis’in yeğeni olduğu belirtilen Giovanni Maria Farina adlı bir başka İtalyan parfümcünün Feminis’ten kolonyanın formülünü öğrendiği ve kolonyanın formülünde değişiklikler yaptığı belirtiliyor. Farina’nın 1709’da Köln’de kurduğu fabrika dünyanın en eski parfüm fabrikası olarak tarihe geçti. Hem erkekler hem de kadınlara hitaben üretilen kolonyanın Köln Üniversitesi tarafından 1727’de tıbbi bir ürün olduğu belgelendi. Farina’nın torununun torunlarından Jean Marie Joseph Farina ise 1806’da Paris’te bir parfümeri açmış ve bu parfümeri Fransız parfüm şirketi Roger & Gallet tarafından satın alınmıştı. Kolonyanın Fransa’nın son kralları tarafından çokça kullanıldığı hatta Fransa İmparatoru Napoleon Bonaparte’ın her gün 3 şişeye kadar kolonya kullandığı biliniyor. Fransız Ulusal Arşivlerinde yer alan bir bilgiye göre sadece 1808’in ekim ayı için Saray tarafından 72 şişe kolonya siparişi verilmiş. Giovanni Maria Farina’nın Eau de Cologne’u günümüzde hala üretiliyor.
Kolonya Osmanlı topraklarına girdiğinde ise Türk kültüründe zaten var olan, misafiri gül suyuyla karşılama âdeti içerisinde kendisine büyük bir yer edindi. Tıp tarihçisi Rana Babaç Çelebi (Phd.C) ile yaptığımız röportaj kolonyanın, kökleri bin yıllara dayanan Türk koku kültüründe nasıl bir yer edindiğini anlatıyor.
TÜRK KOLONYA KÜLTÜRÜ, TEMİZLİK KÜLTÜRÜNÜN BİR UZANTISI
Dr. Çelebi öncelikle Türk temizlik, güzel koku ve kolonya kültürünün salgınlarla mücadeledeki önemine değiniyor. Türk kolonya kültüründen daha önemlisi Türk hijyen ve güzel koku kültürünün bulaşıcı hastalıklarla mücadelede büyük bir önemi olduğunu düşünen Çelebi, “Ayakkabıyla eve girilmemesinden, yemeklerden önce ve sonra ellerin ve ağzın yıkanmasına, sık yapılan banyolardan, evlerin düzenli olarak su ve sabun ile temizliğine; tüm bu geçmişten gelen kültürel alışkanlıklar bizleri yabancı ülkelerden ayrıştırıyor. Bunlara ek olarak evlerde yakılan buhur suları, tütsüler; antibakteriyel ve antiviral özellikleri ile öne çıkan baharatlarla kokulandırılan yemekler, şuruplarımız ve şerbetlerimiz de çok önemli.” diyor.
TÜRK MİSAFİRPERVERLİĞİNİN SEMBOLLERİNDEN
Kolonyanın hayatın birçok alanında ikram edildiğine değinen Çelebi, “Bir misafirperverlik alamet-i farikası olarak evlerde, lokantalarda ve hatta otobüslerde kolonya tutulması, bugün bir uçağa bindiğinizde ve inerken kolonyalı mendil ikram edilmesi de yine toplam hijyen ve güzel koku kültürümüzün önemli bir öğesi tabi ki.” diyerek kolonya kültürünün Türkiye’de sosyal ilişkilerdeki önemine değiniyor.
Dr. Çelebi kolonyanın öncelikle II. Abdülhamit’in imzaladığı ticari serbestlik anlaşmalarının ardından, döneme ait ifadesiyle “odikolon”un (eau de cologne) Osmanlı’nın köklü güzel koku kültürünün bir parçası haline geldiğini anlatıyor. Sultan II. Abdülhamid’in kızı Ayşe Osmanoğlu, “Babam Sultan Abdülhamid” isimli kitabında “Babam (II. Abdülhamid), ‘Jan Mari Farina’ (Jean-Marie Farina) kolonyası kullandığı için biz de bunu kullanırdık.” ifadelerine yer veriyor. Hatta yine II. Abdülhamit döneminde, ünlü Eau de Cologne fabrikatörü, Jean-Marie Farina’nın “Fahri Saray-ı Hümayun Kolonyacısı” unvanını almak üzere başvurduğu ve başvurusunun 1882’de padişaha arz edildiği biliniyor.
