Kubad Abad Sarayı Çinileri

Asya göçerlerinden Osmanlı saraylarına geçişte en büyük basamak kabul edilen ve planı bilinen tek Selçuklu Sarayı olan Kubadabad, I.Alaeddin Keykubat’ın emriyle yapılmıştır. Alaeddin Keykubat’ın Beyşehir Gölü’nü gördüğünde: “Cennet ya burasıdır ya da buranın altındadır” dediği rivayet edilir. Alaeddin Keykubad, Kubad Abad Sarayının planlarını kendisi hazırlamış ve sarayın tamamlanması için aynı zamanda baş mimar ve nakkaş olan Vezir Sadeddin Köpek’i görevlendirmiştir. Önceleri sadece İbn Bibi’nin yazılarında geçen gizemli saray kalıntıları ilk olarak 1949 yılında keşfedildi. İlk olarak 1960 yılında Alman arkeolog Katharina Otto-Dorn tarafından kazıldı. Günümüzde Ankara Üniversitesi’nden bir ekip Rüçhan Arık önderliğinde kazılara devam ediyor. Alışılmışın dışında süslü ve figürlü çiniler ve seramiklerle bezenen Kubadabad Sarayı’nda bulunanlar Karatay Müzesi’nde sergilenmektedir.

Kazılar sonrası bulunan çiniler, ünlü tarihçi İbn-i Bibi’nin “Duvarlarının güzelliği kıskançlıktan gökkuşağının rengini solduran, firuze ve lacivert renklerdeki döşemeler” diyerek anlattığı I. Alaeddin Keykubat’ın av sarayına ulaşıldığı gösterdi. Bağdaş kurup oturan sultan ve saraylılardan, doğunun ve batının hâkimiyetini simgeleyen çift başlı kartala; hayat ağacından lotus çiçeğine; başıboş avlanan aslandan, av yakalayan köpeğe; bereketin simgesi balıktan, simurga kadar burası masalımsı bir cennet bahçesiydi

Burası Anadolu’ya geldiklerinde sanılanın aksine, yüksek düzeyde kültür ve sanat birikimi bulunan Selçuklular hakkında, başta resim sanatı olmak üzere, umulandan fazla fikir ve bilgi vermektedir. Selçuklu sanat anlayışını yansıtan en zengin miras, minyatür resimli saray çinileridir.

Bunlar başlıca sekiz kollu yıldız, haç ve dört köşe biçimli levhalar halinde yapılmıştır. Desenleri, sır altı ve lüster denilen tekniklerle düzenlenmiştir. Bu çinilerde yansıyan sanatsal biçimlendirme geleneğinin kaynakları, Orta Asya’da MÖ 7. yy dolaylarında Hunlarla başlayıp gelişen, Türkler ve diğer Asyalı kavimlerce paylaşılan ve hayvan üslûbu de denen göçebe sanatındadır ve temel özelliği “stilizasyon / üslûplaştırma”dır. Devamlı doğayı, en başta da hayvanları gözlemleyerek geçen göçebe yaşamda, destanlar ve doğa güçlerine ilişkin inançlarda, hayvanlar birçok kavramları, değerleri ve çeşitli hayali olayları simgelemektedir. Bezemeler, doğal görüntülerin değişik bir yorumla yeni biçim kalıplarına döküldüğü, yani stilize edildiği böyle simgeleri içermektedir.

Profilden verilmiş çift başlı kartallar, yıldız çinin bütün yüzeyini kaplayacak şekilde yerleştirilmişlerdir. Kartalların cepheden verilmiş gövdelerinde bir kartuş içerisinde “es-sultan” ya da “el-muazzam” gibi sultanı temsil eden yazılar yer almaktadır. Genel olarak yanlardan birer bitki ile çevrelenen çift başlı kartallar, çeşitli sembolik anlamlar taşımaktadırlar. Çeşitli dönemlerde arma ve totem olarak kullanılan “çift başlı kartal” figürüne; güç, iktidar, koruyucu ruh, soyluluk, bilgelik gibi birçok anlam yüklenmiştir. Kubadabad Sarayı örneklerinde de gücü simgelediği düşünülen çift başlı kartallar, gövdelerindeki armalarla da muhtemelen Selçuklu Sultanını temsil etmektedirler.

Tarih boyunca saray çevrelerinde av, bir idman ve güç gösterisi, dolayısıyla tüm anıtsal tasvirlerde en önemli konulardan biriydi. Selçuklu sultanlarının da askeri sporla, cirit, polo, top, satranç oyunlarıyla ve av ile uğraştığı anlaşılıyor. Av partileri, av aletleriyle hazırlanan ziyafetlerle sona erer; içki, raks ve müzik bu ziyafetleri tamamlardı.

Türk Oturuşu olarak sanat tarihine geçen bağdaş kurmuş saraylı elinde nar tutarak kendinden emin bir ifade ile tasvir edilmiştir. Çinilerdeki nar, haşhaş ve meyve dalı, hem sonsuz hayatı hem de cenneti simgeliyordu. Has bahçenin tüm hayvanlarının serbestçe dolaştığı sarayda her şey mavinin sonsuz büyüsüne kapılmış, simgelerle ölümsüzlüğe karışmıştı.
Aslan, kuşkusuz bu çevrenin “mensubu” değil. Herhalde sultanın gücünü simgelemek üzere karşımıza çıkıyor. Bu görevin bilincindeymiş gibi şişkin göğsü ve kabarık yelesi ile çini yüzeyinde gururla durmaktadır. Gövde, baş ve üç ayağı, krem zemin üzerine mavi, kuyruk ve bir ön ayağı mor ile renklendirilmiş; çevresi adeta figürü vurgulamak için astarın krem rengiyle bırakılmış; kıvrık dallar, yarım palmetlerden oluşan bir desenle çerçevelenmiştir.

