Bu haber BBC Türkçe’de ilk olarak 18 Mayıs 2018’de yayımlanmıştı
1980’de halk arasında “cüzzam” olarak bilinen lepra üzerine çalışacak bir yardımcı arayan Prof. Dr. Türkan Saylan’ın meslektaşı Müeyyet Perk, yeni mezun hemşire Ayşe Yüksel’i arar. Akademisyenlik sınavlarına hazırlanan genç kadın “Hayır” der.
Ayşe Yüksel, gelen ısrarlı aramalar sonrası, “Müeyyet Hocam siz söyleyemiyorsunuz herhalde, ben gidip söyleyeyim” diyerek Türkan Saylan’ın odasının yolunu tutar.
İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ndeki odanın kapısı sonuna kadar açıktır. Yazmalı perdeleri, yerdeki Anadolu kilimi, masasındaki maden işçisi heykeli, telefon ile konuşması, hemşire, hekim ve hastalarıyla olan iletişimi Yüksel’i şaşırtır:
“O güne kadar bir profesör hekimde görmediğim şeylerdi. ‘Hayır’ demeye gittiğim odasında ‘Evet’ dedim. Hiçbir zaman da pişman olmadım.”
Türkan Saylan’ın Ayşe Yüksel’le olan hoca öğrenci ilişkisi, 30 yıllık sıkı bir yol arkadaşlığına, sadece lepraya değil, bu hastalığa yakalananların toplumda yaşadığı sosyal dışlanmaya karşı da zorlu bir mücadeleye dönüşür.
Doğu ve Güneydoğu illerine yaptıkları ziyaretler sırasında kız çocukları ve kadınların yaşadıklarına tanık olan Saylan, eğitimde cinsiyet eşitliğini sağlamayı kendine görev edinmeye bu yıllarda başlayacaktır.
Lepra konusunda sorumluluk almak istedi
Tıp fakültesi öğrencisiyken evlenen Türkan Saylan, ilk çocuğuna hamileyken ders için Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’ni ziyarete gider. Gördüklerinden çok etkilendiğini düşünürken bahçe duvarının dış tarafındaki lepra servisindeki hastalar dikkatini çeker.
Ayşe Yüksel’in Saylan’dan dinlediği anıları şöyle:
“Türkan Hoca ve arkadaşlarına hastalara dokunmamaları ve uzaktan bakmaları söylenmiş. Türkan Hoca çok şaşırmış – ‘Bir hekim olarak neden dokunmayalım’ diye! O gün karar vermiş, ilerde bir gün bu konu ile uğraşacağına. Mezun olmuş, çocuklarını büyütmüş, cildiye uzmanı olmuş. Artık zamanı geldi diyerek İngiltere’ye lepra konusunu öğrenmeye gitmiş. Bir yıl sonra Türkiye’ye dönerek Sağlık Bakanlığı’na müracaat edip, lepra konusunda sorumluluk almak istediğini söylemiş.”
“1958 yılıydı. Bakırköy Akıl Hastanesi’ni görmeye gitmiştik. Çırılçıplak, iyileşme şansı olmayan, bakımsız, sahipsiz birçok insan parmaklıkların arkasındaydı. Cüzzamlılar pavyonuna giderken, ‘Sakın yaklaşmayın, ellerinizi değdirmeyin, uzak durun’ diye uyarıyorlardı bizi. Bu bana çok ters geldi birden. Hayvanat bahçesine mi gidiyoruz?”
Türkan Saylan’ın”Güneş Umuttan Şimdi Doğar” adlı kitabından
Saylan kimsenin ilgilenmek istemediği bir konuda gönüllü olunca, 28’inci Lepra Servisi’nin sorumlu hekimi yapılır. İstanbul Tıp Fakültesi’nde cildiye alanında öğretim üyesi olarak görevini sürdürür.
Yüksel ve Saylan’ın da aralarında olduğu ekip, 1983-1995 yılları arasında Sağlık Bakanlığı-Emmaus işbirliği ile başta Van olmak üzere lepranın var olduğu bütün iller, ilçeler köyler taranarak, hasta ve yakınlarına ulaşır.
Tıbbı ve cerrahi tedavileri yapılır, fiziksel ve sosyal rehabilitasyonları sağlanır.