O zamanlar “odikolon” olarak ifade edilen kolonyaya, ilk kolonya adını veren ise 1882’de Osmanlı topraklarında ilk kez kolonya üreten Ahmet Faruki’ydi. Osmanlı’da Avrupa tipi ilk parfümlerini yani kozmetik dükkânını Sultanhamam’da 1894’te açan Faruki, Feriköy’deki imalathanesi ile yerli parfüm ve kozmetik sanayisinin kurucusu oldu. Faruki, 26 yaşındayken, ithal edilen kozmetik ürünlerini imal etmenin kârlı bir girişim olduğunu fark etmişti. Dr. Nejat Yentürk’ün Türkçe yayımlanan Tarih dergisinin 2015 Aralık sayısında yer alan, “Osmanlı Dünyasından Parfümler: Hoş Kokularıyla Baş Döndüren Medeniyet” isimli makalesinde Faruki’nin halkın odikolon dediği kolonyaya “Farukî Kolonya Suyu” ismini verdiğini, daha sonra bu ismin Faruki Kolonyası’na dönüştüğünden bahseder. Faruki’nin Sultanhamam’daki dükkânından alışveriş etmek bir ayrıcalık olmuştur. Farukî parfüm ve kolonya haricinde sattığı kozmetik ürünlere de Türkçe isimler de bulmuştur: zambak suyu (eau de lys), dudaklık (ruj), allık (compakt), kirpik boyası ya da fırçalı sürme (rimel). Ahmet Farukî ayrıca Cici, Meltem, Şebnem, Unutmabeni gibi birçok koku tasarlamıştı. Reşat Ekrem Koçu ise İstanbul Ansiklopedisi’nde Farukî’nin Abdülhamit’in son yıllarının ve İkinci Meşrutiyet’in ünlü iş adamlarından olduğunu belirtir. Yentürk Meşrutiyet’in ilanının ardından Faruki’nin işlerinin azaldığını ve bu nedenle Sultanhamam’da Cici isimli bir dükkân açarak Cici markası pudra, ruj, losyon ve kolonya gibi ürünler sunduğunu belirtiyor.
Yentürk, “Kutsal Dumandan Sihirli Damlaya Parfüm” isimli kitapta yayımlanan “Osmanlı Parfümleri” isimli makalesinde ise Faruki’nin İran, Hindistan, Batavya ve Japonya’dan siparişler aldığını söyler. Yentürk, Ahmet Farukî’nin Avrupalı parfümeri firmalarının karşısına kendi markasıyla rakip olarak çıkabildiğini ve hatta katıldığı uluslararası sergilerden (1903 Atina, 1904 Bordeux, 1905 Liege, 1906 Paris, 1906 Londra) kazandığı altın madalyaların yanı sıra, Nişan-ı Osmanî ve Sanayi Madalyası ve İran Hükümeti tarafından da altın Şîri Hûrşîd madalyası ile onurlandırıldığını kaydeder.
Rana Babaç Çelebi, İbn-i Sina’nın gül suyunu damıtmasının ardından Osmanlı’da da yüz yıllarca yaygın olarak kullanılan gül suyunu ikram etmek için kullanılan gülâbdanların yerini Osmanlı’nın son dönemlerinde yerini kolonyaya bıraktığını söylüyor. Kolonyanın ilk geldiğinde Osmanlılar tarafından böylesine sahiplenilmesini ise şöyle anlatıyor: “Burada iki temel faktör var. Birincisi, Osmanlı’da esmeye başlayan modernleşme rüzgârları ile halkın alkol bazlı bir kokuyu kültürel olarak kabulü. İkincisi ise çok kıymetli ve dolayısı ile iyisine ulaşması zor, pahalı ve çabuk bozulan gül suyuna, maliyet olarak daha uygun, kolay kolay bozulmayan ve serinletici olarak daha etkili bir alternatifin çıkması.”
