Başlıktaki soruya üç bileşeni Baçısından yanıt aramak olanaklı. Hekim sayısının planlanması, tıp eğitimi ve hekimlerin istihdamı.
Hekim sayısının planlanması özellikle “Sağlık Dönüşüm Programı”nın 2003 yılında yürürlüğe konması ile birlikte, neredeyse tamamıyla hekim sayısının artırılmasına odaklanmış durumda. Ülkenin kaç hekime gereksinimi olduğu ne bilimsel bilgi ve veriye dayalı olarak hesaplanıyor, ne de tartışılıyor; yeter ki hekim sayısı 200 bine doğru artırılsın. Beş yıl öncesine kadar yılda beş bin öğrenci alınan tıp fakültelerine, bu yıldan başlayarak sekiz bin öğrenci alınmaya başlandı. 2020 yılında hekim sayımız (ithalleri saymazsak) 200 bine doğru epeyce yaklaşmış olacak.
Tıp eğitiminde de durum pek parlak değil. Bazı fakültelerde, klinik öncesinde tümü derslere devam edecek olsa, öğrencilerin dersliklerde oturacak yerleri yok. Sorun yalnızca dersliklerle sınırlı da değil; bu kadar öğrencinin laboratuvarlarda ve kliniklerde uygulama yapmak olanağı da çok sınırlı. Öğretim üyelerinin önemli
bir bölümünün eğitime ayırabildiği süre yetersiz. Bu durum bir yandan usta/çırak ilişkisini kesintiye uğratırken, diğer yandan da öğretim üyeleri ile öğrenciler arasında bir yabancılaşmanın yaşanmasına yol açıyor.
Asistanlarımızın kimi branşlarda haftalık çalışma süreleri 84 saate kadar çıkıyor. Bu insanlık dışı durum asistanlarımızın hem eğitimini hem de sağlığını olumsuz etkiliyor. Yeni düzenlemelerin öğretim üyelerinin tıp eğitimine daha fazla zaman ayırabilmesini sağlaması gerekirken; başta performans uygulaması olmak üzere yapılan değişiklikler gün geçtikçe öğretim elemanlarını eğitimden daha da uzaklaştırmakta.
Tıp eğitiminde “Nitelik” hiç olmadığı kadar geri plana itilmiş durumda. Hekimlerin istihdamında hem kamuda hem de özel sektörde en önemli karar-verici Sağlık Bakanlığı. Sağlık Bakanlığı’nın almış olduğu kararlar sonucunda hekim emeği giderek değersizleştiriliyor.
Bakanlık, Türk Tabipleri Birliği ve bir çok tabip odasının sağlık alanında yürüttüğü mücadeleden
duyduğu rahatsızlığı bir Kanun Hükmünde Kararname maddesi ile somut olarak gösteriyor: Sağlık Bakanlığı tarafından 2 Kasım 2011’de çıkarılan 663 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile 6023 sayılı Türk Tabipleri Birliği Kanununun birinci maddesinde geçen “tabipliğin kamu ve kişi yararına uygulanıp geliştirilmesini sağlamak” ibaresi, yürürlükten kaldırılıyor.
SGK sınırlamaları yüzünden, hizmet sunumu sırasında, tıbbın evrensel ilkelerine göre hastanın
gereksinimleri değil, hastanenin zarar etmemesi, hatta kâr edebilmesi yaklaşımı zorunlu olarak ön plana çıkarılıyor; bundan hem hasta hem de hekim zarar görüyor. Bu yaklaşım; istenecek tetkiklerden, uygulanacak tedaviye ve hastanın kontrole çağrılacağı güne kadar etkisini hizmetin hemen her aşamasında derin bir biçimde hissettiriyor.
İşyeri hekimliği artık güvenle bakılan bir istihdam alanı olma özelliği taşımıyor. İşyeri hekimliği yapan meslektaşlarımızın sayısı giderek azalıyor.
Kurum hekimlerinin ise zaten adı bile yok; ek iş yapmayanlarının yoksulluk sınırının üzerinde yaşamak olanaklarının olmadığı gibi.
Kamudaki performans uygulaması “hizmet başı ödeme” mantığına dayandığı için sunulan hizmetin niteliği yerine niceliğini ön plana çıkarıyor. Sağlık hizmetlerinin kalitesi ciddi bir tehdit altında; ama kimin umurunda? Performans uygulamalarında sağlık hizmeti sunumunun “piyasa” yaklaşımıyla ele alınması ve hastalarımızın “müşteri” olarak görülmesi, “sağlık hakkı”nı fiilen ortadan kaldırıyor…
Tüm kamu hastanelerinin kâr amaçlı işletmeler haline getirilmesi amacıyla kurulan Kamu Hastane Birlikleri, hekimlerin istihdamında önümüzdeki yıllarda çok konuşulacak kavramlardan biri.
Önümüzdeki günlerde kamu-özel ortaklığı ile inşa edilmesi planlanan hastane kampüsleri ve sağlıkta serbest bölge uygulamaları gibi çok konuşulacak başka konular da var.
Kendi hesabına ve/veya özel sektörde istihdamın da artık neredeyse hiç tadı yok.
Muayenehane açarak serbest hekimlik yapmak tarihe karışmak üzere. Küresel sermayenin ortak
olduğu zincir hastaneler her geçen gün artarken; özel sektörde çalışan meslektaşlarımız giderek arttırılan çalışma saatlerine karşın, azalan özlük hakları nedeniyle patronlara karşı savaşım vermeye çalışıyor.
Hekimliğin uçuruma doğru hızla götürüldüğü kesin. Soru şu: Buna dur diyebilecek miyiz?
Esen kalın,