Chernobyl dizisi ile tüm dünya tekrar bu büyük nükleer felaketi hatırladı. 26 Nisan 1986’da Nükleer Santralinin 4 numaralı ünitesinde gerçekleşen ve insan eli ile oluşmuş en büyük felaket olarak nitelendirilen patlama bir film şirketi tarafından televizyonlar için beş bölümlük mini dizi olarak öyküleştirildi.
Aslında insanlığın nükleer teknoloji ile ilk tanışması çok yıllar önce II. Dünya Savaşında oldu. ABD savaşı bitiren iki nükleer bombayı Japonya’nın iki kentine bıraktı. Hiroşima ve Nagazaki’de patlayan atom bombaları bu kentlerde 150 bine yakın insanın ölmesine, binlercesinin sakat kalmasına ve yarattığı radyoaktif kirlilik nedeni ile de uzun yıllar sakat doğumlara neden oldu. Bu bombalarla açılan ‘nükleer çağ’ silahlanma çılgınlığının yanı sıra enerji alnına da yansıdı. Ucuz, zahmetsiz, fosil yakıtlara bağımlı olmadan ve tehlikesiz elektrik üretme iddiası ile 1950’lilerden sonra önce deneysel; daha sonra ise ticari amaçlı ‘nükleer santraller’ kurulmaya başlandı. 1955’de ilk nükleer santral ABD’de yapıldı ve bu ülkede bir kasabaya ilk kez bir nükleer santralde üretilmiş elektrik verildi. 1956’da İngiltere ve Sovyetler Birliği ’de ilk nükleer santrallerini kurdu. Bugünkü anlamda ilk sivil ticari nükleer reaktör ise 1957’de ABD’de devreye girdi. Bu yıldan sonra başta ABD, Sovyetler Birliği, İngiltere ve Fransa’da olmak üzere elektrik üretimi amaçlı ticari nükleer santrallerin sayısı hızla arttı. 1954’den bu yana 623 nükleer santralin devreye alındığı biliniyor. Günümüzde 31 ülkede bunların 460’a yakınının çalıştığı tahmin ediliyor. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansının (IAEA) verdiği bilgilere göre ise 18 ülkede halen 59 nükleer santral inşa ediliyor. Çin 18 nükleer santral inşası ile listenin başında. Yine IAEA’nın rakamlarına göre işletmedeki nükleer santrallerin 99 tanesi ABD’de… Bu ülkeyi 58 nükleer santral ile Fransa, 42 nükleer santral ile Japonya izliyor. Çin’de 39, Rusya’da 37 ve Güney Kore’de 24 nükleer santral bulunuyor. Halen dünya elektrik üretiminde kaynak payları yıldan yıla değişkenlik göstermekle beraber %8-10’nu nükleer santrallerden sağlanıyor.
İlk kaza ise İngiltere’de 1957’de yaşandı. İngiltere; Windscale kazası nükleer silah üretimi için kurulan tesisteki bir numaralı reaktörde çıkan yangın sonucu, reaktörün kalbindeki 11 ton civarındaki yakıt çubuğu yandı. Yine Çernobil kazasından önce ortaya çıkan nükleer reaktör kazalarının başında ABD’de de kısmi çekirdek erimesi yaşanan SRE (Los Angeles), Enrico Fermi-1 ve Üç Mil Adası kazaları geliyor. Özellikle 1978’de yaşanan Üç Mil Adası kazası, büyük bir ticari nükleer reaktörde meydana gelen ilk ve o döneme kadarki en ciddi kazaydı. Bu kaza gelecekte yaşanabilecekler için bir uyarıydı ama bu uyarı görmezlikten gelindi. Sızıntının boyutları ve etkileri bugün hâlâ tartışılıyor. Üç Mil Adası kazası gelecekte olacaklar için bir haberci olmasına karşın; kısa sürede kamuoyuna unutturuldu. Hatta reaktörün kullanılmasına devam edilmeye çalışıldı; buna karşın üç ay çalıştıktan sonra kullanılamaz hale geldi. Beş bölümlük mini bir televizyon dizisi haline getirilen 1986’daki Çernobil Nükleer Santralinin dördüncü ünitesindeki patlamanın gerçek nedenini ve sonuçlarını diğer nükleer kazalara benzer şekilde günümüzde de tüm boyutlarıyla bilmiyoruz. Bilinen en yaygın inanışa göre iki mühendisin bir ‘deneyi’ sonucu olduğu söylenen kaza resmi rakamlara göre ilk anda 29’u itfaiyeci, ikisi mühendis olmak üzere toplam 31 kişinin ölümüne neden olmuş. Ancak ölümlerin bunlarla sınırlı olmadığı biliniyor. Patlama sonucu oluşan radyoaktif kirlilikten geniş bir coğrafyada çok sayıda ülkenin etkilenmesi felaketin boyutlarını büyüttü. Kaza sonrası resmi rakamlara göre Belarus’un tarım alanlarının % 22’si, orman alanlarının ise % 21’i kullanamaz hale geldi. Rusya’da 17 milyon km²’lik bir alan radyoaktif kirliliğe maruz kaldı. Ukrayna’da ise kirlenen alan ise 53 bin 500 km² ve 45 bini santralın yakınındaki Pripyat kendinden olmak üzere yaklaşık 400 bin kişi bölgeden tahliye edildi. Ölüm sayıları konusunda ise hala bir netlik yok. 2005 yılında Birleşmiş Milletlere bağlı bazı örgütler 4000 civarında kişinin yaşamını kaybedeceğini iddia etmiştir. Ancak bu etkilenimin 8 milyon kişiye kadar ulaşacağını iddia eden güncel raporlar da vardır. Günümüzde de bu tartışmalar devam etmektedir. Kaza ile ilgili hala bilimsel araştırmalar ve sonuçları hakkında karartmalar sürerken diğer taraftan bölge ‘kontrollü turizme (!)’ bile açılmıştır. Çernobil kazasından tam 25 yıl sonra meydana gelen Fukuşima Nükleer Felaketinin insan sağlığı ve çevre üzerindeki etkilerini de bugün tam olarak bilmiyoruz. Yapılan sınırlı yayınlar Fukuşima’dan tahliye edilen insanların yıllık radyasyon sınır dozu olması gerekenin 20 kat üstünde olan yerlerde sürekli yaşamaya teşvik edildiğini; evlerine dönmeleri için propaganda yapıldığını gösteriyor.