Çelebi, kolonyanın Osmanlı’nın son dönemlerinde Türkiye’ye girmiş olmasına rağmen, Osmanlı’da güzel koku kullanımının yüzyıllar boyunca hayatın her alanına nüfuz etmiş bir kültür olduğunu söylüyor: “İstanbul’un önde gelen esnaflarından ıtriyat hazırlayıp satan attarlar; gül başta olmak üzere, yasemin, menekşe, nergis, zambak, reyhan, karanfil, misk, amber, öd ve sandal ağaçları gibi farklı kokular satarlardı. Sarayların, konakların, camilerin, dergâhların, kabristanların; buralarda kullanılan mobilyalardan aksesuarlara her şeyin güzel kokmasına özen gösterilirdi. Mutfaklarda yemeklerin, tatlıların ve içeceklerin içerisine hoş kokulu çiçekler, baharatlar, miskler, amberler katılırdı. Kıyafetlere, saça, sakala, tene güzel kokular sürülür; hamamlarda bile kokulu türden ağaçların odunları seçilirdi.”
Rana Babaç Çelebi, diğer yandan Ahmet Faruki’nin yurt dışına da kolonya ihraç ettiğini ve yabancıların Türk kolonyasına büyük bir ilgi gösterdiğini söylüyor.
CUMHURİYET DÖNEMİ TÜRK KOLONYASI
Rana Babaç Çelebi Cumhuriyetin ilk yıllarında Eczacıbaşı (Altın Damlası ve Selin), Eyüp Sabri Tuncer ve Rebul olmak üzere üç markanın dikkat çektiğini söylüyor: “Markaların kendi kurumsal hafıza çalışmalarından öğreniyoruz ki 1912 senesinde Cumhuriyetin ilk diplomalı eczacılarından Eczacıbaşı Süleyman Ferit Bey İzmir’deki eczanesinde Türkiye’nin ilk kolonya üretimini gerçekleştiriyor. İzmir’in ünlü Altın Damlası kolonyasının hem formülü hem de ismi kendisine ait. Eyüp Sabri Bey ise bir tuhafiyeci iken, İstanbul’a yaptığı bir ziyaret sırasında bir esansçıdan kolonya yapmayı öğreniyor. 1938 yılında işlerine hız kazandırmak için kendi ürettiği kolonyaları dükkânını ziyaret edenlere ikram ederken, zamanının çok ötesinde pazarlama stratejileri ile kolonyalarını sevdiriyor. Bir zaman sonra kolonyaları tuhafiyedeki ürünlerin ötesine geçiyor. Rebul ise aslında Cumhuriyet’in ilanından önce Pera’da Büyük Paris Eczanesi’ni kuran bir Fransız eczacı Jean Charles Reboul’dan alıyor adını. 1939 senesinde eczanede çalışmaya başlayan yine dönemin sayılı diplomalı eczacılarından Kemal Müderrisoğlu’nun ürettiği lavanta kolonyası ile tarihe geçiyor. Özellikle erkekler tarafından çok tutulan bu kolonya için o dönem ‘Reboul’un lavanta kolonyasını kullanmadan Beyoğlu’na çıkılmaz’ gibi ifadeler de kullanılıyor.”
SANAYİLEŞME KOLONYA KÜLTÜRÜNÜ DEĞİŞTİRDİ
Sanayileşmeyle birlikte kolonya üretimi esnaf tarzı üretimden, sanayi tip üretim geçti. Sanayi tipi üretimde kolonyaların içeriğinde bir takım değişiklikler olabiliyor. Çelebi de bu noktada şu hususlara değiniyor: “Tarihine baktığımızda, kolonya, hayatımıza girişi itibariyle, bir alkollü içecek (üzüm ruhu) içerisine narenciye ve tıbbi aromatik bitki özlerinin (uçucu yağların) katılmasıyla hazırlanan, kozmetik ve hijyen amaçlı olduğu kadar ilaç olarak da tüketilen bir solüsyon. Sentetik esansların, doğal bitki özlerinin yerini almasıyla, kolonyanın şifa veren özelliğini kaybediyoruz.”
Çelebi ayrıca eski kolonya şişelerinde o dönemin estetik değerlerinin kolonya şişelerinde de hayat bulduğunu söylüyor. Bunun sebebi ise maliyet düşürme kaygısı olarak karşımıza çıkıyor. Eski dönemlerden kalan kolonya şişelerini biriktiren esnaflar bulunuyor. Ayrıca, Türkiye’de eski tip tarzda imalat yapan atölyeler hâlen bulunuyor. Nostaljiye olan özlem eski tip kolonya çeşitlerinin ve şişelerinin raflarda yer almasını sağlıyor.
