Güneş iyice yükselmiş, orman hayvanları varlıklarını hissettirmeye başlamışlardı. Uzaklardan bir yerlerden kurt ulumaları, doğaya terk edilmiş zengin köpeklerinin canhıraş havlamaları, inşaat vinçlerinin homurtulu motor sesleri duyuluyordu. Yatay inşaat yaparak yayılma azgınlığı ormanın içine ediyordu. Fahriye’nin çocukluğundaki orman değildi artık buralar. Ceviz ağacını eliyle koymuş gibi buldu. Ağacın gövdesinde elektronik bir kutu gördü. Kutunun üzerinde,
“DETAYLI ORMAN SAKİNLERİ KILAVUZU!
ARADIĞINIZ KİŞİNİN ADI VE SOYADININ İLK ÜÇ HARFİNİ YAZIN ADRESİNİ VE ŞECERESİNİ ALIN! DİKKAT! 5 TL İLE ÇALIŞIR ” yazıyordu.
Kutunun altında da mavi harflerle yazılı kocaman
“ İSTANBUL KÜLTÜR İŞLERİ MÜDÜRLÜĞÜ”
ibaresi vardı. Kapitalizmin geldiği noktaya bir kere daha şahit oluyordu. Kutuyu rencide etmek için deliğe 5 TL attı. Kutunun derinliklerinden gelen kalın bir ses kulaklarını tırmaladı:
“Bismillahirrahmanirrahim, buyurun kime bakmıştınız Allahın izniyle?”
Fahriye şaşkınlıkla,
“ Ehm, ben pammık kızı, yani pamuk kız ve cüce amcanın adresini soracaktım kutu İmam Bey?”
Elektronik kutudan bir süre ses gelmedi. Tam Fahriye giden 5TL ye ağlamaya başlıyordu ki kutu cızırdayarak,
“ Aradığınız kişiler Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler’dir. Onlara bu isim Orman Muhafızı Kadir Abi tarafından verilmiştir. Yaşadıkları evin ilk sahibi Somurtuk lakabıyla anılan Okan Büzülgen’dir. Daha sonra evde yaşamaya başlayan diğer altı cüceye son olarak Pamuk Hanım eklenmiştir. Orman misafirlerimizin en sık ziyaret ettiği evlerden biridir. Adresi veriyorum: Gürleyen şelaleyi gösteren okları takip edin. ‘Şelaleye elli metre kaldı’ yazısını görünce fazla gittiğini anlayacaksınız, geri dönün. Ahaha! Şaka, şaka… O tabeladan sola dönün, iki yüz metre sonra sağdaki tepenin üzerinde evi göreceksiniz. Kapıyı üç kere çalmazsanız açmazlar. Allahın hikmeti işte, sincaplar bu mevsimde çok şakacı olurlar. O yüzden sincaplar kapıya ceviz attı sanıp açmıyorlar hemen. Kadir Başkan hayırlı günler diler.”
Kutu suskunluğa gömülünce Fahriye, yaşlı cadının konuşan ceviz ağacı hakkında doğru söylediğini anlayıp utandı.
******
Elma yerken nasıl aniden bayılabilinirdi ki? Yaşlı cüce ne demişti?
”Yahu merak etmeyin diyorum! O elma yiyince hep böyle bayılıyor. Telaşlanacak bir şey yok.”
Yaşlı cadı mı, yaşlı cüce mi doğru söylüyordu? Fahriye de sanki başka derdi kalmamış gibi Pammık kızın- Pamuk Kız- ayılıp bayılmalarını kendine dert edinmişti. Antidepresanlarını içmediğinde takıntılı oluyordu. Elektronik rehberin tarifi doğru çıkmıştı. Az ilerideki tepeciğin üzerine kurulu şirin mi şirin, rengârenk boyalı, iki katlı ahşap evi görür görmez Pamuk Kız ile Yedi Cüceler’in evinin burası olduğunu anladı. Yol boyunca ‘acaba o ev ancak cücelerin kalabileceği kadar küçük bir ev midir?’ diye düşünüp durmuştu. Hiç de öyle değildi. Bildiğin iki katlı, ahşap, çelik konstrüksiyonla desteklenmiş bir malikâneydi burası. Kapı girişinde iki cüce sohbet ediyordu. Onlara yaklaşıp, pek de nasıl hitap edeceğini bilemeyerek,
“Merhaba ağalar! ”diyecek oldu.
