Türkiye’nin en yoğun tartışılan sorunları kadın ve çocuk hakları. Bu iki meseleyle ile ilgili vakaların yargı sürecinde karara bağlanması noktasında Adalet Bakanlığı’nın yayımladığı, 2023 Adalet İstatistikleri acı tabloyu gözler önüne seriyor.
Resmi veriler, “Türkiye’de her gün 188 çocuk istismara uğruyor” diyor. Söz konusu veriden hareketle Türkiye’de bir ayda yaklaşık 5 bin 640, bir yılda ise 67 bin 680 çocuk istismara maruz kaldığını söylemek mümkün. Bu rakam sadece kayıtlara geçenlerden ibaret, kayıt altına alınmayan, ihbar dahi edilmeyen, karanlıkta kalmış vakalar kapsam dışı.
Adalet İstatistikleri’nin ortaya koyduğu bir başka sonuç, geçen yıl karara bağlanan 14 bin 919 cinsel istismar dosyasının 6 bin 656’sının mahkûmiyet, 6 bin 211’inin beraat, 342’sinin hükmün açıklanmasının geri bırakılması, bin 710’unun ise diğer kararlara işaret etmesi.
Bir başka deyişle çocuk istismarı dosyalarının neredeyse yarısı beraatle sonuçlanıyor, bunda delil yetersizliği ya da geç ihbar gibi durumlar da etki ediyor.
8 YAŞINDAKİ NARİN 19 GÜN SONRA CANSIZ BULUNDU
Çocuk istismarına dair adli sürece eklenen son dosyalardan biri ise henüz 8 yaşındaki Narin Güran’ın dosyası. Olayın adresi Diyarbakır’ın Merkez Bağlar İlçesi. Narin, 21 Ağustos’ta bu ilçeye bağlı Tavşantepe Mahallesi’nde kayboldu. 19 günün ardından, son görüldüğü yerin yaklaşık 9 buçuk kilometre uzağındaki Eğertutmaz Deresi’nde cansız bedenine ulaşıldı. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’nın yürüttüğü soruşturma devam ediyor.
Aralarında Narin’in annesi Y.G. ve kardeşi E.G.’nin de aralarında bulunduğu 8 kişi tutuklandı, 1 kişi serbest bırakıldı.
NARİN, LEYLA, EYLÜL, UFUK
Türkiye, geçmiş yıllarda köy ve mahallelerde benzer şekilde kaybolup cansız bedenlerine ulaşılan pek çok çocuğu konuştu. Narin’in ölümünün ardından akıllara ilk gelen isim 4 yaşındaki Leyla Aydemir’di.15 Haziran 2018’de kaybolan Leyla’nın cansız bedeni 18 gün sonra, tıpkı Narin örneğinde olduğu gibi bir dere yatağında bulunmuştu.
O dönem yaşananlar, Leyla’yı kimin öldürdüğü ile ilgili medyaya yansıyan tartışmalar bugün şahit olunan manzara ile benzerlik gösteriyor. Leyla’yı öldürdüğü iddia edilen amcası Yusuf Aydemir hakkında “Çocuğa karşı kasten öldürme” suçundan ağırlaştırılmış müebbet ve “Çocuğa karşı cebir ve hile ile kişiyi hürriyetinden yoksun kılma” suçundan 4 yıl hapis cezası verilmiş, Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi 1’inci Ceza Dairesi’nce bu ceza bozulmuştu. Duruşmada amca Aydemir ve tüm sanıklar hakkında beraat kararı verilince Leyla dosyası kapatıldı; faili meçhul çocuk cinayetlerine bir yenisi eklendi.
