Tek başına bir orman kurmak: Mardin’de 11 bin ağaç diken ‘Şeyhmus Amca’nın hikayesi

Mardin deyince gözümüzde Mezopotamya ovası manzarasına bakan eski taş evler ve dar sokaklar canlanır. Buğday sarısı renginin hakim olduğu bu tarihi şehirde ormanlık ve yeşillik alan ise oldukça az. Şehrin yamacına kurulduğu yüksek tepenin bazı bölümlerinde karşımıza çıkan çam kümeleri ise Mardin’in yeşillik ihtiyacını karşılamaktan uzak.

Diş hastanesi ve Artuklu Üniversitesi Yabancı Diller Fakültesi’nin arkasında, eskiden şehrin çöplerinin dökülmüş olduğu 48 dönümlük alan 71 yaşındaki Şeyhmus Erginoğlu’nun 26 yıllık emeğinin sonucunda küçük bir ormana dönüştü.

Tek başına yarattığı bu küçük orman, şu an kuşların yuvalandığı, insanların yaz aylarında gölgesinde serinlediği bir nefes alanına dönüşmüş durumda. Bu alandaki 11 bin ağacın tamamını Erginoğlu kendi elleriyle dikti.

Bölgede ‘Şeyhmus Amca’ olarak anılan Erginoğlu’nu, kendi dünyasında yani ormanında ziyaret ediyoruz. Telefon kullanmayan Erginoğlu’nu 48 dönümlük arazide bulmak kolay değil. Yüksek sesle bağırıyor, sesleniyoruz ama nafile.

Hastane bahçesindeki çaycı, “Karşıdaki büfeye gidin, nerede olursa olsun, bir şeyler yemek ve namaz kılmak için öğlen saatlerinde genelde oraya gider” diyor.

Büfe sahibi “Şeyhmus Amca, iki günde 300 fidan dikti, yorulmuştur, bugün daha gelmedi” diyerek bize adresini veriyor.

Şehre nefes veren Şeyhmus Amca’yı tanımayan yok gibi, adresten emin olmak için Şehidiye Cami Minaresinin yükseldiği aile çay bahçesindeki bir kişiye daha soruyoruz.

“Az önce buradaydı, evine gitti” diyerek yolu tarif ediyor: “Karşıdaki dar sokaktan beş yüz metre yürüyün, bahçesinde ağaçlar olan evin onun.”

Yapay çiçeklerle renklendirilmiş ‘abbara’ olarak bilinen üstü kapalı taş sokaklardan ilerliyoruz, adres tarifiyle evi bulmak zor olmuyor, mavi kapısının önüne yeni diktiği defne ağacı ve bahçesinin köşesinde yükselen çam ağacı, terasından dökülen asma dalları bizi yanıltmıyor.

Şeyhmus Amca bizi güler yüzle karşılıyor, içeriye buyur ediyor. Küçük girişteki iki büyük saksıda boy veren limon ağaçları ise meyve dolu. “Bu yıl iyi meyve tuttu, çoğunu komşulara verdim” diyor.

Limon ağaçlarının önünde durduğu camekanlı kapı ise bir terasa açılıyor. Manzaralı terasındaki defne ağacı, siyah ve beyaz üzüm veren asma çardağını ve süs narını da gösteriyor.

“İki gün bahçede çok yoruldum, öğleden sonra gitmeyi planlıyordum” diyerek oturma odasına geçiyoruz.

Yıllar öncesinden asıldığı belli olan seccadelerin süslediği duvarları, kubbeli tavanıyla tipik bir Mardin taş örneği olan evinde Şeyhmus Amca tek başına yaşıyor. Büyük dedesi, Batman’ın Sason ilçesine bağlı Bekirhan Köyü’nden göç etmiş.

“Hayatımın büyük bir bölümü bu evde geçti, anne ve babamla beraber yaşıyorduk. Sekiz erkek dokuz kardeştik, herkes kendi hayatını kurdu, anne ve babamın vefatından sonra sadece ben kaldım” diyor.