TÜRK KOLONYASININ ÜNÜ TÜM DÜNYAYI SARIYOR
Dünya basınında özellikle korona salgınından sonra Türk kolonya kültürüne dair çok sayıda makale yayımlandı ve Avrupa’dan Türk kolonyasına olan talep arttı. Çelebi, Türkiye’de son teknolojiyi kullanan, uluslararası üretim standartlarına sahip ve dışarıdan bakıldığında boyut olarak da bir uzay üssünü andıran kolonya üretim tesislerimiz olduğunun altını çiziyor. Çelebi ayrıca geçirdiğimiz zor dönemi takip eden uzun bir zaman diliminde kolonyanın dünya çapında rağbet görmeye devam edeceğini söylüyor.
SELİN KOLONYA
Eczacıbaşı’nın ilk kolonyası Altın Damlası’nın hikâyesi, 1912 yılında İzmir’de, şehrin diplomalı ilk eczacılarından olan Süleyman Ferit Eczacıbaşı ile başlıyor. Altın Damlası, 19 yaşında İzmir Memleket Hastanesi’ne eczacıbaşı olmayı başarmış Süleyman Ferit Eczacıbaşı’nın Fransa’ya yaptığı bir gezi sonrasında doğar. Süleyman Ferit Eczacıbaşı, Fransa’da Grasse adındaki küçük bir şehre gider ve orada tüm çevreye yayılan çiçek ve esans kokularından çok etkilenir. Türkiye’ye döndüğünde, gezi sırasında tedarik ettiği kokuları birbirine karıştırarak Altın Damlası’na hayat verir. Süleyman Ferit Eczacıbaşı birçok kolonya üretmesine rağmen Altın Damlası kolonyası, en çok sevilen ve talep gören kolonya olur. Süleyman Ferit Bey’in, Kemeraltı’ndaki tarihi Şifa Eczanesi’nde imal ettiği Altın Damlası, o dönemde İzmir’in sembolü haline gelir.
ALTIN DAMLASI’NDAN SELİN’E
İzmir’i ziyarete gelen hemen herkes dostlarına hediye olarak bir şişe Altın Damlası kolonyası alır hale gelmişti. Her yıl İzmir’in kurtuluşu olan 9 Eylül’de bütün ürünlerde büyük indirimler yapılarak, halka bir armağan olarak sunma geleneği de bu ilgi ve talepten doğuyor. 1980 yılına gelindiğinde ise Eczacıbaşı, Türkçe’de “gür su” anlamına gelen “Selin” ismini kolonyalarının yeni ismi olarak belirledi. Ferahlığı çağrıştıran ismiyle Selin Kolonya, öncelikle limon kolonyasıyla hafızalara kazındı. Zaman içinde Selin Kolonya, bayramlarda misafire kolonya ikram etme âdetinin sürdürüldüğü öncü markalardan biri hâline geldi.
ANADOLU’NUN KOKULARIYLA GEÇMİŞE YOLCULUK
Selin Kolonya, Türk kolonya kültürünün bugünlere ulaşmasında önemli rol oynayan markalardan biri olarak karşımıza çıkıyor. Selin Kolonya, 1980 yılından itibaren kalitesinden ödün vermeden başta kendine has belirgin limon kokulu ve 80 derece kolonyalarını üretiyor. Selin, 2017’de ise doğadan ilham alan kokulardan oluşan “Hayatın Kokusu” parfümlü kolonya serisini tüketicilerle buluşturdu. Bu seride “Ardıç, Bahçe gülü, Hanımeli, Lavanta, Sığla ve Mavi Ladin” olmak üzere altı çeşit parfümlü kolonya bulunuyor. Yaz mevsimiyle özdeşleşen hanımeli, Anadolu kültüründe ayrı bir yeri olan ve ferahlatma özelliğiyle tütsü olarak da kullanılan ardıç ve rahatlatıcı özelliğiyle lavanta kokulu kolonyalar geçmişin kokularını günümüze taşıyor.
Özellikle son dönemde koronavirüs pandemisi nedeniyle üretimini Türkiye’deki ihtiyaca odaklanarak gerçekleştiren Selin Kolonya, tüm dünyanın artık el hijyeni için kolonyanın ne kadar önemli olduğunu anladığını gösteriyor. Selin Kolonya’nın gelecek hedefleri arasında ihracat da bulunuyor.