Aynı yıl içinde, Leyla’dan sadece bir hafta sonra Ankara Polatlı’da 8 yaşındaki Eylül Yağlıkara kaybolmuştu. Eylül günler süren aramalardan sonra cansız bedenine ulaşılan bir başka çocuk oldu. Cinsel istismar sonrası boğularak öldürüldüğü tespit edilen Eylül Yağlıkara’nın faili Uğur Koçyiğit, 2020 kasım ayında ağırlaştırılmış müebbet ile 42 yıl hapis cezasına çarptırıldı. 2018 yılı haziran ayında bu kez bir başka kayıp çocuk vakası haberi Hatay’dan geldi. 6 yaşındaki Ufuk Tatar, Arpalıuşağı Mahallesi’nde kaybolmuş, aramaların 8. gününde cansız bedeni kaybolduğu noktadan 5 kilometre uzaklıktaki bir arazide bulunmuş, dosya dava bile açılmadan kapatılmıştı.
Diyarbakır’da Narin, Ağrı’da Leyla, Ankara’da Eylül, Hatay’da Ufuk kaybolan ve cansız bedenlerine ulaşılabilen çocuklar. Bir de ulaşılamayanlar var. 2004-2015 yıllarında meydana gelen kayıplarda Trabzon Sürmene’de 2,5 yaşında kaybolan Mustafa Demir, aynı kentin Of ilçesinde çöp dökmek için evden çıkan ve bir daha haber alınamayan 9 yaşındaki Yusuf Kazdal ya da Mardin Midyat’ta bakkala şeker almaya gidip bulunamayan 5 yaşındaki Ecrin Tunç gibi.
SİSTEM ÇOCUKLARI KORUYAMIYOR MU?
Türkiye, kaybettirilen çocukları koruma konusunda ciddi sistemsel sıkıntılarla karşı karşıya. Adaletin zedelendiği ortamda sorulacak çok soru var. Sistemin çocukları koruyup koruyamadığı ise öne çıkan sorulardan yalnızca biri.
Fikir Gazetesi, “Adalet” temalı 29. sayısında yer alan bu dosyada ölümcül çocuk istismarlarının nasıl önlenebileceğini, 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu’nun kapsamının yeterli olup olmadığını, Türkiye’nin Çocuk İhtisas Mahkemeleri’ne ihtiyaç duyup duymadığını sorguluyor. Adaletin tecelli etmesi neden zor? Kaybettirilen ve ölümle sonuçlanan çocuk, kadın vakalarının toplum psikolojisine etkisi ne?
Bu soruların yanıtını UCİM Saadet Öğretmen Çocuk İstismarı ile Mücadele Derneği kurucusu Saadet Özkan, Çocuk Alanında Çalışan Avukatlar Ağı (ÇAÇAV) koordinatörü Şahin Antakyalıoğlu, Uçan Süpürge Vakfı Başkan Yardımcısı avukat Aslı Koçak Arıhan ve Türkiye Psikiyatri Derneği Başkanı Prof. Dr. Ejder Akgün Yıldırım gibi isimler ile aradık.
Türkiye’de kadın ve çocuk koruma sistemine yönelik sistem eleştirisi getiren uzmanların tümü, yasaların uygulanması konusundaki sorunlara işaret edip, önleyici ve korumaya yönelik yasa ve uygulamalardaki problemlerin giderilmesi için iyileştirme yapılması gerektiğinin altını çiziyor.
UCİM: ÇOCUK KORUMA VE ARAMA-KURTARMA SİSTEMİNİN İYİLEŞTİRİLMESİ GEREK
Derneğin Kurucusu Saadet Özkan, 8 yaşındaki Narin Güran’ın Diyarbakır’da katledilmesinin adalet sistemi ve çocuk koruma mekanizmalarının eksikliğinin yeniden sorgulanmasına yol açtığını söylüyor.
Özkan, “Narin Güran’ın kaybolduğuna dair ihbarın verilmesinin ardından geçen sürede etkili bir arama ve kurtarma çalışması yürütülüp yürütülmediği önemli bir konu. Arama ve kurtarma süreçlerinin etkili bir şekilde yürütülüp yürütülmediği, genellikle ilgili kurumların (polis, jandarma, köy halkı vb.) iş birliğine bağlı.” diyor.
