Poliklinik yolculukarı

Havasız ve pejmürde poliklinik odasının kapısına ulaşana kadar önümdeki kadınlı erkekli kalabalığı yarmak için düzenlediğim huruç hareketinde bugün de başarılı oluyorum. Sabahın ilk bayat çayını ve yanındaki sadık dostu simidi kantinciye sipariş edip, sekreterimle hal hatır sorma faslını yalap şap eda ettikten sonra hasta kabulüne başlıyorum. Kapı önündeki monitörde ismini görüp de içeri girmeyi başaran hastaları alınlarından öperek tebrik etme dürtüsü geliştirdim son zamanlarda. Monitörde yanan isimle, içeri giren isim arasında mutlaka bir uyumsuzluk oluyor. Yahu diyorum kendi kendime, ”Kapı ile benim aramda uzay-zaman eğrisinde bir kayma mı oluyor acaba? Yani şu giren hasta bir sonraki uzay-zaman diliminde gerçekten monitörde ismini görüp de mi giriyor kapıdan, aslında ben kadıncağıza boşuna mı ters ters bakıyorum düşmanıma bakar gibi?” Yok ama değil, o da değil. Başkasının yerine Uluabatlı Hasan kararlılığında içeri girip surlara bayrağı diken hastanın mutlaka başka bir gerekçesi oluyor. Sunduğu mazeretin geçerliliğinden o kadar emin ki ablamız, benden gelecek hiçbir olumsuz tavrı kabullenmeye tahammülü yok, o belli. Sanırsın onun işi hemen o anda halledilmezse, ülkenin huzur ve güveni ciddi manada örselenecek, ya da ne bileyim o anda dileği yerine getirilmezse üç vakte kadar bana ve aileme bir musibet yapışacak. Başkalarını ite kaka içeri süzülen her hastanın böyle abuk sabuk bir gerekçesi olduğunu gördükçe vaktiyle yurdum insanının Almanyalarda, Fransalarda gavur ahalisine ne dumurlar yaşattığını düşünüp, sinsi gibi gülümsüyorum kendi kendime.

Bunların bir de kapı önü mitingleri oluyor ki, çok tantanalı geçiyor. İçeri girene kadar geçen zaman aralığında seyir ve eğlence sanatının bütün inceliklerini, Anadolu’nun bağrından süzülmüş bütün orta oyunlarını, meddah hikâyelerini sahneliyorlar. Beş santimetre kalınlığındaki kapının ardında konuşulanları oldukça net duyuyorum. Artık nasıl haykırarak konuşuluyorsa sanki masamın üzerine stereo yayın yapan amfili hoparlör sistemi kurulmuş kadar net dinliyorum. Dikkatli dinleyince insan önce panikliyor alışık değilse. Konuşulan tıbbi konuların içeriğine fazla hâkim olamayan birini getirip benim masaya oturtsanız; zavallıcık dışarıda en az on kadın doğum profesörü ile birkaç endokrin doçentinin kongre düzenlediğine yemin eder, beni de şahit yazdırır. Bazen o derece bilimsel bir seviye tutturuluyor halk kongresinde. Herkes birbirinin şikayetlerine son derece hâkim, herkes otör. O aşamadan sonra spontane gelişiyor sohbetin yönü. Ortada moderatör de olmadığından bir tür kakafoniye dönüşen bilimsel toplantıda en çok yaşlı teyzelerin söz aldığına şahit oluyorum. Onların dimağında her derde deva tedavi reçeteleri dolaşıyor. Henüz bu ortamlara yeni yeni takılmaya başlayan gelin kızlarla bekâr hatunlar pek fazla konuşmuyor büyüklerinin yanında. Akıntılarının rengini, eşleriyle kaç gecede bir halvet olduklarını, adetlerinin nasıl geçtiğini birbirleriyle konuşurken o kadar rahatlar ki, çevredeki erkeklerin mevcudiyeti de onları tedirgin etmiyor. Yıllardır gele gide artık bir tür hastane müptelası olmuş teyzelerde kadim Anadolu tedavi yöntemlerinin en yakası açılmadıklarından tutun da, ta Lokman Hekim’e kadar dayanan en bilinmedik mucizevî reçetelerle, insanı dumur kuyularına düşüren sağaltım teknikleri gırla gidiyor. Öyle ki, teyzenin açlıktan kokan nefesini içine çeke çeke can kulağıyla önerilerini dinleyen hasta tedavi olacağına öylesine ikna oluyor ki, yanıma girdiğinde beni küçük gören bakışlarından anlıyorum kararını verdiğini. Söylediklerimi dinlerken biliyorum ki içinden,”hadi oradan ukala dümbeleği, Hasibe Teyze zaten verdi bana reçeteyi. Sen hala konuş dur bakalım!” diye geçiriyor.

İçeri girdikten sonra başkalaşım geçiren bir başka hasta profili var ki, en favorim şu aralar. Dışarıda gülüm gülüm açılan, sohbet ortamının Kleopatra’sı olan deminki kadın gitmiş, yerine İngiliz Kemal’in en güvendiği yardımcı ajanı Makbule Kalfa gelmiş oturmuş sanki. Ser veriyor, sır vermiyor kadın. Neyi sorarsam kaçamak yanıtlar, şaşırtmacalı sorularım karşısında anamnezi olmadık mecralara akıtacak türde karşı sorular falan hep onda. Yahu bu çapraz sorgu muamelesine ne gerek var anlamıyorum. Şikayetini adam gibi aktar, biz de düzenleyelim reçeteni, sonra bin otobüsüne, git pembe pancurlu, mor kapılı evinin huzurlu mutfağına. Yok ama olmaz, bizim Mata Hari sabrımın sınırlarından iki milyon Suriyeli daha geçirmeye kararlı, orası kesin. Nuh deyip, peygamber demiyor sorgu boyunca. Bunun gibi dört hasta daha arka arkaya dalsa içeri, haşlanmış beynimi onlara ikram ettikten sonra halleluya, haalleluya nidalarıyla odayı terk etmem an meselesi.

Bakın konuşurken unutuyordum. Dünya durdukça başımızda durası Sağlık Bakanımız poliklinikte hasta muayene süresini beş dakikaya indirdiğinden beri çok rahatladım. Artık hastalarla telepati kurarak anlaşıyorum. Daha hsta kapıdan girdiği anda gözlerimi gözlerine dikip bağlantıyı kuruyorum. Artık gide gele hastalar da öğrendi telepatiyi. Hemen uyum sağlayıp arka beyin bölgesindeki “telepatik bağlantı çekirdeği”ni harekete geçirerek şikâyetlerini anlatıyorlar. Daha koltuğuna oturmadan ben anamnez kısmını bitirmiş oluyorum. Sekreter kız tansiyon alıp kaydedene kadar da reçeteyi düzenlemiş oluyorum. Son kalan bir dakikada memleket ahvali üzerine sohbet ettikten sonra bağlantıyı sonlandırıyoruz. Böyle giderse evden eve telepatik bağlantı kurup bütün ülkeyi tedavi etmeyi düşünüyorum.

Bakalım, hayırlısı.

 

Hekimce Bakış 93. Sayı