REBUL
Rebul’un kurucu ortaklarından Nuket Filiba, kolonyanın Osmanlı İmparatorluğu’ndan beri sağlık ve misafirperverliğin sembollerinden biri olduğunu belirtiyor. Filiba hoş ve ferahlatıcı kokusu dışında kolonyanın en pratik temizlik ürünlerinden biri olduğunu vurguluyor.
Rebul Eczanesi, 1895 yılında Jean Cesar Reboul tarafından İstanbul Beyoğlu’nda Grande Pharmacie Parisienne-Büyük Paris Eczanesi adıyla kurulmuş. Rebul, Osmanlı’nın son dönemine tanıklık eden ve günümüze kadar yaşamını sürdüren tek eczane. İstanbul’un ilk eczanelerinden biri olan Rebul, Kemal Müderrisoğlu ile birlikte önemli bir kırılma noktası yaşıyor. 1923 yılında İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesinin ilk mezunlarından Kemal Müderrisoğlu’nun eczanede çalışması ile başlayan ilişki, baba-oğul gibi yıllarca sürüyor. Rebul Lavanda Kolonyası’nın hikâyesi ise 1938’de başlıyor.
BEYOĞLU KLASİĞİ
Önceleri Bay Reboul’un bahçesinde yetişen lavantaların uçucu yağlarından, eczanenin altındaki laboratuvarda elde edilen kolonya, daha sonra her yıl Fransa’nın güneyinde Grasse kentine yakın bölgelerden gün ağarana kadar toplanan, kokusuyla fabrikanın ağır havasını yok eden lavanta çiçekleri ile üretilmeye başlanır. Rebul Lavanda, kısa süre içinde Pera’nın erkekleri başta olmak üzere, İstanbul beyefendilerinin kokusu haline gelir. Nuket Filiba, Beyoğlu’nda dolaşmak için Rebul’un lavantasının sürülmesi gerektiği düşüncesinin kuşaktan kuşağa bir efsane olarak aktarıldığını söylüyor.
Rebul Lavanda, zamanla, kuaförler tarafından müşterileri stresten arındırmak için saça sürülen “bir mucize, en etkili dezenfektan, her eve götürülen en prestijli hediye” haline gelir. 1939’da Mösyö Reboul, eczanesini, hayattaki tek yakını olan genç ve çalışkan eczacı Kemal Müderrisoğlu’na devreder. Akabinde eczanenin ismi Rebul olarak değişir.
1981 yılında, Rebul Lavanda kolonyası ‘Uluslararası Güzellik Ürünleri Dünya Kalite Kontrol Merkezi’ tarafından altın bir madalya ile ödüllendirildi. 2000’li yıllarda ise Rebul geniş bir kolonya koleksiyonu çıkardı. ATELIER REBUL markasını ve mağazalar konseptini oluşturan Rebul bugün Türkiye’de on binlerce eczane, parfümeri ve markette tüketici ile buluşuyor. Rebul’un Sephora ve THY gibi uluslararası platformdaki markalarla da iş birliktelikleri bulunuyor.
HER BİR KOKUNUN AYRI BİR ETKİSİ VAR
Günümüzde de, Rebul 11 çeşit, Atelier Rebul ise 16 çeşit ile zengin bir kolonya koleksiyonuna ulaştı. Rebul kolonyalarını 80 derece alkol ile üretiyor. Atelier Rebul’un “Lavanta, Mine Çiçeği & Zencefil, Yeşil Çay, Erguvan, Mandalina, Gül, İstanbul, 1895 ve Pera” gibi çeşitleri bulunuyor. Nüket Filiba ikonik Rebul Lavanda kolonyasının özel bir anlamı olduğunu zira Latince yıkama fiilinden gelen lavantanın asırlardır, temizliği, arınmayı, mikrop kırmayı, sakinleştirmeyi, ağrı dindirmeyi ve güzelleştirmeyi başardığını anlatır. Filiba, “Yeşil çay kokusu, duyularınıza detoks yapar. Zencefil kokusu canlandırır ve tazelik hissi verir. Mandalina enerji verir. Aslında koleksiyonda kullanılan bütün kokuların bizler üzerinde çeşitli etkileri var.” sözleriyle kokuların olası psikolojik etkilerinden de bahsediyor.