UCİM kurucusu Saadet Özkan, söz konusu süreçte herhangi bir ihmal, gecikme veya koordinasyon eksikliğinin çocuğun bulunamamasına yol açabileceğini ifade edip köy halkının birtakım eksikliklerini gözlemlediğini belirtiyor, önemli tespitlerde bulunuyor:
“Eğer kayıp ihbarının verilmesinden sonra geçiş sürecinde ihmal söz konusu ise bu genellikle arama faaliyetlerinin yetersizliği, bilgi akışındaki aksaklıklar veya koordinasyon eksikliklerinden kaynaklanabilir. Böyle durumlarda arama ve kurtarma süreçlerinin iyileştirilmesi ve bu tür olaylara daha hızlı ve etkin yanıt verilmesi gerektiği görülüyor.”
Özkan’ın sorunlara yönelik tespitleri böyle. Peki ya iyileştirme önerileri? Saadet Özkan’a göre kayıp çocuk vakalarıyla ilgili eğitimlerin ve bilgilendirmelerin artırılması, hem toplum hem yetkililerin bilinçlendirilmesi açısından elzem.
Kayıp çocuk vakaları konusunda toplumsal destek ve iş birliğinin teşvik edilmesi gerektiğini belirten Özkan, “Halkın, köylerin ve toplulukların arama süreçlerinde aktif rol alması sağlanmalı. Narin Güran’ın ölümünden sonra sürecin detayları hem olayın kendisi hem olayın yönetimi açısından derin bir incelemeyi gerektiriyor. Her durumda benzer trajedilerin önlenmesi için çocuk koruma sisteminin ve arama-kurtarma süreçlerinin sürekli olarak gözden geçirilmesi ve iyileştirilmesi önemlidir” diyor.
“ADALET SİSTEMİNİN ETKİNLİĞİ ÖNEMLİ”
UCİM kurucusu Saadet Özkan da 8 yaşındaki Narin Güran’ın katledilmesi sonrası toplumsal hafızanın yeniden kapısının aralandığını ve akıllara 2018’de Ağrı’daki bir dere yatağında cansız bedeni bulunan 4 yaşındaki Leyla Aydemir cinayeti geldiğini belirtiyor.
Özkan, “Maalesef Leyla ve Narin’in katledilmesi gibi trajik olaylar, çocuk hakları ve adalet sisteminin önemi ve etkinliğini acı şekilde gözler önüne seriyor. Bu tür durumlar, çocuk koruma sistemindeki eksiklikleri ve toplumsal farkındalığın artırılması gerektiğini gösteriyor. Bu durumlarla ilgili farkındalık oluşturulması önemli. Bu elim olay, hukuk sisteminde iyileştirmeler ve reformların yapılmasını da gerektiriyor.” diyor.
Saadet Özkan’a göre adli süreçlerin hızlandırılıp toplumsal farkındalığın arttırılması için medyanın kullanılması şart. Bu tür davalarda, çocuk ihtisas mahkemelerinin öneminin bir kez daha ortaya çıktığına değinen Özkan, çocukların daha iyi korunmasını ve davaların daha hassas incelenmesini sağlayacak yasal düzenlemelerin üzerinde çalışılmasını öneriyor.
Elbette bu durum, erken müdahale stratejilerinin oluşturulup geliştirilmesini de beraberinde getiriyor. Saadet Özkan, “Çocuk koruma ve istismar durumlarına yönelik daha fazla bütçe, kaynak ayrılması ve bu alanda görevli tüm personele multi-disipliner güçlendirme eğitimleri verilmesi önemlidir” diyor.
“TÜİK RAPORLARI DAHA AYRINTILI ŞEKİLDE AÇIKLANMALI”
Peki kaybettirilen çocuklar, çocuk istismarı, çocuk katliamlarına ilişkin en güncel veri ne diyor?
