İçerdekiler / Dışarıdakiler

Birey hayattaki yerini yaşama bakışı ve amacı ile kendisi belirler. Yazının başlığı bireyin kendisi için belirlediği yeri tanımlamaktadır. O, ya içerdekidir ya da dışarıdaki… Olaya bağlı olarak değişmekle birlikte içerdeki ya da dışarıdakilerin sayısı bir, üç yüz bir ya da üç milyon bir kişi olabilir.

Dışardaki anlaşmacıdır, ekonomiyi sever ve sözünde durur. Yeni uzlaşma, anlaşma yöntemleri geliştirir. Örneğin geliştirdiği “rödovans” sözleşmesiyle bir kömür madenini, belli bir miktar üretim sözü vererek, kiralar ve taşeronun taşeronu olarak ustabaşı aracılığıyla kömür çıkarttırır. Dışarıdaki sözünde durmak için zaman yitirmeden sürekli kömür çıkarmak zorunda olduğunu bilir. Yerüstündeki vardiya değişimi üretimde zaman kaybı olduğundan vardiya değişimini madende yaptırır; böylelikle iki vardiya birlikte göçük altında kalır. Dışarıdaki önceden 130-140 dolara mal edilen kömürü 24 dolara mal etmekle öğünürken içerdeki hastalığı hatta ölümü göze alıp dizleri üzerinde, bedeninin zorlukla sığdığı tünelden günlük brüt kırk yedi lira karşılığında kömür çıkarır. Kendini dışarıda sananlar ise bu tasarrufun nasıl, neyin karşılığında yapılabildiğini ve kimin kazandığını sormaz; sormak aklına gelmez.

Dışarıdaki kendisi için önemli olanı gizlemez, bilgili ve deneyimlidir. Örneğin dışarıdaki madene kaç kişi girdiğini, yaşanan felaket sonrası kaç kişinin öldüğünü bilmez ama madenin rezerv miktarını, içerdekilerin günde ne kadar kömür çıkarması gerektiğini bilir.

Deneyimi ile günü kurtarır; yaşanan felaketin unutulacağını, aynı acıların yine yaşanacağını, sorumlularına da bir şey olmayacağını bilir. Bilir çünkü kendisi bunun için uğraşacak gerekirse topluma bu konuda bilgi verilmesini engelleyecek, yanlı-yanlış bilgi ile kafa karışıklığına neden olacaktır.

Dışarıdaki 1800’lü yıllarda Avrupa’daki maden kazalarında kaç kişinin yaşamını yitirdiğini bilir. İçerdeki ise 1800’lerin koşullarında çalışırken ailesinin geçimi için tekme-tokat dayak yese bile susmak zorunda olduğunu bilir. Dışarıdaki sorunun kaynağını da bilir. Acısıyla söyler; taşeronlaşma… sonra birden susar. Kendini dışarda sananlar ise 1800’lerin Avrupa’sında yaşamını yitirenlerin yakınlarına ne kadar tazminat ödendiğini bir daha ölümler olmaması için neler yapıldığını sorgulamaz, kısa süre sonra da unutur.

Dışarıdaki her konuyla ilgilenir, “gereken”, “gerekli”, “tüm” gibi kelimeleri sever. Felaketlerin ardından gereken önlemlerin alındığından, gerekli şeylerin yapıldığından ve tüm sorumluların araştırılacağından dem vurur. Önlemler gereken, yapılacaklar gerekli, sorumlular tümdür ama bunlar neler ve kimlerdir açıklamaz. İçerdekiler önlem alınmadığı için yok yere ölürken, dışarıdakiler “geniş çaplı araştırma” yapılacağını bildirerek halkı sükûnete davet edip, yaşananları kadere bağlar, ölüme “güzel”leme yapar. Dışarıdaki arama-kurtarma çalışmalarının başarılı bir şekilde yürütüldüğünü anlatırken, üzgün bir ifade ile (duruma bağlı olarak gözyaşları da katılabilir), içerdeki önceden alınmayan önlemler nedeniyle ölmüş ya da yaşam savaşı veriyordur. Kendini dışarda sananlar neden hep “başarılı arama kurtarma” çalışmalarının bize düştüğünü merak etmez.

Dışarıdaki yararcıdır ve her şeyden her şekilde yararlanmaya çalışır. Trafodan aydınlatma için de karartma için yararlanabilir. İçerdeki için ise trafo sadece elektriğe ulaşmayı sağlayan bir araçtır.

Dışarıdaki maden felaketlerinde hayat kurtaran yaşam odalarının gereksiz olduğunu söylerken içerdeki yaşam odası olmadığı için hayatını yitirir. Başka ülkede içerdekiler yaşam odasından 69 gün sonra sağ olarak çıkarılırken bizim dışarıdaki “biz olsaydık 3 günde çıkarırdık” diyebilir. Bunu söyler çünkü bilir ki kendi içerdekilerinin yaşam odası yoktur ve bu nedenle 69 gün sonra sağ olarak kurtulamazlar. Dışarıdakinin söylemek istediği: “Bizde yaşam odası yok. Biz ancak üç günde sağ çıkarabiliriz. Üç günü aşarsa ya çıkarmayız ya da çıktıklarında artık ölmüşlerdir” dir. Kendini dışarda sananlar sadece duyduğuna inanır, sorgulamaz ve onların 69 günde çıkardıklarını 3 günde çıkarabilecek olmanın gururunu yaşar.
Dışarıdaki için önemli olan kendisi ve kendi gibi olanlardır. Sağlıklı olsun, refah içinde olsun, üstü başı kirlenmesin… İçerdeki artık sağlık ve refah isteğini bir kenara bırakmış yaşamaya çalışırken, kömür karası ile sedyeyi kirletmekten sakınır. Kendi yerini “dışardaki” olarak belirleyen anlayışın derdi ödül, paye, paradır. Çocuğu akbabaya yem ederek çektiği fotoğrafın getireceği ödüle odaklanmıştır. Dışardaki insanlığını bir fotoğraf karesine, bir kutuya, bir binaya hapsetmiş olabilir.

Çocukken düşüp yaralandığı, canı yandığı zaman bunun tek suçlusu olarak merdiven basamağı, masa kenarı gösterildiği ve bu suçlular tokatlanarak cezalandırıldığı için kendinde hata göremez. Onun için suçlu hep onun dışındaki herhangi bir şeydir.

Bu nedenle dışarıdaki suçu kendi ve yandaşları dışındaki her şeyde aramaya alışkındır. Onun dışında olmak zaten başlı başına suçtur. Suçluyu belirleyen ona göre olan durumudur ve her şey suçlu olabilir. Suçlu trafodur, kablodur, kedidir, köpektir, yağmurdur. İçerdeki ise hep suçludur.

İnsanlık, dışarıdayken içerdekileri anlayıp onlar için elinden gelenin en iyisini yapmayı, kendileri ya da yandaşlarının ödül, paye, paraya ulaşmaları için kullanmamayı gerektirir ki bu da onları içerdeki yapar.

Avrupa’nın 1800’lerdeki dışarıdakileri ile Türkiye’nin 2000’lerindeki dışarıdakiler aynı anlayışa sahip olabilir. Zamana ve mekâna bağlı olarak anlayışta değişim de olabilir. Hatta Amerikan rüyası olarak tanımlanan sınıfsal sıçrayış gibi anlayışta da bir sıçrama olabilir. Bir bakarsınız içerdeki dışarıda, dışarıdaki içerde…

 

Hekimce Bakış 86. Sayı