Çocuk ister ki; denizi ve onun engin sevgisini hak edenler çoğalsın, kara insanlarına örnek, sevgi ve hoşgörü yaşamımıza egemen, bu da mutluluğun ikinci adi olsun.
Denizde Geçen Yıllar
Bu yazı bir çocuğun deniz tutkusunu, denizde yaşadıklarını dile getirecektir. Doğum ve ölüm gibi iki sonsuzluğun arasında sıkışmış minicik bir mola olan yaşamın en büyük ödülü mal, mülk, mevki değil mutluluktur. Çocuk mutluluğu denizde arar. Bilindiği gibi felsefi sem- bolizmada admiralti çipa mutluluğu simgeler. Denizciler ufuklarında hayallediği mutluluğa ulaşmak için yaşamları boyunca dümen tutarlar. Halbuki ufuk yaklaştıkça denizciden uzaklaşır. Pruvasındaki denizlerle kucaklaşan denizci dümen suyunda ise yaşanmışları bırakarak ayrı limanlara, kadim koylara, denizlere yelken açar. Dümen suyu acı tatlı Yaşanmışların, mutluluğun adıdır bir denizci için. Yaşanmışları ne kadar çok ise anlatacakları ne kadar fazla ise hayatı o ölçü- de yaşamış kabul eder çocuk. Deniz sevdasını içselleştirmiş her denizcinin yüreğindeki çocuk onu denizlere mutluluğa çağırır. Çocuk ister ki; Denizi ve onun engin sevgisini hak edenler ço- galsın, kara insanlarına örnek, sevgi ve hoşgörü yaşamımıza egemen, bu da mutluluğun ikinci adı olsun… Çocuk denizlerimizin unutulmuşluğunun, fosseptik olarak görünmesinin, güzel kıyılarımızın doldurularak tahrip edilmesinin, balık neslinin yok oluşunun bir kader olmadığını, önlemin de- niz sevdası ve denizlerimizde çoğalmak olduğu- nu anlatacaktır sizlere.
ÇOCUK KARŞIYAKA’DA
Alaybey tersanesine yakınında çekeğe bakan mavi panjurlu evde oturuyor idi. Yağlı felekler üzerine çekilmiş ayna kıç sandalların arasın- dan denizi gözlerdi. Uyanır uyanmaz alelacele denize koşar, vakit kaybetmekten ödü kopardı. Öğlen güneşi yükseldiğinde annesinin ünleme- si duymak istemediği ama zorunlu olarak eve gittiği andı. İzmir sıcağı kavurmasın diye öğlen uykusuna yatırılır ancak her öğlen pencereden denize kaçardı. Eve döndüğünde cennette çıkma anne şamarını muntazam olarak her gün yerdi. Mahalledeki tüm deniz çocukları gibi çok iyi yüzer, tahta iskeleden değişik stillerde denize atlar, dalar midye çıkarır, zoka yemi yengeç’i Bostanlı sazlarından toplar, sülünez’i tersane koyundaki kumsaldan çıkarır ve onlarla hergün oldukçafazla balık tutardı. Balıklardan annesi de komşuları da bıkınca sahildeki apartman sakinle- rine satmaya başladı. Balıkçı sepetine ortaya bir veya iki tane kaba lidaki veya çipura kenarlarına eşek isparozu, gupez, izmarit balıklarını dizer güneşten kavruk bir ten çipil çipil gözlerle kendi müşterilerini yaratırdı.
