Uluslararası Kanser Araştırmaları Ajansı’na (IARC) göre obezitenin 13’den fazla kanserin oluşumunda rolü var. Yağ ve hayvansal kaynaklı protein içeriği yüksek, lif içeriği düşük Batı tarzı diyetse, obeziteye zemin hazırlıyor. Batı tarzı beslenme, obeziteden bağımsız bir risk faktörü.
Medikal onkoloji uzmanı Prof. Dr. Mustafa Özdoğan, “Kansere neden olma kapasitesine en çok sahip çevresel faktör sigara, hemen arkasından obezite geliyor. Fakat obezitenin, tüm dünyada birincil kanser etkeni olacağı tahmin ediliyor” dedi.
Son çalışmalara göre obezite sorunu yaşayan kadınlarda kanser görülme ihtimali normal kilolu olanlara göre yüzde 40 daha fazla. Kadınlarda obezite ilişkili kanserler bağırsak, mesane, rahim, böbrek, pankreas, yemek borusu ve özellikle menopoz sonrası görülen meme kanserleri.
Aşırı kilolu olmanın erkeklerde kolon ve rektum, böbrek ve özofagus (yemek borusu) kanseri ve pankreas kanseri dahil birçok kanser gelişiminde riski arttırdığı biliniyor. Ayrıca safra kesesi ve karaciğerde kanser gelişme riskini artırabilir ve Hodgkin dışı lenfoma, multipl miyelom ve prostat kanseri riskinde etkin rol oynayabilir.
Doğal öldürücü hücrelerin yolunu yağ tıkıyor
Çok sayıda klinik araştırmanın kanser ve sağlıksız beslenme üzerine odaklandığını hatırlatan Özdoğan, “Kilolu bireylerin düzenli beslenme ve egzersiz sonucu zayıflamasıyla kanser risklerinde azalma olduğu gösterildi. Kilo artışıyla kanser ilişkisinde suçlanan en önemli mekanizma insülin direnci ve insülin benzeri maddenin aşırı salınması. Kilo veren ve sağlıklı yaşama adım atan bireylerde bu mekanizma tersine dönüyor. Rafine ve işlenmiş gıdalar, yüksek glisemik indeks ve fast-food ile karakterize batı tarzı beslenme, kanser için obeziteden bağımsız bir risk faktörü.”
Obezite ve kanser ilişkisi bilimsel kanıtlarla gösterilmesine karşın, bu ilişkinin kanserleşmeye nasıl katkı sağladığı tam olarak aydınlatılamamıştı. Kasım 2018’de Nature Immunology’de yayımlanan çalışmada, obezitenin bağışıklık sistemi hücrelerini tümörlere karşı nasıl etkisiz hale getirdiği keşfedildi. Bağışıklık sistemimizin normal şartlar altında kanserli ve kanserleşmeye başlayan hücreleri tanıma ve yok etme yeteneğine (immün takip) sahip olduğunu hatırlatan Özdoğan, şöyle devam etti: “Kanserleşme sırasında, kanserli hücre bağışıklık sisteminden kaçma mekanizmaları geliştirebiliyor. Araştırmada, obeziteli bireylerde, kanser hücreleriyle mücadele eden doğal öldürücü hücrelerin yağ ile tıkandığı gözlendi. Bu hücrelerin tümöre bağlansa bile yok etme özelliklerini kaybettikleri görüldü. Bu hücrelerde yağ birikmesi engellendiğinde, hücrelerin tekrardan tümör savaşçı özellik kazandığı tespit edildi.”
Batı tarzı diyet, ‘değiştirilebilir’ risk faktörü
Onkoloji diyetisyeni Dr. Dilşat Baş, batı tarzı diyetin, besin öğesi içeriği, pişirme teknikleri, şeker içeriğiyle ve obezite artışı üzerindeki etkisi nedeniyle birçok kanser türü için ‘değiştirilebilir’ risk faktörleri arasında yer aldığını söyledi ve ekledi: “Kanserden korunma stratejileri içinde, batı tarzı diyet mücadelenin en yoğun verilme gereken alan.”
Baş obezitenin başlı başına kronik inflamatuar (vücudun gösterdiği bir tepki, iltihap, yangı) süreç olduğunu söyledi: “Aynı zamanda kan şekerinin, obez bireylerde bağırsak mikrobiyotasının bozulması gibi bir dolu neden sayabiliriz.”
Sağlıklı beslenme ve bunun bir alışkanlık olarak sürdürülmesi kanserden korunma üzerinde yüzde 30-35 oranında etkili. Bunun tersi de mümkün.