- Türkan Saylan; 1976’da Cüzzamla Savaş Derneği’ni (CSD) 1980 yılında İstanbul Üniversitesi Lepra Araştırma ve Uygulama Merkezi’ni kurdu,
- Merkez, 1981’de İstanbul Lepra Hastanesi adıyla açıldı,
- Saylan, Sağlık Bakanlığı ve Tıp Fakültesi’nden hemşire, hekim ve personel sağlamaya çalıştı. Lepra hastalarının binlerce çocuğunun okutulması için çabaladı. Hemşire, doktor, mühendis olmalarını destekledi,
- Onun çabaları sonucu Dünya Sağlık Örgütü (WHO) Türkiye’yi “lepranın çok azaldığı” ülkelerden ilan etti,
- Saylan, 1986’da Hindistan’da Uluslararası Gandhi Ödülü’ne layık görüldü.
“Türkan Hoca, sadece benim için değil birlikte çalıştığı herkes için, Lepra konusunu çok iyi bilen bir hekim, adil, eşitlikçi, çözümden yana, hoşgörülü, üretken, geliştiren bir yöneticiydi. Aynı zamanda çok iyi bir öğretmen, ihtiyaç duyduğunuzda da bir anne, arkadaş ve yönder idi. Ondan öğrendiklerimle mesleğimde ve yaşamımda hep güzel, verimli, olumlu şeyler yapabildim.”
‘İnandığı konudan asla vazgeçmezdi’
Saylan, özellikle lepralı hastaların hayatına kattığı sosyal destekler ile yaşadıkları stigmayı yok etti.
1986 yılında Hindistan’da Gandhi Ödülü’nü alan ilk kadın oldu.
2002 yılında emekli oldu ve CSD Başkanı olarak vefatına kadar görev yaptı.
Türkan Saylan ve Ayşe Yüksel, lepra çalışmaları sırasında Anadolu’da çocukların ve kadınların eğitimdeki eşitsizliklerine birebir tanık oldu.
“‘Herşeyi devletten beklememek gerek’ diyerek eğitimde eşitliği sağlamayı kendisine görev edindi. ‘Bu ülkede üniversite bitirip meslek sahibi olan her kadının Cumhuriyet’e borcu var’ derdi.
“İnandığı ve yapmak istediği bir konudan asla vazgeçmez, sonuçlanana kadar da uğraşırdı. Cesurdu, kimseden çekinmezdi. Cumhurbaşkanı’na, Başbakan’a, milletvekillerine mektup yazar, telefon eder, önerilerini söylerdi. Söylediği işlerin takipçisi olurdu. Hesap sorardı.
“Anadolu’da cüzzam hastalarının perişan durumda olan çocuklarını okutmaya, onlara okul, burs bulmaya çalışıyordum. Çoğu Kürt kökenli, kırsal alan kökenliydiler. O zaman bazı insanlar bana, ‘Hoca Hanım, bu çocukları neden okutuyorsunuz, bunlar büyüyüp bize silah çekecekler’ derlerdi. ‘Hayır, onlar okuyup öğretmen olacak, doktor olacak, bu bölgelere hizmet götürecek, bu insanları aydınlatacak. Asıl okumadıkları, bilmedikleri için terörist oluyorlar’ diye yanıtlar, bu ön yargılara üzülürdüm…”
Türkan Saylan
ÇYDD nasıl doğdu?
1995’te dönemin ÇYDD Başkanı Türkan Saylan bir toplantının açılış konuşmasını yapıyor.
Fotoğraf altı yazısı,1995’te dönemin ÇYDD Başkanı Türkan Saylan bir toplantının açılış konuşmasını yapıyor.
Türkan Saylan denilince akla ilk gelenlerden biri de, kurucularından olduğu ve uzun süre başkanlığını üstlendiği Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD).
1989’da kurulan dernek, şu ana dek 68 bine yakın kız çocuğuna eğitim desteği verdi.
Derneğin şimdiki başkanı Prof. Dr. Aysel Çelikel, “Bugün kızların okullaşma oranının yüzde 98’lere ulaştığı belirtiliyor. Eğer bu sayı doğruysa, bizim bunda payımız büyük” diyor.
ÇYDD, Psikiyatri uzmanı Aysel Ekşi’nin bir araya getirdiği, çoğu devlet memuru ve üniversite hocalarından oluşan bir ekip tarafından kuruldu.