Cüceler, kırmızı başlıklı kızın kime seslendiğine emin olamayınca sağa sola bakınıp ağa kalıplı birini aradılar. Kimseyi göremeyince kızın kendilerine seslendiğine karar verip bir ağızdan yanıtladılar:
“Sağ ol bacım, kime bakmıştın?”
“Şey, Pammık kıza, yani Pamuk kıza baktım ben. Demin ormanda düşüp bayılmış dediler. Hem bir geçmiş olsun diyeyim, hem de bu vesileyle tanışayım istedim.”
Fahriye’nin bohçasından gelen kesif kapuska kokusundan işkillenmişlerdi. Daha tipsiz olanı meraklı bir şeye benziyordu. Daha neşeli görünen cücenin kulağına eğilerek ,
“Hacı, bu kız bizim Pamuk Prenses’i zehirleyecek olmasın sakın? Cadı beceremeyince şimdi de asistanını mı yolladı yoksa?”diye fısıldadı.
Öteki,
“Dur hele emmioğlu hemen dellenme, bir iyice dinleyek ne diyeceenüü! Onda bir akıl varsa bizde yedi akıl var emmoğluuu!”
Neşeli cüce 10 yıl önce Kırşehir köylüklerinden İstanbul’a çalışmak için göçen fakir bir ailenin en kısa boylu çocuğuydu. Şivesini bir türlü düzeltememişti. Sinsi gibi sırıtarak, “Geç buyur hele Gırmızı başluklu gız, gonuumuz ol. Soğuk ayranımızı içmeden gatiyyen yollamayız. Karnın aç mı, dürüm gatıvereem mi sağa?”
Fahriye telaşlandı:
“Yok, yok dürüm mürüm istemez. Pamuk hanım evde yoksa ben gideyim.”
Birden arkadan yaklaşan birinin gür sesi işitildi:
“Pamuk Prenses’imizi kim soruyor? Yabancılarla ayaküstü konuşmayacaksınız demedim mi ben size deyyuslar? ”
Ortama yeni giren cüce ağzı bozuk birine benziyordu. Öfkeli bir tipi vardı. Yaşlı teyzenin yolda karşılaştığı o cüce, bu cüce olmalıydı. Fahriye,
“Demin yolda yaşlı bir teyzeyle karşılaştım…”
Bir solukta anlattı.
“Bir elma yemekle insan nasıl bayılır kalır anlamadım doğrusu! İşin aslını öğrenmek ve genç bir kızla tanışıp arkadaş olmak için geldim buralara kadar sayın baylar! “
Özellikle kibar konuşmaya gayret ediyordu. Cüce de olsalar adamların tipi kayıktı. Öfkeli cüce hala öfkeli bakıyordu. Adam tam bir şeyler söylemek için ağzını açmıştı ki evin ikinci katındaki pencere açıldı. Gözlüklü ve şişman bir cüce Fahriye’ye seslendi:
“Kızım sen bakma onların boş lakırdılarına. Gelin de, içeride konuşalım lütfen. Pamuk Prenses odasında uyuyor. Bu cahiller bilmez elmanın neden insan evladını bayılttığını. Şimdi güzel kızım, endamlı kızım, taş gibiymişsin doğrusu.“
Yaşlı cüce duygularına hâkim olamayıp abuk sabuk konuşan biriydi. Ötekilerin ters ters baktığını görünce kendine çeki düzen vererek,
“Ha, ne diyorduk? Şimdi bu elmayı sindirmek için pankreas tarafından mideye aspartat dehidrogenaz enzimi salgılanır. Bu enzimi taşımayan bireylerde elma kabuğundan açığa çıkan aspartik asit hızla dolaşıma karışarak beyin sapında felce yol açar. Sonuç böyle ani bayılmalardır. Pamuk Prenses çok pisboğazdır. Kırk kere anlattık, yine dinlemiyor. Bu zerzevatçı cadı kadın yüzünden hep böyle ayılıp bayılıyor. Gırtlağına hâkim olamıyor efendim, olamıyor. Taş gibisin fakat!“ Bilgin cüce aynı zamanda da fazla boşboğazdı anlaşılan.
-SÜRECEK-