Klasik Müziğinizi nasıl alırdınız?

Popüler kültürün hayatımızı istila ettiği, küreselleşmenin etkilerini yaşamımızın her anında hissettiğimiz bir dönem yaşıyoruz. Popüler kültürle ne alıp veremediğin var diye sorabilirsiniz. İşte, bu yazının çıkış noktası da buradan başlıyor çünkü ülkemizde de dünyada da, yüzyıllardan birikimi olan kültürler, popüler kültüre birer birer kurban oluyor. Tabii ki müzikte bu etkiden payını alıyor. Orkestralar can çekişiyor, hatta batı dünyasında, klasik müziğin kalbinde, Avrupa’da, dağılan klasik müzik gurupları, orkestralar var. Yüzyılların müziği dinleyicilerini kaybediyor. Müzik bir değer kaybına uğruyor mu? hayır, ama bu çetin koşullarla rekabet etmek artık çok zor. Ne yapmalı? İşte esas soru bu, ne yapmalı ki klasik müzik; hem genç kuşak dinleyicinin ilgisini çekmeli hem de klasik müzik popüler olmalı. Bunu başaranlar var mı? Var. Hem de çok iyi örnekler…

Önce Klasik müziğin caz halinden başlayalım derim… 1934 doğumlu Fransız piyanist, besteci, yorumcu Jacques Loussier’den… Jacques Loussier Paris Ulusal Müzik Konservatuarı’nda öğrenim görmüş Fransa’nın en iyi piyanistlerinden biri. Konservatuarın bu parlak öğrencisi, öğreminini tamamladıktan sonra müziğe ara verip bir dünya seyahatine çıkıyor. Dönüşünde izlediği Modern Jazz Quartet konseri, kariyerini dönüştürüyor. Artık, çocukluğundan bu yana gelen Bach hayranlığıyla vazgeçemediği Bach yorumlarına, caz tınıları ilave ederek müzik yapacaktır. Jacques Loussier bu müziği yapmak üzere 1959 yılında kontrbasta Pierre Michelot, davulda Christian Garro ile beraber “Play Bach” ismini verdiği üçlüsünü kurar. 1978 yılında grup dağılana kadar, yılda yaklaşık 200 konser ve 6 milyonun üstünde albüm satma başarısını göstererek 1960’ların popüler müziğinin bir ikonu haline gelir. Jacques Loussier 45 yaşında emekli olmaya karar verir ve kendini müzik araştırmalarına adar. Bu dönemde, Provance’da evinde kurduğu stüdyoda konuk ettiği müzisyenlerden bazılarının Pink Floyd, Elton John, Sting gibi isimler olduğunu ve bu arada Pink Floyd’un efsanevi albümü “The Wall”un bazı bölümlerinin de Loussier’nin stüdyosunda kaydedilmiş olduğu notunu hemen araya sıkıştıralım. Bu efsanevi piyanist 1985 yılında, Johann Sebastian Bach’ın doğumunun 300.yıldönümü kutlamalarında gelen bir yeni teklifle “Bach Trio”yu yeniden oluşturur yeni Bach albümlerine imza atmaya başlar. Bale ve değişik sahne müzikleri bestelediği 1987-2002 tarihleri arasında 10 albüm 4 adette derleme albüm çıkarmıştır. Bach’ın dışında Debussy, Vivaldi,Ravel Handel gibi bestecileri de yorumlayarak albüm haline getirmiştir. Türkiye’de de konser veren ve Güher – Süher Pekinel kardeşlerle birlikte çalışan Jacques Loussier hala eskimeyen müzikleri ile dinlemekten keyif aldığımız müzikçilerin başında gelir. Özelikle Bach çaldığı albümlerini mutlaka edinmenizi öneririm, çünkü onlarda artık bir klasik.

Sıra geldi Klasik müziğin oryantal haline… Yanlış duymadınız klasik müzik ve oryantal müzik. Bu iki müzik nasıl bir araya gelir diyorsanız “Mozart in Egypt” albümünü hiç dinlemediniz demektir. İlki 1998 de yayınlan bu iki albüm, Mozart’ın değişik eserlerinden oluşuyor. Ama dinlediğinizde “bu Mozart bir değişik Mozart“ diyorsunuz. Çünkü albümlerde Mozart’ın 23 nolu piyano konçertosu udla başlayabilmekte, ya da Sihirli Flütte’ki “Papageno” aryası, Arapça başlayıp Almanca devam edebilmektedir. Mozart’ın Requiem’i bir gazelle başladığını duyup bir duraksarsınız, sonra bütün ciddiyetiyle orkestranın durumu ele aldığını görürsünüz. Bulgar Senfoni Orkestrası ile Kuzey Afrikalı sanatçıların bir araya geldiği, Asya Müziği çalışmaları ile ünlü Fransız müzisyen ve düzenlemeci Hughes de Courson tarafından geçekleştirilen bu albümler eğer klasik müzik konusunda çok tutucu değilseniz dinlemesi çok keyifli albümler. Udlar, kanunlar, darbukalar, bize yakın ritimler derken kendinizi başka bir Mozart’la Mısır’da! hissedebilirsiniz. Ben bu albümleri dinlerken bu haliyle Mozart eselerini dinlese ne düşünürdü diye çok düşünürüm. Bence beğenirdi. Albümde olmazsa olmaz Türk Marşı da var ancak Couron albümde bu eserin ismini, yeni yorumundan yola çıkarak “Mısır Marşı” olarak değiştirmiş. Bu değişiklik için “Türkler beni affetsin” diyor.