Rebul’un kurucu ortaklarından Nuket Filiba, müşterilerinin talebi üzerine özel ürünler ürettiklerini belirterek “Avrupa tüketicilerinin talebi üzerine bazı kolonyaları spreyli yaptık. Ama bazılarını halen, Türk kolonya kültürünün devamı olarak dökmeli şişelerde sunuyoruz.” diyor. Filiba ayrıca “Hem doğal bitki kokuları, hem de yüksek oranda doğal içeriği olan sentetik kokular kullanıyoruz.” diyor.
REBUL DÜNYAYA YAYILIYOR
Dünyada, Türk kolonya kültürünün yakın zamana kadar çok yaygın olmadığını belirten Nüket Filiba, “2017’de Atelier Rebul ile başlattığımız uluslararası açılım ile farklı ülkelerdeki tüketicilere, Türk kolonya kültürünü anlatmaya başlamıştık. Şu anda Belçika, Hollanda, Almanya, Slovenya, Suudi Arabistan ve Çin pazarlarında Atelier Rebul kolonyaları mevcut. Hatta COVID-19 pandemisi sonrası, Atelier Rebul kolonyalarının dezenfektan özelliği nedeniyle bu ülkelerdeki kolonya kullanımı da arttı.” diyerek Türk kolonyasının önemli bir çıkış yapığını kaydediyor. Hayatın normale dönmesiyle Katar ve Azerbaycan’da da mağazalarının açılacağını haber veren Filiba, “Dünyadaki başka birçok ülkede kolonya kullanımının artabileceğini öngörüyoruz.” diyor.
Yurtdışında kolonya kültürünü pekiştirmek içi 2017 yılından beri yatırım yaptıklarını belirten Filiba, Türkiye’den ise birçok şehirden talep aldıklarını belirtiyor.
ÜÇ KUŞAĞIN ELİNDE BUTİK BİR DÜKKÂN: HİKMET KOLONYALARI
Türkiye’nin en eski kolonya atölyelerinden Hikmet Kolonya, Hikmet Kırlı tarafından 1947’de kurulmasının ardından üçüncü kuşak tarafından devam ettiriliyor. Markanın üçüncü kuşak temsilcisi Merve Sertçetin, annesi, teyzesi ve kuzeni ile dedesinin dükkânını işletmeye devam ediyor.
EMİNÖNÜ’NDE BAŞLAYAN BİR HİKÂYE
Hikmet Kırlı, 1947’de ufak bir seyyar araba ile Eminönü’nden temin ettiği tuhafiye ve esansları satmaya başlamış. Kokulara karşı özel bir yeteneği olan Kırlı bu işin sırrını tamamen kendi çabaları ile çözmüş, zira Kapalıçarşı esnafından kolonyanın imalatı hakkında bilgi alamamış. Birkaç sene sonra bir dükkân kiralamış ve o kolonya dükkânı bu günlere kadar gelmiş.
Göçmen bir aile olduklarını söyleyen Merve Sertçetin eski kuşaktan hoşgörü, halden anlama ve kalenderlik gibi değerleri aldığını söylüyor. Şu anda kuzeniyle beraber “kalfalık çağında” olduklarını belirten Sertçetin, bir şirkette çalışmak yerine aile işini devam ettirmenin yollarını aradığını ifade ediyor. Dedesinden kalma kolonya dükkânında genç olmanın getirdiği dinamizmi kullanarak, yenilikleri, riskleri, ürün gruplarını, piyasanın gidişatını ve şirket dinamiklerini değerlendirdiklerini belirtiyor.
ŞİŞELER TEKRAR DOLDURULUYOR, ÇEVRE KİRLETİLMİYOR
Merve Sertçetin, işletme olarak “sürdürülebilirlik, sıfır atık ve geri dönüşüm” gibi kavramları ilke olarak benimsediklerini vurguluyor: “Kuruluşumuzdan bu yana bitince tekrar doldurulamayan ve atılan tek bir şişe satışımız dahi olmamıştır. Ünümüz bu yöndeki özverimizdendir. İnsanlar şişelerini geri getirince indirimli doldurabiliyorlar. Hatta indirim olmadığı halde plastik kapları getiren, ‘Siz değerlendirirsiniz ya da geri dönüşüme verirsiniz’ diye, evden taşıyıp getiren harika insanımız sayesinde denizler daha temiz, sokaklar daha plastiksiz olacak. Biz buna inanıyor ve güveniyoruz.”