Baş, “Sağlıklı beslenmeyi hem sağlıklı beslenme tabak modelinin benimsenmesi hem de sağlıklı hazırlama, pişirme ve saklama yöntemlerinin kullanılması şeklinde tarif edebilirim” dedi.
Baş’ın verdiği bilgiye göre besinler sağlıklı bile olsa pişirilirken zararlı hale getirilebiliyor. Örneğin karnabahar sağlıklı bir sebze ancak kızartılırsa, yağın yakılmasıyla kanser yapıcı kimyasallar oluşabiliyor.
Nitrit ve nitrat içeriği nedeniyle işlenmiş et ürünlerinin de kanseri tetiklediği biliniyor. Tuz oranı yüksek yiyecekler, salamuralar, turşular mide kanserinin risk faktörleri arasında yer alıyor. Ayrıca doymuş yağ, basit şeker içeriği yüksek besinler de kanser riskini artırıyor.
‘Akdeniz diyeti güvenli liman’
Baş gerek güncel çalışmaların sonuçları gerekse literatür çalışmalarının güvenilir liman olarak Akdeniz diyetini işaret ettiğini söyledi.
Akdeniz diyeti, baklagiller, tahıllar, yağlı tohumlar, meyve ve sebzelerden zengin; kırmızı et, işlenmiş et ve rafine şekeri kısıtlayan bir diyet. Diyetin içerdiği yağın çoğunlukla zeytinyağından gelmesi önerilirken, ılımlı miktarlarda süt ve süt ürünleri, yumurta, balık ve beyaz et de içeriyor.
Yeri gelmişken hatırlatalım: Son 60 yıldaki çalışmalarla Akdeniz diyetinin sadece kanser değil, kalp hastalıkları, diyabet, Alzheimer gibi nörodejeneratif hastalıklara karşı koruyucu olduğu kanıtlandı.
Peki vejetaryenlik, veganlık ile kanser arasında ilişki var mı? Riski azaltıyor mu? Baş bu soruya şu yanıtı verdi: “Beslenme denge üzerinde kurulu. Diyetinizden bir besini çıkardığınızda veya uzaklaştırdığınızda onun yerini neyle doldurduğunuz önemli. Boşluklar doğru ya a hatalı bir takım tamamlayıcılarla dolacaktır. Bu bağlamda vejetaryenlik ve veganlığı kanserden koruyucu diyet modelleri değil, bir felsefe olarak görmek daha doğru. Tabi ki bitki bazlı beslenme sağlıklı öğelerinin ve lifin alımını artıran bir beslenme modeli ama boşlukları unutmamalıyız.”
Tedavi sırasında aralıklı açlık iyi fikir değil
Aralıklı açlık (oruç diyeti) her derde deva gibi anlatılıyor. Bu modelin kanser gelişimiyle kanıtlanmış bir ilişkisi var mı? Baş bu soruya karşılık: “Kan şekeri regülasyonu ve obezitenin tedavisi kanserle mücadelede temel noktalar. Ancak bu diyet modelinin sanıldığı gibi iki öğün yemek yemekten ibaret olmadığını hatırlatmak isterim. Özellikle tedavi sürecindeki hastaların bu diyet modeline mesafeli durmasını tavsiye ederim. Yeterli beslenmenin iki öğüne sığdırılmaya çalışılması veya sığdırıldığını düşünmek tedavi sürecindeki hastalar için çok gerçekçi bir yaklaşım değil. Her durumda mutlaka sağlık profesyonelleri ile değerlendirmesi ve mutlaka bir diyetisyen eşliğinde yapılması önemli.”
‘Riski azaltayım derken, artırmayın’
En çok merak edilen konulardan biri vitamin, mineral takviyeleri içinde kanserden koruduğu kanıtlanmış olanlar var mı? Baş bu konuya temkinli bakıyor: “Bıçak sırtı bir konu. Eksikliği klinik ve kan bulgularıyla tespit edilmemiş vitamin ve minerallerin kontrolsüz kullanımını önermiyoruz. Bazen riski azaltalım derken arttırmak mümkün. En güzel örneği sigara içenlerde beta karoten takviyesinin akciğer kanseri riskini arttırmasıyla ilişkili çalışma. Vitamin ve mineral kullanımı bireysel değerlendirmeyle karar verilebilecek hassas bir konu.
Son yılların ‘moda’larından probiyotik, prebiyotiklerin kanserden koruyucu etkisi merak edilen konulardan biri. Baş bunun net olmadığını, çalışmalar baş döndürücü bir hızla devam ettiğini belirterek, “Kanser tedavi sürecindeki hastalarda probiyotik kullanımını önermediğimizi üzerine basarak söylemek isterim. Prebiotik için de mutlaka bireysel öneri almalarını öneririm” yanıtını verdi.
Alıntı: diken.com.tr