Derneğin başkanı hukukçu Aysel Çelikel, küçük bir bütçeyle ve “unutulmaz bir heyecanla” başlattıkları kıvılcımı şu sözlerle anlatıyor:
“Saylan’ın öncü rol üstlendiği ÇYDD, bir ekip çalışmasıydı. 9 yönetim kurulu üyesi ve 9 yedek üye, Anadolu’nun dört bir köşesinde çalışmalar yürüttük. İlk projemiz, toplumun eğitim düzeyini yükseltmekti. Kız çocuklarının burslarla okula teşviki için bir eğitim programı hazırladık. Kız çocukları genelde devletin yatılı bölge okullarında okuyor, aileler de verilen burstan faydalandığı için eğitim onlara yük olmuyordu.”
108 bine yakın öğrenciye burs
Dernek, 28 yılda 108 bine yakın öğrenci okuttu. Bu öğrencilerin çoğu 6-8 yıla kadar devamlı destek aldı.
Aysel Çelikel, görevi devraldığı Türkan Saylan’ın “karizmatik kişiliği ve topluma hizmet aşkıyla” derneği nasıl büyüttüğüne yakından tanık olacaktı:
“Her kesimden insana yardım etmeyi görev bilmişti. Kadın kütüphanesi açılacaksa ona koşardı. Genelev kadınlarının sigortalı olması için bir kanun teklifi hazırlamıştık beraber.
“Sağlıktan aileye başkalarının her sorunuyla ilgilenirdi. Atatürk Cumhuriyeti’nin uygar uluslar çizgisine gelmesini yürekten isteyen bir vatanseverdi. Zamanını hep üretken bir şekilde kullandı.”
ÇYDD Başkanı: Cumhurbaşkanı’nın bahsettiği kumpas bize zaten kurulmuştu
2009 yılında “Ergenekon” adı verilen soruşturma hem ÇYDD hem de Türkan Saylan için bir dönüm noktası olacaktı.
İstanbul’da 90 kişi gözaltına alınırken, ülke çapında 90’dan fazla şubesi olan ÇYDD Genel Merkezi ile Türkan Saylan’ın evine baskın düzenlendi. Burs verilen öğrenciler ile üyelerin listesi dahil bazı belgelere el konuldu.
İsnat edilen suç, “Ergenekon Silahlı Terör Örgütü’ne üye olmak”tı.
ÇYDD’nin Van Şubesi Yönetim Kurulu üyesi Prof. Dr. Ayşe Yüksel, gözaltına alınan üç dernek yöneticisinden biriydi.
Aynı gün ben de gözaltına alınıp 4 gün sonra tutuklandığımdan yanında değildim. Cezaevindeki televizyonda, hasta haline rağmen, haklılığımızı ne kadar iyi savunduğunu izliyordum.”
Ayşe Yüksel
Aysel Çelikel ise Ergenekon baskınları için “Böyle bir şey olabileceğini düşünememiştik çünkü biz Atatürk ilke ve devrimlerini korumanın Anayasa’ya uygun olduğunu da çok iyi biliyorduk” diyor ve sözlerini şöyle sürdürüyor:
“Neyle suçlayacaklarını bilemediler, topladıkları bilgisayarlardaki CD’lere sahte deliller monte ederek bu davaları açtılar. Dernek ve onun başında olan Türkan Saylan sanki gayriahlâki işler yapıyormuş, halkın verdiği bursları terör örgütlerine veriyor ve Türkiye aleyhine çalışıyormuş gibi bir hava vermek istediler.
“Terör örgütlerine yardım etmek bizim aklımızdan geçmezdi ama kalkınmakta olan öncelikli yörelerin başında Doğu ve Güneydoğu geliyordu. Devletin politikası da buydu: Terörü önlemek için oradaki sosyal ve kültürel yaşamı geliştirmek. Bu kapsamda ÇYDD oradaki öğrencilere burs veriyordu. Bu çok doğal bir olay.
“ABD’ye CD’leri gönderip özel raporlar getirdik. Bilirkişi raporlarıyla da tespit edildi: CD’ler açılmış, içine yeni bilgiler konulmuş ve tekrar kapatılmış. Tarih ve saatleri de yazıyordu. Türkiye’deki uzmanlardan da bu raporları alıp mahkemeye sunduk.
“Bunlar, FETÖ’cülerin suçlamalarıydı. Kumpas olduğu anlaşılınca zaten her şey düzeldi ve merak ettik. Cumhurbaşkanı (Recep Tayyip Erdoğan), ‘Bana kumpas kuruldu’ dediğinde, aynı kumpas daha önce bize de kurulmuştu zaten.”
‘Cumhurbaşkanı, ‘Ben bu davanın savcısıyım’ dememiş miydi?’