Aslan kralın gururlu yalnızlığına karşı, avcıların yardımcısı köpek, yine her levhada tek başına olmakla birlikte, aslan gibi şişinerek seyirciye değil de haber vermek ya da almak için sahibine bakınıyor. Av eğlencelerinin en önemli elemanı olduğu için yıldız biçimli çini levhalarda en çok köpek figürü resmedilmiştir. Çeşitli bitkisel desenlerle bezenmiş yüzeylerde, hep aynı “poz” ile görünmektedirler: Baş geriye dönük, ön ayaklardan birini göğsüne doğru kaldırmış, arka ayaklardan biri öne adım atmış, kuyruk iki arka ayak arasından öne kıvrılmıştır.

Kubad Abad çinilerini resimleyen ustalar, keçi figürünü coşkunlukla işlemişlerdir. Bunlar da atlar gibi gerçekçi sayılacak üslupta, atlayıp zıpladıkları durumda, doğala yakın resmedilmiştir. Kazı buluntularından birinde görülen keçi tasviri, bunların en güzellerinden biridir. Krem renkli zemin üzerine siyah kıvrık dallar ve yapraklarla oluşan bezeme arasına yerleştirilen keçi, yüzeyde büyük yer tutmaktadır. Mor ve maviye boyanmıştır. Koşarken “meliyormuş” gibi ağzı açılmıştır.
Av hayvanları arasında tavşan önemli yer tutar. Bir kısmı kesilmiş bir yıldız çinide bir tavşanın başı ve boynu kalmış; gövdesi kesilen parça ile yok olmuştur. Yüz biçimlenişi köpeği andırmakla birlikte, uzun kulakları tavşan olduğunu kanıtlamaktadır. Çinilerden birinde, hareket halinde gösterilen tavşan figürünün gövdesinde tüyleri ima eden çizgiler bulunmaktadır. Bazı çinilerde de, ellerinde veya kucaklarında ziyafet için tavşan veya gazel taşıyan hizmetkârlar görülmektedir.

Sfenksler, olağanüstü güçleriyle sarayı düşmandan, kötülük ve hastalıklardan korumaktadır. Kubad Abad’da buna örnek olacak birçok çini bulunmuştur.

Sfenks ’in gövdesi aslan, başı insandır; ayrıca kanatları vardır. Dolgun yuvarlak yüz, badem göz, tek kaş, küçük ağız genel tiptir. Bazılarının yanak ve çenelerinde benler vardır. Kimi kısa, kimi uzun saçlıdır; tepelerinde çeşitli biçimlerde başlıklar bulunmaktadır.

Siren (simurg, harpi ) başı insan, gövdesi kuş olarak tasvir edilen bir yaratıktır. Olağanüstü güçlerini insanları korumak için kullandığına inanılır. Orta Asya’da “Tuğrul” da denen Kaf dağında yaşayan bu masal yaratığı, İslami destanlarda çaresizlere yardıma koşan melek olarak yer tutmuştur.

Yazımı bitirirken bu güzel sarayın mimarı ve baş nakkaşı Sadettin Köpek’e değinmeden olmaz. Anadolu Selçuklu tarihinde popüler bir devlet adamı olan Sadettin Köpek sanatı ile değil iktidar hırsıyla anılır. İlk defa bir tertiple Sultan I. Alâeddin Keykubad’ın zehirlenmesi ve yerine oğlu Keyhüsrev’in tahta çıkarılması olayında kendisini gösterir ve yeni sultanın yakın çevresi arasında, en ön safta yer alır.

1237 yılında Anadolu Selçuklu Sultanı I. Alâeddin Keykubad, iktidarının en güçlü zamanında oğlu İzzeddin Kılıç Arslan’ı veliaht ilan ettiği şölende, şüpheli bir şekilde, yediği kuş etinden zehirlenerek ölür. Bu sırada emir-i şikar yani sultanın av hayvanları sorumlusu Sadettin Köpektir. Sultanın tayinin de Sadeddin Köpek ve diğer emirlerin gayretiyle II. Gıyaseddin Keyhüsrev 16 yaşında Selçuklu tahtına geçirilir. Ülkede bu karışıklıklar sürerken, emir Saadettin Köpek, huzur ve güvenliği sağlamaya yönelik tedbirler almak yerine, kendisine rakip olabilecek Selçuklu emirlerini ortadan kaldırmakla uğraşır. Hatta işi, sultan soyundan geldiğini iddia ya kadar vardırır. Ne yazık ki sonu mimarlığını kendi yaptığı, İyi bir doğa gözlemciliği ve geniş bir hayal gücünün sonucu olarak meydana getirilen figürlü çinilerle bezediği sarayın surlarında kendi iktidara getirdiği sultan Gıyaseddin Keyhüsrev emriyle idam olacaktır.

Sonuç olarak Sadettin Köpek hırsına rağmen kötü sonuna engel olamasa da, sanatı ile bu çinilere bakan gözlerde, tıbbın bulamadığı ölümsüzlüğün sırlarına pencere açmış olabilir. Tıpkı Gılgamış`ın geriye bıraktığı efsanesiyle olduğu gibi…

 

Bir resim binbir söylenceHekimce Bakış 94. Sayı