 

Şeyhmus Amca, 1970 – 1995 yılları arasında kamyon şoförlüğü yapmış.

“Kuveyt, Bahreyn, Arabistan, İran, Irak ve Suriye’ye, Türkiye’deki tüm şehirlere yük taşıdım. Tabii eskiden taşıdığın yükün hamallığını da yapardık, kolay değildi. 25 yıldan sonra 1995’te bu işi bıraktım” diye anlatıyor.

Hiç evlenmemiş Şeyhmus Amca, “Kısmet olmadı galiba, çocuğum da yok” diyor.

“Belki de böylesi daha hayırlı oldu, evlenmiş olsaydım, ağaçlara zaman ayırmayabilirdim, hem hangi kadın, kocasının zamanı ağaçlarla geçirmesine izin verir ki” diyerek gülüyor.

Camiden sala sesleri yükseliyor, “Bugün üçüncü sala. Koronadan çok kişi öldü, bu yüzden ben de dışarıya çıkmamaya özen gösteriyorum” diyor.

Asıl kaygısı ise kendisi değil, çocukları gibi gördüğü ağaçları ve ailesi gibi sevdiği küçük ormanı.

“Ölüm Allah’ın emri, öyle ya da böyle öleceğiz, hayrımızla, şerrimizle Allah’ın huzuruna çıkacağız, benim korkum ölümden değil, ben ölürsem bu ağaçlara kim bakacak?”

Ormanlık alana gitmek üzere evden çıkıyoruz ve yol boyunca bize geçtiğimiz güzergahlarda emeğiyle boy vermiş ağaçları işaret ederek başlıyor anlatmaya:

“Yeniyol’da, Nusyabin Yolu’nda, Kasımiye Medresesi’nde, mezarlıklarda binlerce ağaç diktim…”

Eski PTT binası karşısındaki Şehidiye Camii ile tarihi Latifiye Camii çeşmeleri dahil, Mardin’de 50’yi aşkın çeşme için tünel kazmış. Çeşme açma işini de köyde babasından öğrenmiş. 500 metre uzunluğundaki kanalı da üç yıl önce açmış.

“Şehidiye Camii’nin 60 yıl önce cami çeşmesi kurudu, suyu kesildi, üç yıl boyunca 500 metre uzunluğunda dar bir tünel kazdım ve kaynağa ulaştım, 60 yıldan sonra çeşme kaynağından akmaya başladı. Riskli bir iş, daracık kanalda suyu bulmaya çalışmak zor, bir keresinde tünelin bir bölümü çöktü, az kalsın ölüyordum, ama bu işi de herkes yapamıyor, insanlar dua ediyor bu bana yeter.”

 

Diş Hastanesi’ne geldikten sonra küçük ormanına doğru yokuş aşağıya iniyoruz. Dönemin orman müdürünün desteğiyle bu alanı ağaçlandırdığını söyleyen Şeyhmus Amca, ağaçların sulanması için gerekli suyu, belediyenin getirip bahçenin yüksek bir noktasına koyduğu su tankeri sağladığını söylüyor.

Yamaçtan aşağıya inmek kolay değil. Önde Şeyhmus Amca, arkada biz hızına yetişmeye çalışmak kolay olmuyor. Yaşına rağmen eğimli arazide hiç zorlanmadan elinde çapasıyla yürüyerek anlatmaya devam ediyor.

“Özellikle fidanları beş yıl boyunca sulamak lazım, yoksa kurur” diyerek gündüz gözüyle yürümekte zorlandığımız araziye o her gece saat 1-2 gibi gelip ağaçları suladığını anlatıyor.

“Her adımını ezberledim artık, hangi ağaç nerede biliyorum” diyor ve karşı yamacı göstererek içinde yürüdüğümüz ormanlık alanın da daha önce çöple dolu olduğunu, burayı ağaçlandırmanın hiç kolay olmadığını anlatıyor.