Oradan kazandığı paralar akşam yazlık sinema, çekirdek ve sunalko (cola cinsi bir içecek) masraflarına ve olta takımları onarımına giderdi. Sandalı yoktu. Olması da olanaksız idi emekçi babasından bunu isteyemezdi.. çocuk bunu da aşacaktı ki denize açılabilsin. Komşu kayık- larının kalafatlanması, zımparalanması, bakım ve boyalanmasındaki yardımları karşılığında sandalları kullanabiliyordu. Siya kürekle artistik manevralarla dikkat çekmek istiyor başarıyordu da. Sandallar arası kürek yarışı galipleri minik ödüllerde kazanıyordu. Bu yarışların en büyük ödülü baklava sırası gibi sert karın, nasırlı eller idi. Mahalle çocuklarının hemen hepsi çok güzel yüzerdi, o daanlardan geri kalmazdı. Çekek yerindeki eften püften bir tahta iskeleden ba- lıklama, yine suya yüzeyel (sığ sular içi) kayarak balıklama, parende atarak, çivileme vs. atlamak günün en keyifli işlerinden birisi idi. Alsancak önü büyük gemi şamanduraları kerteriz alınıp yüzme girişimleri genelde sonuçsuz kalır yarı yoldan dönülür idi. Yine böyle bir günde yalnız başına karşıya yüzer iken, yanı başında bir fokurdama ve üzeri dragana bağlamış tepsi gibi bir şey arkasından da kafası ile deniz kaplumbağası çıktı. Denizcilerde geçmişten gelen bazı batıl inançlar vardır nesilden nesile intikal eder. Büyükleri kap- lumbağalarının erkek çocuklarının testislerine saldırdığını ve onları koparttığını söylerdi (muh- temelen çocuklar açıklara açılmasın diye) . iki eli ile testislerini kapamış çocuk büyük bir korkuyla kaplumbağa ile göz göze gelip dona kaldı. Deniz kaplumbağası onu umursamadan fokurdayarak derinlere daldı gitti.
Çocuk o gün denizde zarar vermez ise zarar görmeyeceğini öğrendi. Yinede kıyıyatam gaz yüzdü kıyıya vardığında arkadaşlarına anlata- cağı çok şeyi olduğunu düşünüyordu. Yine bu inanışlardan birisi Eyyam-ı Buhur (Sam Yeli)’un Ağustos’un 1-8 i arası deniz suyu ile ıslanmış insanların cildinde beyaz lekelere neden olduğu bunu engellemek için de şorta bir metal takılma- sı gerektiğine inanılırdı.
Yaz güneşi ortalığı kavuranda
Eser püfür püfür Eyyamı-Buhur
Şaşkınlar cıbıl, hem de ıslak duranda
Gün gider. Beyazlekesi durur.
Yukardaki dörtlükte de anlatılan bu lekeler halk dilinde “ala”. Tıp’da vitiligo” olarak adlandırılan ol- gudur. Çocuk yıllarca bu inanış nedeni ile Eyyumi Buhur zamanı şortuna gırcala ile çivi bağladı.
Deniz çok bonkör idi, böylesine karşılıksız verici olması denize tutkusunu sevdasını hayranlığı gün geçtikçe artıyor ve denize daha da bağlanı- yordu. Deniz gözlüğü ve paleti bilmiyordu çocuk zaten o bölgede hiçte görülmemişti o yıllarda yalın ayak çıplak göz ile dalar midye çıkarırdı, Ogünlerin birisinde rahatsız ettiği pavuryanın kerpeten gibi kıskacından nasibini almış ve çok korkmuş idi. Kıyıya dönüldüğünde ateş yakılır, üzerine vita kutusu tenekesi konularak boklu kebap denilen midye ve izmarit pişirilir taze ekmekile yenirdi. Tanrım deniz ne yüce bir şey derdi çocuk. “Denizden babam çıksa yerim” sözü boşuna söylenmiş bir şey değil idi. Çamlık sokağı kıyısındaki kumlukta madya ve tarakların çiğ yenmesi o aromanın, o tadın muhteşemliği anlatılamazdı, yıllar sonra çocuk Cunda’da (Ay- valık) madya, tarak, deniz kestanesi yediğinde burunun direği büyük bir özlem ile sızlamıştı, Karşıyaka’sını hatırlamış idi. Deniz kestanesi demişken Mordoğan ayı balıkları inlerinden de bahsetmek gerek o bölgedeki deniz kestaneleri- nin tadı bir başka idi. İlk okulda çok başarılı ancak çok hareketli (yaramaz) olan çocuğun babası bir