UCİM kurucusu Saadet Özkan da TÜİK ve Adalet Bakanlığı’nın istatistiklerini anımsatıyor:
“TÜİK raporları uyarınca, 2019’da toplam ölen çocuk sayısı 435 bin 941 olarak açıklandı ancak bu sayının içinde kaç çocuğun bir suç sonucu öldüğü, öldürüldüğü açıklanmadı. Bu raporların daha ayrıntılı olması gerektiğini görüşündeyiz. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre ortalama her dört çocuktan birinin fiziksel, duygusal ya da cinsel istismara uğradığını biliyoruz. Adalet Bakanlığı 2023 Adalet İstatistikleri verilerine göre; her gün 188 çocuk istismara uğruyor. 2023’te karara bağlanan 14 bin 919 cinsel istismar dosyasının; 6 bin 656’sı mahkûmiyet, 6 bin 211’i beraat, 342 Hükmin Açıklanmasının Geri Bırakılması (HAGB), bin 710’u ise diğer kararlar ile sonuçlandı. UCİM olarak bu sayıların yalnızca resmiyete yansıyan çocuk istismarı sayıları olduğunu ancak ihbar ve şikâyet edilmemiş olaylarla birlikte gerçek istismar sayılarının çok daha fazla olduğunu bilmekteyiz.”
“ÇOCUKLAR ÖNCELİKLE YAKINLARINA KARŞI KORUNABİLMELİ”
“Çocukları nasıl koruyacağız, Türkiye’de 5395 Sayılı Çocuk Koruma Kanunu ne kadar etkili?” Saadet Özkan, Fikir Gazetesi’nin bu sorusuna da yanıt veriyor. Anayasa’nın 41. maddesinde devletin her türlü istismar ve şiddete karşı çocuklar için koruyucu tedbirler aldığı hükmünü hatırlatıp, sözü Çocuk Koruma Kanunu’nun 4. maddesine getiriyor:
“Bu maddde gereği çocuğun haklarının korunması amacıyla; çocuğun, ailesinin, ilgililerin, kamu kurumlarının ve sivil toplum kuruluşlarının iş birliği içinde çalışmaları gerektiği açıkça belirtilmiştir. Çocukların en temel hakkı olan yaşam hakkının ihlal edildiği olaylarda, sivil toplum olarak göreve hazır olduğumuzu resmi makamlara iletmemize rağmen kamu kurumları ve STK’lar arasında bir iş birliği sağlanamadığını görmekteyiz. Öncelikle çocuk haklarını ön planda tutan bir çocuk koruma sistemi getirilmeli ve çocuk ailesinin yanında güvende mi herhangi bir ihmal ya da istismar riski altında mı düzenli olarak denetlenmeli.”
UCİM kurucusu Saadet Özkan, bu noktada gözden kaçırılmaması gereken bir detaydan; çocuk istismarına ilişkin eldeki mevcut veriler incelendiğinde faillerin büyük oranda kurbanın yakın çevresinden, ailesinden olduğu gerçeğinden bahsediyor:
“Faillerin büyük oranda aile, akraba bireylerinden olduğunu daha sonra da komşu, öğretmen, hoca gibi yakınları olduğunu görmekteyiz. Çocuklar öncelikle yakınlarına karşı korunabilmeli, bu da çocuk haklarını takip eden bir çocuk koruma sistemi ile mümkün olabilir.”