 

“Kamyonlarca naylon, plastik ve moloz çıkardım bu alandan. Kolay olmadı ama sabırla her şey mümkün oluyor…”

Gözlerinde gurur ifadesiyle ağaçları gösteriyor bize. Yerde gördüğü her filize mutlu oluyor ve bu duygusunu “Bunları ben ekmedim, kozalaklardan dökülen tohumlarla yeşermişler. Boşuna dememişler bir ağaç bir orman demek diye” sözleriyle dile getiriyor.

Küçük ormanını dolaşmaya çıktığımızda, karşı yamaçta otların yakıldığını görünce Şeyhmus Amca, bir süre önce 200 çam ağacının da otlarla beraber yandığını anlatıyor.

“Her gün buraya gelerek yabani otları temizliyorum, giden gelen çok oluyor, otları temizlemesem yangın riski çok yüksek, bu yüzden her gün elimde çapa ile ot temizliyorum, çamları buduyorum, altta kalan dalları kesiyorum, otlar çıkmasın diye ilaçlıyorum yerleri. Burada hayvan yetiştiren bazı komşular var. ‘Ağaçların hayvanlarımızın otlandığı alanı sınırladı’ diyerek zaman zaman tepki gösterenler de oluyor.”

Çam fidelerini Orman Müdürlüğü’nden ücretsiz alıyor ama kayısı, yeni dünya, elma, limon, dut, ceviz, madem, nar, incir, zeytin gibi bahçede bulunan yüzlerce meyve ağacının fidanlarını parasıyla satın almış:

“20 bin liraya yakın meyve fidanı aldım, bahçede üç yüz kayısı, iki yüz zeytin ve yüze yakın ceviz ağacı var, onlarca incir ağacı ve elma ağacı var. İnsanlar buraya meyve toplama geliyorlar, burası benim değil, burası herkesin, ağaçlara zarar vermemek koşuluyla kim isterse gelip alabiliyor.”

 

Onlarca dönümlük alanın sulanması için gerekli plastik boruların maliyetini ve ağaçların kurtlanmasını engellemek için gerekli ilaçların maliyetini de kendisi üstlenmiş.

Küçük ormanına her gün geldiğini söyleyen Şeyhmus Amca, yağmur ve çamur olduğu günler gelmediğini böylesi günlerde çok sıkıldığını söylüyor.

“Her gece saat 1-2 gibi geliyorum, ağaçları suluyorum, gelmediğim günler acaba keçiler ya da çocuklar bahçeye girip ağaçlara zarar verdi mi diye endişeleniyorum ama kimsenin bilerek ağaçlara zarar vermeyeceğini biliyorum, insanlar beni tanıyor, emeğime saygı duyup beni seviyorlar, ben de buna karşılık buraya geldiklerinde onlara engel olmuyorum, istedikleri meyveleri alıp götürebiliyorlar.”

Biraz sonra köydeki bahçesine meyve ağacı dikmek istediğini söyleyen Vahit adındaki bir adam bahçeye geliyor ve birkaç kayısı ve yeni dünya fidesi alıyor.

“Şeyhmus Amca’nın emeği çok büyük, bu alan onun emeğiyle bu hale geldi, onu çok seviyoruz” diyor.

“İnsanların buraya gelip, Allah razı olsun demesi de beni çok mutlu ediyor, bu bana yetiyor. Ağaçlar insanlara nefes, oksijen oluyor. Burası benim değil, hepimizin” diyerek duyduğu güzel sözlerin onu ne kadar mutlu ettiğini görüyoruz.

Alandaki binlerce ağacı tek tek kontrol ettiğini ve hangi ağaçta ne sorun var, bildiğini anlatıyor. Kurumuş bir ceviz ağacını da üzülerek gösteriyor. Kendince geliştirdiği bir yöntem bu ağacı kurtaramasa da diğerlerinde faydalı olmuş.

“Ağaçlar da tıpkı çocuk gibidir, onlar da binbir emekle büyür, çocuklar her yaşta özene muhtaç ya, ağaçlar da öyle. Gözünüz hep üzerlerinde olmalı…”

 

Alıntı: https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-55679943