Tüm dünya televizyonlarında geniş bir ilgi uyandıran Chernobyl dizisine geri dönecek olursak; insanın aklına ister istemez bir soru takılıyor; ‘neden şimdi?’… Hem de kazadan tam 33 yıl sonra… Bu büyük felaketi yaşayan birçok kişinin yaşananlarla dizide gösterilenler arasındaki farklar ile ilgili dünyanın saygın yayın organlarından BBC’de yayınlanan itirazları da dizinin amacını göstermesi açısından ilginçti… Aslında diziyi önce izlememiştim; ama sonra bu ‘mini’ diziyi dostlarımın ısrarı ile izledim; hem de iki defa… Baştan söyleyeyim; dizideki sahneler daha önce bu kaza ile ilgili yazılan hemen hemen herşeyi okuduğum; her gerçek görüntüyü de izlediğim için beni pek etkilemedi. Ama dizinin bir başka yönünü fark ettim; izlerken… Aslında bence en tehlikeli mesajı izleyenlerin bilinçaltına veriliyordu; neredeyse tüm kaza ve krizin sorumluluğu o dönemki Sovyet Rusya yönetici ve bilim insanlarına yükleniyordu. Adeta nükleer teknolojinin iyi kurulduğu ve iyi işletildiği sürece bir tehlikesinin olmadığı anlatılıyordu. Aslında beş bölümlük mini dizi boyunca Çernobil felaketinin geri teknoloji ve Sovyet bilim insanlarının yetersizliği sonucu oluştuğu; ayrıca Sovyet politikacıların yanlış kararları yüzünden felaketin boyutlarının büyüdüğü mesajı veriliyordu. Tüm sorumluluk bugün artık olmayan bir devlete ve onun o dönem ki bilimsel ve bürokratik yapısına yükleniyordu. Yani bana göre aslında nükleer teknolojiyi aklayan bir ‘mini’ diziydi; Chernobyl…
Bugün hala tüm dünyada nükleer santralleri karbonsuz teknoloji olarak pazarlama girişimleri ve bunun için çalışan çok uluslu lobiler var. Bu girişimlerin yoğunlaştığı bir dönemde bu dizinin tüm dünya televizyonlarında aynı anda gösterime sunulması ve dizide ağırlıklı olarak kazanın nedeninin bilimsel yetersizlik ve yönetimsel sorunların ileri sürülmesi rastlantı olamaz. Sakın bunun arakasından Çernobil kazası ile başlayan ve Fukuşima felaketi ile hızlanan özellikle Avrupa’da yoğunlaşan ‘nükleer santrallerden çıkma’ politikalarına son verme hevesi yatıyor olmasın?
Korkarım ki; bu gidişle kısa bir süre sonra nükleer endüstri lobileri iklim krizinden çıkılması için en gerçekçi yolun ‘nükleere dönme’ olduğu mesajları vermeye başlayacak… Bu dizi bunun ilk adımı olabilir…
Ahmet Soysal
* https://www.iaea.org/publications/magazines/bulletin/60-2
** https://nukleer.enerji.gov.tr/tr-TR/Sayfalar/Dunyada-Nukleer-Guc-Santralleri
*** https://www.who.int/ionizing_radiation/chernobyl/en/
**** https://www.who.int/ionizing_radiation/a_e/fukushima/en/
******Özellikle Pınar Demircan’ın Yeşil Gazete’de yayınlanan konu ile ilgili iki yazısını okumanızı öneririm. https://yesilgazete.org/blog/2019/06/29/cernobil-dizisi-neden-simdi/
******* https://yesilgazete.org/blog/2019/07/16/dark-turizmin-karanlik-tarafi-cernobil/