Derneklerine gelen ihbarlara baktıklarında okulu bırakıp erken yaşta iş hayatına atılmak zorunda kalan çoçuk işçilerin çalışma yerlerinde farklı türlerde istismara maruz kaldığını gördüklerini söylüyor Saadet Özkan, buradan hareketle “Türkiye’de çocuk ihtisas mahkemeleri kurulmalı” diyor:
“İş hayatına atılan ve oralarda fiziksel, duygusal ya da cinsel istismara uğrayan; ekonomik olarak da hakları sömürülen çocuklarla karşılaşmaktayız. UCİM olarak çocukların mağdur olarak yer aldığı davalara bu alanda özel eğitim almış hâkim, savcı, uzman ve personellerin görev alabileceği ‘ihtisas mahkemeleri’ kurulması gerektiğini savunuyoruz. Nasıl ki çocukların suça sürüklenen çocuk sıfatıyla yer aldığı davalara diğer ceza mahkemelerinden ayrı olarak çocuk mahkemeleri ve çocuk ağır ceza mahkemeleri bakıyorsa, çocuk istismarı ve çocuklara karşı işlenen suçların görüldüğü davalara da bu alanda kurulacak özel mahkemeler bakmalıdır. Ancak bu şekilde konuya gereken hassasiyetle yaklaşılması mümkün olacaktır.”
“ÇOCUK KORUMA SİSTEMLERİNDE YOL KAT EDEMEDİK”
Yukarıdaki tespit ise çocuk alanında çalışan bir başka sivil toplum örgütüne, Çocuk Alanında Çalışan Avukatlar Ağı’na ait. ÇAÇAV’ın koordinatörü Şahin Antakyalıoğlu tıpkı Saadet Özkan gibi “Çocuk hakları konusunda Türkiye’de, ülkenin her ilinde, her köyünde farkındalık çalışmaları gerçekleştirilmelidir, bunun yaygınlaştırılması gerekiyor” tespiti yapıyor.
Bu sorunun çözümü için bir bütüncül politikaya ihtiyacımız var. Bu tür cinayetlerde de bazen suçu çocuklara yıkabiliyorlar. Bir töre cinayeti ve benzeri bir durum söz konusu olduğu zaman eğer köşeye sıkışırlarsa oradan 18 yaş altı hatta mümkünse 15 yaş altı bir aile bireyine bu suçu yıkabiliyorlar.” sözleriyle meseleye bakışını özetliyor.
Türk Ceza Kanunu’nda 2005’ten bu yana on bir kez değişiklik yapıldı. Antakyalıoğlu buna karşın azmettirenin de aynı şekilde ceza alacağı yönünde yeterince caydırıcılığın söz konusu olmadığını ifade edip Avrupa’nın neredeyse tamamında, bunun haricinde ABD’nin 50 eyaleti, Kanada, Avustralya, Çin gibi pek çok ülkede faaliyet gösteren çocuklar için alarm sisteminin Türkiye’de de uygulanabilir olması gerektiğini savunuyor:
“Narin olayı bir töre cinayeti mi? Bir istismar vakası mı var? Yanıtı ne olursa olsun burada koruma sistemleri meselesi ön plana çıkıyor. Bu tür yerlerde çocukların adalet mekanizmasına ulaşması önemli. Bir kırmızı hat benzeri uygulamalar oluşturulup bunun çocuklara benimsetilmesi gerekiyor. Her çocuk belki buna erişemez ama en azından erişebilecekler için acil yardım butonu şeklinde uygulamalar hayata geçirilmeli. Kadınlar için uygulanan KADES çocuklar için de uygulanabilir olmalı. Amber Alarmı Sistemi!”
Söz konusu sisteme benzer uygulamaların Türkiye’de bir dönem kullanıldığı biliniyor. ÇAÇAV koordinatörü Şahin Antakyalıoğlu, “Geçmiş yıllarda yine uygulanan ancak sürdürülemeyen, benim de dahil olduğum, cep telefonlarına mesaj yöntemi ile kayıp çocukları anonslayan bir sistem vardı. Kayıp kişilerin, çocukların fotoğrafı, videosu bilgileri geliyordu. Son yıllarda sadece bir kere mesaj geldi. Yurt dışında sabahları aldığınız süt şişesinin üstüne bile o kayıp çocuğun fotoğrafı koyuluyor. Bazı yerlerde yaygın kullanılan ürünlerin üstünde oluyor. Billboardlara asılıyor. Biz bunu oturtamadık. Kayıp vakalarında ilk saatler oldukça önemlidir. Ama bir çocuk ile ilgili ihbarda bulunduğunuzda diyelim ki 25-30 dakika geçti size ‘Birkaç saat geçsin ya da 24 saat dolsun’ denilebiliyor. Bir çocuk kaçırıldıysa o 24 saatte dünyanın öbür ucuna götürülebilir. Bu yaklaşım bu uygulama hiç makul ve kabul edilebilir bir şey değil.” değerlendirmesi yapıyor.