Peki ÇYDD’yi kim, neden hedef aldı? Aysel Çelikel’in yanıtı şöyle:
“Bu davalar açıldığı zaman, hakimler ve savcıların Fethullah Gülen yanlısı oldukları meydana çıktı ama zaten siyasal iktidarla beraber çalışıyorlardı. İktidar da aynı düşünceleri paylaşıyordu. Bunlar nasıl yargıyı, polisi ele geçirdiler? ‘Ben bu davanın savcısıyım’ dememiş miydi, Cumhurbaşkanı? O yüzden Ergenekon ve Balyoz davaları aynı zamanda siyasal iktidarın davalarıdır.
” ‘Ama biz aldandık’ denebiliyor. Yine siyasi iktidar, bürokrasi ve bakanlıklar bize karşı tutumlarını sürdürüyorlar. Vergi borcumuz varmış gibi bize davalar açılması bundan.”
ÇYDD “akılcı bir davranışla” bu olayları arkalarında bıraktıklarını, bağışların devam ettiğini söylüyor.
Çelikel’e göre Türkan Saylan’ın Türkiye toplumunun hafızasındaki yeri baki:
“Ergenekon felaketinden kurtulmamız çok uzun sürdü. Pek çok kişi ‘Acaba?’ sorusunu sordu. Doğru olmadığını bildiğimiz için üzüldük ama etkilenmedik. Zaten kaybetmemiştik ama öyle olduysa da, itibarımızı tekrar kazandık.
Çelikel, “ÇYDD’ye eskiden kurumsal destek fazlaydı. Şimdi bunlar yok ama toplumun desteği inanılmayacak kadar güçlü” diyor ve ekliyor:
“Görüyorlar, biz her kesime hitap ediyor, yardım ediyoruz. Yaptığımız işin insani, kültürel bir tarafı var, bir de Atatürkçülük tarafı var. Bizim hedefimiz, özgür, dini inancı da olan aynı zamanda laikliğin değerinin farkında olan insanlar yetiştirmek. Çok iyi bir yerde duruyoruz, bunu da gurur duyarak söylüyorum.”
‘Bu yaşta kızamık olacak hâlim yok ya!’
Babasının “At kız” dediği Türkan Saylan, toplumun bir kesimi için korkusuz bir eğitim – halk sağlığı savaşçısı ve Atatürkçü çağdaş bir devrimciyken, bazıları onu “darbeci” ve “İslam karşıtı” ilan etti.
Gençlik yıllarında henüz oğluna gebeyken tüberküloza yakalanan Türkan Saylan’ın 1986’da yakalandığı ve tedavi olduğu kanser hastalığı, yıllar sonra yeniden nüksedip ileri evreye geçti. Saylan ömrünün 25 yılını kanser tedavisiyle geçirdi.
Yakınlarının değişiyle “sıradan bir hasta olarak tedavi oldu ve işini hiç aksatmadı”.
Ergenekon baskınlarıyla evinde 7 saate yakın arama yapıldığında, nükseden kanseri karaciğerini de vuran Saylan’ın tedavisi sürüyordu.
Son mesajı da “Bana düşen tüm görevleri yerine getirdim; ölüme hazırım” olacaktı.
Bundan kısa süre sonra, 30 yıllık yoldaşı Ayşe Yüksel Türkan Hocası’na veda etmesine neden olan meme kanseri teşhisini, bu defa kendisi için koyacaktı.
Ayşe Yüksel, Saylan’ın vefatından üç ay sonra memesindeki kitleyi fark ederek meme kanserine yakalandığını öğrendiğinde, aynı hastalıktan kaybettiği Türkan Saylan’ın sözleri aklına gelecekti:
“Türkan Hoca biz üzülmeyelim diye ‘Bu yaşta kızamık olacak halim yok ya” demişti.O sözü hiç unutmadım.
“Her yıl kontrol olmama rağmen Ergenekon süreci, tutuklanmam, Türkan Hocamızı kaybetmek gibi nedenlerden olsa gerek, meme kanseri teşhisini kendi kendime koydum.
“Hemen aklıma Türkan Hoca’nın sözü geldi. Ben de aynısını kendime söyleyerek yaşama devam ettim. Tabii ki tanı konduğu günler de herkes fiziksel olarak da, karakter olarak da Türkan Hoca’ya çok benzediğimi söylediler. ‘Bari meme kanserinde benzemeseydin’ dediler.”
Alıntı: bbc.com