Kısa bir süre önce Manisa’nın Gölmarmara ilçesinde, kasasında tarım işçilerini taşıyan kamyonet ile süt tankeri çarpıştı. Basında “katliam gibi kaza” başlığı ile duyurulan olayda 13’ü kadın olan 15 kişi yaşamını yitirdi. Benzer olay 2014 yılı ekim ayında olmuş ve 18 tarım işçisi yaşamını yitirmişti. Başlık yine aynıydı: Katliam gibi kaza… Yazı kaleme alındığı gün Google arama motoruna “katliam gibi kaza” yazarak haberlerde aradığınızda; 609.000 sonuç çıkıyordu. Bu sayı Türkiye’de katliamlara ne kadar kolay kaza denebildiğini gösteriyor. Tarım işçilerinin katliamı sonrası, her zaman olduğu gibi, “tüm imkânlarla çalışıldığı”, “gereğinin yapılacağı”, “üzücü olduğu”, “ölenlere rahmet, kalanlara sabır dilendiği” dillendirildi.
Trafik kazası ve nedeni tartışmanın merkezine oturtuldu. Uyuyan şoförün şerit değiştirmesi, kasada yolcu taşınması, yolun uygun olmadığı görüşleri öne sürüldü. Yıllardır sadece öldüklerinde dikkat çeken gezici geçici tarım işçileri yine dikkatleri çekmişti ama bu kez her zamankinden daha fazla… İngiltere’nin Ankara Büyükelçisi bile duyduğu üzüntüyü Türkçe dile getirdi. “…Düşüncelerim onlarla.” dedi.
Oysa yıllardır ülkenin doğusundan batısına gelip giden işçiler yollarda ölmektedir. Kimi ölümler yerel gazetelerde haber olur. Ulusal basın işçi ölümlerini ölen sayısı az olunca, serinlemek için girdiği su kanalında ölen işçiler gibi ilgi çekici olmayınca görmez. Tarım işçilerini görünür kılan, ölümlerin hem ülkenin batısında hem de sayıca fazla olmasıdır.
Uyuyan tanker şoförünün şerit değiştirmiş olabileceği ve bunun katliama yol açmış olabileceği mantıklı görünüyor. Bu hipotezin ayrıntılı şekilde tarafların katılımı ile tartışılması, televizyon programları yapılması önerilebilir; belki de yapıldı. Bu; toplumu oyalamak ve zaman geçirmek, gerçekten sakınmak için iyi bir başlıktır. Şoför gibi uyumak isterseniz iyi bir seçenek…
Kaza olarak tanımlanan ve bu nedenle fıtratında olduğu kabul gören katliama uğrayan gezici geçici tarım işçileri kimdir? Sayıları tam olarak bilinmemekle birlikte 3-5 milyon kişi oldukları tahmin edilmektedir. Genellikle anne-baba ve çocuklarından oluşan çekirdek aile yapısında olmakla birlikte kalabalık ailelerdir. Geldikleri yerde olumsuz koşullarda yaşarlar, ya toprakları yoktur ya da miras nedeniyle bölünerek ailelerinin geçimini sağlamayacak kadar küçülmüştür. Eğitim düzeyleri düşüktür, işsizliğin yüksek olduğu illerde yaşarlar ve kendileri de işsizdir. Sadece tarım sektörünün değil, toplumun da sosyo-ekonomik açıdan dezavantajlı grubudurlar. Olumsuz yaşam koşulları ve yoksulluğun birikici etkisini yüklenip batıya gelirler. Ürüne bağlı olarak bir yıl içinde birden fazla yere göçerek çalışırlar.
Doğudan batıya işçileri toplayıp getiren kişiye dayıbaşı, elçi gibi değişik isimler verilir. Bu kişiler getirdikleri işçilerle aynı yerde yaşarlar ancak feodal yapıda dayıbaşı ve ailesinin seçkinliği daha kamp alanına girer girmez çadırından anlaşılır. Dayıbaşı getirdiği her işçinin günlük yevmiyesinin 5-10 lirasını alır.
Sorulması gereken sorular; şoförün –doğru ise- neden uyuduğu, kaç saat araç kullandığı, sabah saat 5:30’da açık kasa kamyonette ölen işçilerin günde kaç saat, kaç liraya ve ne koşullarda çalıştığı, tüm bunlar için bugüne kadar hükümetlerin ne yaptığıdır. Gezici geçici tarım işçiliği tam bir sorun yumağıdır. Bu yumak içinde çocuk işçiliğinden, sağlık hakkı gaspına, emek sömürüsünden toplumsal-sosyal olaylara kadar çok sayıda sorun barındırır.
Toplumsal eşitsizliklere, sömürüye ve adaletsiz düzene işaret eden bu yumak vicdanları sızlatır. Bu nedenle görünmez, görünmesi de istenmez. Örneğin, o zamanki adı ile Devlet Planlama Teşkilatı 2007 yılında bitkisel üretimin temel sorunlarını verimlilik, pazarlama ve destekler başlığında tanımlayarak üreten işçileri görmez. İş Kanunu bu işçileri kapsam dışında bıraktığından işçiler sosyal güvenceden, emeklilik, izin gibi haklardan yoksun çalışırlar. Gezici geçici tarım işçileri yıllarca mevzuatta da yer bulamamıştır. Sonunda 2010 yılında Başbakanlık bir genelge yayınlar. Ancak aradan beş yıl geçmiş olmakla birlikte bu sanal belgenin gerçek hayatta yaşanan sorunları çözemediği görülmektedir. Tarım işçilerine yönelik ayrıntılı bir belge olan genelge bilmek ile yapabilmenin ne denli önemli farklılık içerdiğini göstermesi açısından değerlidir.
Yerel yöneticilerin iyi niyetle yürüttüğü çok sayıda girişim övgüye değer olmakla birlikte çözümün parçası olmaktan uzaktır. Meraya kanalizasyon inşa etmenin zorluklarına katlanıp kanalizasyonun atılan taşlarla sürekli tıkanmasından yakınan, hizmet sunduğu toplumu tanımayan iyi niyetli yerel yöneticilerin varlığı bu konuda denetim sisteminin de çalışmadığını göstermektedir.
Sorunun görünen yüzü trafikte yaşanan katliamlar ve derme-çatma kamplardaki yaşam koşullarıdır. Tarım işçilerinin durumu öyle bir hal almıştır ki; çamurlu ve pis su tüketmeleri, çöp ve hayvan dışkısı içinde, tuvalet ve banyo olanakları olmadan derme çatma çadırlarda yaşamaları, vahşi hayvan saldırısına uğramaları toplum tarafından kanıksanmıştır. Gezici geçici tarım işçiliğinin görmezden gelinen bir yüzü de ürününü toplatırken onları isteyen ama işi bitince istemeyen yerel halk ile zaman zaman yaşanan toplumsal olaylardır. Bilinmez, çünkü yerel basın dışında yer almaz. Tarım işçilerinin çok kötü olduğu tahmin edilen çalışma koşulları da tam olarak bilinmez. Gezici –geçici tarım işçileri, dünyanın en tehlikeli işini, haklarından, iyi çalışma ortam ve koşullarından uzak bir şekilde yürütürken uyuyan sadece süt tankerinin şoförü müdür?
Alpaslan Türkkan
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı AD. Öğretim Üyesi
alpaslanturkkan@gmail.com