“MEDYA CİNAYETLERİN HER AYRINTISINI AKTARMAMALI ÇÜNKÜ…”
Narin’in katledilmesi ile yeniden gündeme gelen Leyla Aydemir Vakası ve yargı sürecine ilişkin Fikir Gazetesi’nin sorusuna yanıt veren Antakyalıoğlu şunların altını çiziyor:
“Hakim bağımsız ve tarafsız bir yargılama yapacaksa mahkeme somut delillere bakıyor. Leyla olayında delil yetersizliğinden dolayı beraat verildi. Narin cinayetinde ise çocuğun bunca gün saklanması aslında bir delilin yok edilmesine yönelik bir durumu ortaya koyuyor. İzlerin kaybolmasına yönelik bilinçli bir yaklaşım olduğunu gösteriyor. Kamuoyu oluşturmak bir yandan iyi diğer taraftan da tabiri caizse eşeğin aklına karpuz kabuğu sokmak gibi olabiliyor. Cinayetin her ayrıntısının kamuoyuna aktarılışı, potansiyellere, aynı suçu işlediğinde delilleri nasıl yok edileceğini işaret edebilir. Dolayısıyla medya bu haberleri kamuoyuna sunarken bu riski de gözeterek, aslında haber dilini, haberin detaylarını çok da paylaşmadan vermelidir. Yöntem öğretmemek gereklidir.”
“DEVLET KUSURSUZ SORUMLUDUR”
Narin’in 19 gün boyunca 20 haneli bir köyde yoğun arama çalışmalarına rağmen bulunamaması ‘ihmal’ tartışmalarını gündeme getirdi. Antakyalıoğlu bu konuya ilişkin “Resmî açıklamalara göre bir ihmal gözükmüyor ama tahminen bir eksiklik var. O köyün santim santim taranmış olması gerekiyor. İHA’larla tarandı deniliyor. Somut olarak ‘şu ihmal vardır’ diyemiyoruz ama onca gün Narin’in bulunmaması bir ihmaldir. Devlet kusursuz sorumludur. Kusurlu olmadığında da sorumludur.” yorumu yapıyor.
Devletin Narin’i hemen bulması gerektiğini, mazaret sunamayacağını ileri süren ÇAÇAV direktörü, “24 saat jandarma derede ya da benzer noktalarda nöbet tutsaydı Narin’in cansız bedeni bir yerden, başka bir yere taşınamazdı. Küçük yer olduğu için ana yollara, yan tali yollara, her yere bir nöbetçi dikilebilirdi. İHA’lar ile köy havadan 24 saat izlenebilirdi” diyor.
UÇAN SÜPÜRGE: SORUN YASALARDA DEĞİL UYGULAMADA
Fikir Gazetesi’nin görüşlerine başvurduğu bir başka uzman isim ise Uçan Süpürge Vakfı Başkan Yardımcısı, Türkiye Barolar Birliği Şiddetle Mücadele Kurulu Yürütme Kurulu Üyesi Avukat Aslı Koçak Arıhan. Arıhan aynı zamanda Ankara Barosu Gelincik Merkezi’nin önceki başkanı.