KİŞİYE ÖZEL KOLONYA
Yüz yedi çeşit kolonyaları olduğunu söyleyen Merve Sertçetin, “Odunsu, çiçeksi, şekerli, ferah, pudramsı, denizimsi-akuatik, yeftin/havamsı-ozonik kokuların çok rağbet gördüğünü belirtiyor. Özellikle “İzmit Körfez”, “Mentol” ve “Yeşil Çay”, şekerli kokulardan “Pişmaniye”, “ Sütlü Çikolata”, “Kahve” ve çiçeklerlerden “Buket” ve “Mimoza” Hikmet Kolonyaları’nın en çok rağbet gören kolonyalarından.
Müşterileri için özel kolonyalar ürettiklerini söyleyen Sertçetin, “İşimizin en sevdiğimiz yanı da bu; insanların hayalindeki ideal kokularını bulmalarına yardım etmek. Yaptığımız parfümlerde de kolonyalarda da kişiye özel karışım yapıyoruz.” diyor. Kokuların insanda kendine güven, huzur ve dinginlik gibi duyguları pekiştirdiğini söyleyen Sertçetin, “Bize geldiklerinde biz hiç üşenmeden en çok ne yakışır, hangi kokuyu severek kullanabilir anlamaya ve ona göre karışım yapmaya çalışırız.” diyor. Müşterinin dükkândan memnun ve mutlu olarak ayrılmasının kendilerini en çok tatmin eden duygu olduğunu belirten Sertçetin, “‘Kapıdan müşteri girdiği an hangi kokuları karıştıracağımı bilirim.’ derdi dedem. Ancak 6 sene çalıştıktan sonra o raddeye gelebildiğimi söyleyebilirim.” diyerek tecrübeleri arttıkça müşterilerinin zevklerini daha kolay öngörebildiklerini belirtiyor.
Sentetik ve doğal kokular kullandıklarını belirten Sertçetin, kullanılan kimyasalların kökeni doğal da olsa sentetik de olsa doz aşımı konusunda dikkatli olunması gerektiğini söylüyor.
YURT DIŞINDAN TALEP VAR AMA BUTİK KALACAĞIZ
Sadece yurt içinden değil yurt dışından da teklifler ve siparişler aldıklarını söyleyen Merve Sertçetin, butik işletme olmaya devam etmekte kararlı olacaklarını söylüyor: “Yurt dışından en çok Almanya, Yunanistan ve İran’dan iş teklifleri ve sipariş almaktayız. Bazı teklifleri aile şirketi kültürünü bozmadan değerlendiriyorum. Butik ve küçük kalmak, şirketlerin ve devletlerin hâlâ amaçsızca büyüme hedefleri peşinde olduğu bu çağda biraz ilginç gelebilir. Ancak globalleşme ve zincir mağaza ve restoranlar çağı da sonunda bitiyor. Artık butik ve ufak şirketler internet ile tanıtım yapıp alıcıya ulaşabiliyor. Farklı kültürlerin korunması, geleneksel üretimlerin desteklenmesi de her ülkede gündemde. Hikâyesi ve ruhu olan ufak işletmelere artık daha fazla değer veriliyor.”
Merve Sertçetin kolonyanın Türk kültüründeki önemini her daim koruduğunu son birkaç senedir bebek mevlidi, düğün ve nikâh gibi özel günlerde hediye olarak da seçildiğini belirtiyor.
Limon, lavanta, gül, portakal çiçeği, mandalina, yasemin, hanımeli, mimoza, menekşe, bergamot, zambak, yeşil çay, ardıç, mavi ladin, sedir, sığla, çam, zeytin çiçeği, incir yaprağı, biberiye, biber, fındık ve ceviz yaprağı Türk kolonya türlerinden sadece bazıları.
Türkiye’nin bazı kolonya markaları: Boğaziçi, Bulvar Kolonyaları, Duru, Etem Ruhi, Eyüp Sabri Tuncer, Hikmet Kolonyaları, Isparta Gülçiçek Kolonyaları, Lale Kolonyası, Marmara, Pereja, Rebul Kolonyaları, Selin Kolonyası, Servet Tütün Kolonyaları, Tariş Kolonyaları.
Alıntı: https://covid19.tabipacademy.com/2020/05/03/macar-suyundan-turk-kolonyasina-turk-kolonya-kulturu-tum-dunyaya-yayiliyor/