Bursa Zübeyde hanım Doğumevi, 2008, Temmuz, çok sıcak, çookkk….
” Selami buradayım, buradayım. Huhuu Selamiii, Selamiii! Ay, duymuyor sağır cep herkülüm benim.”
Nezaket on dört kişilik koğuşun en dibindeki yatakta avazı çıktığı kadar bağırdığı halde, kapıdan adım atar atmaz karşılaştığı manzara karşısında şoka giren kocasıyla iletişim kuramıyordu. Ziyaret saatinin gelmesiyle birlikte koğuşa akın eden hasta yakınları ve refakatçilerin dolmasıyla ortalık mahşer yerine dönmüştü.
“Kız Maviş , koş git enişteni getir buraya. Kalabalıkta ezilir benim küçük prensim. Baksana şuna, biraz daha debelenirse o kalabalığın içinde bayılır kalır çelimsiz tarzanım. Koş kız, koş da kapıp getir şunu.”
Selami küçük baldızı Maviş’i karşısında görünce sevinçten çılgına dönmüştü. Birlikte koğuşun dibine doğru maceralı bir yolculuğa koyuldular.Maviş dün geceden beri, insan duvarı içinden gedik açıp ilerlemekte deneyim kazanmıştı. “Maviş standartları”na göre kısa sayılabilecek bir sürede yatağa ulaştılar.
Selami zafer sarhoşluğuyla sırıtarak, ” Ohh bee. Sırtım tere batıp çıktı valla. Senin yatak da neredeyse bizim köyden uzakmış hanım ehehe. Hadi geçmiş olsun. Nerede yatıyor benim güzel maralım?” Nezaket suratını ekşiterek, “senin maral aslana dönüştü Selamim kaplanım. Dokuz ay boyunca “maralım, maralım” diye boşuna sevip durmuşsun bebeğimizi. Öyle tatlı ki oğlumuz , maşallah aynı sen.”
Selami titreyerek kendine geldi.
” Nasıl ben yahu? na, na, nasıl ben? Doktor kendi demedi mi ‘yahu bunun pipisi falan görünmüyor, demek ki kız olacak, tütütü maşallah’ diye, yalan mıydı bunlar doktor, yalan mıydı?”
” Sakin ol yiğidim, doktor seni duyamaz. En azından buradan höykürürken duyamaz. Aynı sana benzemiş diye boşuna demiyorum sana. Pipisini görmek için doktorun iki gözü yetmemiş demek ki yiğidim civanım. Ahaha, tıpatıp sen demek ki, aynı sen ehehehii.”
Küçük Maviş de ablasının kahkahalarına katılınca Selami bozulduğunu belli etmeden konuşmaya devam etti,
“Eee, ne zaman çıkaracaklarmış hastaneden, ona göre hazırlık yapayım bari.”
Nezaket pişkin pişkin, ” valla sen ne zaman istersen çıkarız Selami’m. Hemşireler, doktorlar falan bir an evvel çıkıp gidelim diye gözümün içine bakıyorlar sabahtan beri. Hani yanılıp yakılıp da koridorda gezmeye çıkayım desem, döndüğümde yatağı dolmuş bulurum, o derece. Şu karşı yataktaki ufacık tefecik kız var ya, akşam geldiği o yatakta, sabah kalktığında ayak ucunda birisi, sağ yanında da bir başkası olmak üzere iki tombul kadınla uyandı. Kızcağız ufak tefek diye yatağın boş kalan yerlerine lohusa istiflemişler meğer. Allah’tan kalıplı kadınım da bana fazla bulaşamadılar. Maviş de ufak tefek diye onu da koltuğumun altına alıverdim. ”
Selami, köy ağası taklidi yapmaya çalışarak kestirip attı.
“Peki, peki anladım. Ver bakalım şu cihan padişahı oğlanı kucağıma.”
Nezaket yine sırıttı. “Cihan padişahı derken, 2100 gramlık yavrumuzdan bahsettiğini unutma Selami’ciğim. Minikliğiyle çoktan koğuşun maskotu olan yavrumuzu fazla büyütme gözünde. Bizimkini bir lokmada yutacak 5000 gramlık uzay gorilleri var aramızda unutma. ”
“Olsun olsun. Benim oğlum iki yıl sonra hepsini top yapar da avuta bile atar alimallah. Hoop, gel bakalım babayaa. Aman da aman, aman da aman”
Selami bebek tutmadaki beceriksizliğini bütün çıplaklığıyla sergilemeye başladı.Elleri arasına aldığı minik paketi havaya atıp tutmaya başladı. Beş altı kere havaya atıp tuttuktan sonra bebeği havada asılı tutup göz teması kuracak şekilde yüzüne yaklaştırınca, az evvel anasını doya doya emen bebeğimiz bütün mide içeriğini babasının suratına püskürtüverdi. Ne olduğunu anlamadan suratındaki ekşi süt kokusuyla baş başa kalan Selami, bebeği can havliyle anasının kucağına attı.
“Oğlan sana benzemiş hanım. Baksana daha şimdiden ağzıma etmeye başladı. Hadi toparlanın da daha sakin bir yere, mesela evimize doğru yola çıkalım. Anamgil bizi bekliyor hasret ve merakla.”
Nezaket ‘anamgil’ sözcüğünü duyar duymaz cin çarpmışa döndü.
“Bak, daha doğum yapalı altı saat oldu çakma Selocan. Böyle hassas dönemlerde bana hoş şeyler söylemelisin Selami. Gönlümü alıcı, ferahlatıcı, ne bileyim sıcak kumlardan serin sulara atlıyormuşum gibi hissettirecek sihirli cümleler kurmalısın yiğidim. Ama sen ne yapıyorsun? Beni büsbütün cehennem ateşlerine atılmış gibi hissettirecek yakıcı kelimeler buluyorsun. Hadi şimdi baştan kur cümleyi. Bana ‘ anangil ‘ de yiğidim,’ anangile götüreyim seni ‘ de. Hadi dene lütfen, becereceksin biliyorum, bizim için dene, yap bunu Selamii…”
Maviş yan yatağa ziyarete gelenlerin yanındaki kızıl saçlı tıfıl oğlanla kesişmeye başlayalı beri, buradaki varlık nedenini çoktan unutmuştu.Ablasının sümsüğünü sırtında hissedince gerçek dünyaya dönüverdi.Hep birlikte toparlanarak, belediye otobüsüne yetişmek için aceleyle doğumevinin yorgun merdivenlerine yöneldiler. Koğuştaki cehennem sıcağı ve kükürt kokusu iyice yoğunlaşmıştı.