“Toplumsal dejenerasyon adaletin tecelli etmesi noktasında büyük bir sorun. Toplumda bir tarafta, ‘Ne yaparsam yapayım yanıma kar kalır’ rahatlığı var. Bu özellikle kötülük yapan, ciddi olarak suça meyilli faillerle ilgili bir durum. Diğer tarafta, daha acısı, ‘Benim başıma bir şey gelirse bir şekilde adli mekanizmalara başvursam bile bununla ilgili ben bir sonuç alamayacağım’ tavrı var. Her ikisi de birbirinden daha tehlikeli yaklaşımlar. Çünkü adli mekanizmaya başvurulmadığı sürece gerçekten cezasızlıklar artıyor, delil karartmalar oluyor.”
Toplumda çocuk istismarı ve katliamları noktasında gözle görülür bir tepkiselliğin oluştuğunu ancak birkaç STK dışında sürdürülebilir bir noktaya ulaşmadığının altını çizen Koçak Arıhan, “Sivil toplum yaşanan olaya karşı kamuoyunu harekete geçirme noktasında çok etkili, onu da etki ajanlığı meselesi ile sonlandırmaya çalışıyorlar. Toplumda bir sürü olay olabilir, birçok şey yaşanabilir. Ama bizim en kötü suç işlense bile bunu gerçekleştirenlerin ceza almayacağını düşünmemiz ve bunun meşrulaşması kabul edilemez. Bir diğer yandan suçlular ceza aldığında da haberimiz olmuyor. Velhasıl böyle bir akarsuyun, bir karanlığın içinde kaybolmuş gibiyiz.” diyor, hukuka sığınmaktan başka bir seçeneğin olmadığını vurguluyor; mücadelenin klavyelerlere sınırlı kalmaması gerektiğini söylüyor:
“Narin dosyasının takipçisi olmak zorundayız. Kadın örgütleri olacaktır zaten. Ama bu yetmez, o duruşmalarda da varlık göstermek önemli. İnsanlar sadece klavyeden yani sosyal medyadan değil somut olarak tepkilerini göstermeliler. Duruşma salonlarındaki tepkili yurttaşlar varlıkları ile ciddi fark yaratabiliyor. Bu yönde bir toplumsal bir görünürlüğümüzün olması lazım. Bu davaları takip etmek, davalara sahip çıkmak, birileri gider fikrinden vazgeçip artık o birinin biz olduğumuzu da kavramamız gerekiyor. O biri artık biziz.”
TÜRKİYE PSİKİYATRİ DERNEĞİ NE DİYOR?
Türkiye Psikiyatri Derneği, Narin Güran’ın öldürülmesi sonrası yaptığı basın açıklamasında “Bir çocuğun ölümü, çocukların güvende olmaması ve geleceklerinin göz göre göre yok olması, hepimizin faili ve sorumlusu olduğu bir suçtur” ifadelerine yer verdi. Derneğin başkanı Prof. Dr. Ejder Akgün Yıldırım, Fikir Gazetesi’nin “Çocuk istismarı ve yaşam haklarının ellerinden alınması toplum psikolojisini nasıl etkiler?” sorusuna şu yanıtı veriyor:
“BU ÜLKEDE ÇOCUKLARIN NELER YAŞADIĞININ TANIĞIYIZ”
Profesör Yıldırım, Türkiye’de ruh sağlığı üzerine çalışanların çocukların neler yaşadığının tanığı olduğunu belirtiyor, suç işleyenlerin ödüllendirildiğini söylüyor:
“Çocukların korunamadığı, istismar edildiği, katledildiği yerde; iş yerlerinde çocuk işçilerin emeklerinin ve düşlerinin sömürüldüğü, öldüğü ya da sakat kaldığı yerde; sokak ortasında kadınların şiddetle katledildiği ve yaşam haklarının elinden alındığı yerde adalet için, kötülüğe karşı çıkmak için, çocuklarımızın güvenli geleceği için, ruhsal ve bedensel sağlığımız ve tüm canlıların yaşam hakkı için bu karanlığa karşı mücadele etmek hepimizim görevidir. Sorumlular yargılanana ve ceza alana, her çocuk güvende olana kadar mücadeleye ve söz söylemeye devam edeceğiz.”
Alıntı: fikirgazetesi.org