Mozart’la salsa yapılır mı? KlazzBrothers&CubaPercussion çalıyorsa yapılabilir. 1999 yılında kurulan Alman gurup Klazzbrothers, Küba turunda, Kübalı perküsyoncu AlexisHerreraEstevez ve ElioRodriguezLuis ile tanışıyor ve bir araya gelip “KlazzBrothers&CubaPercussion” kuruyorlar. Klasik ve caz sınırlarında dolaşan, müziğin orijinalini çok bozmayan bir yorumları var topluluğun. Beş kişiden oluşan topluluğun albümleri,klasik Avrupa müzik geleneğinin eşsiz kombinasyonlarıyla, Swing ve Latin caz ve Küba ritimlerinin sonsuz çeşitliliğini harmanlanarak, tamamen yeni bir ses yarattı. 11 albüm çıkaran topluluğun 2 adet Echo Klassik, 2 adet Jazz ödülü bir adet Grammy adaylığı bulunmaktadır. Klasik müziği Küba ritimleri ile dinlemenin keyfi gerçekten bambaşka. Örneğin albümde Mozart’ın sol minör senfonisini “Mambozart”a, Beethoven’ın 5. senfonisini “CincoSalsa”ya dönüştürmüşler. Bach, Çaykovski, Mozart, Wagner gibi klasik müziğin öncülerinin tanınmış eserlerini aranje ederek bu müziklerle salsa yapılabilecek hale getirmişler. Türkiye’de Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın konuğu olan topluluğun, Classic Meets Cuba1-2, Classic Meets Cuba Symphonic Salsa albümlerini mutlaka edinin.

Geldik klasik müziğin heavy metalle imtihanına… Wolf Hoffmann Accept adlı Alman metal müzik yapan topluluğun gitaristi. Ama ne gitarist. 1976 yılında, rock müziğin efsane döneminde, Udo Dirkschneider ile birlikte kurmuşlar topluluğu. Metal müzik dinleyicilerinin gönlüne taht kuran topluluklarının başında geliyor. Accept’in çok başarılı albümlerle müzik piyasasında fırtınalar estirdikleri dönemlerin yanında, birkaç kez müziğe ara verdikleri dönemler de olmuş. Fakat topluluk Küllerinden doğan Zümrüdüanka kuşu misali tekrardan doğup, bir önceki albümlerinden daha da başarılı albümlere imza atmış. Ara dönemlerde topluluğun elemanları bireysel albümler de çıkarmışlar. Bizi ilgilendiren bölüm burada başlıyor. Topluluğun efsane ama gerçekten bu tanımı hak eden karizmatik gitaristi Wolf Hoffmann 1997 yılında bir Clasiccal albümü çıkarıyor. Klasik müzik sevdalısı Wolf’un bu albümdeki sololarıyla klasik müziğe yeni bir bakış açısı kazandırdığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Albümde Bizet, Grieg, Tchaikovsky, Ravel gibi birçok bestecinin çok bilinen, çok sevilen eserlerini yorumluyor. Bolero’yu, Habenara’yı, Wolf’tan dinlemek bence inanılmaz bir deneyim. Metal müziğe çok mesafeli bir duruş sergileseniz bile albümün bütününün favoriniz olacağından eminim.

Evet, sonuç olarak küreselleşme, müziğin tüm formlarını etkilerken klasik müzikte bu etkilerden nasibini alıyor. Bu bir gelişim mi? Buna zaman karar verecek. Ama sonuç olarak klasik müziğin değişik etkiler alması ve değişik kültürlerle harmanlanması, yeni ortaklıklar dünya müziğine güzel katkılar yapıyor. Bu yenidünya müziği mi? Bilemem. Değişim rüzgarlarına kim karşı koyabilmiş ki?

 

DetoneHekimce Bakış 90. Sayı