Soma’nın Hatırlattıkları

Konuşma dilimize yerleşmiş güzel bir deyim vardır; ‘perşembenin gelişi çarşambadan belli olur’ diye… Olacakların daha önceden belirtilerinin ortaya çıkmaya başladığının anlatıldığı güzel deyimdir bu. Madencilik alanında bir facianın; Soma faciasının ise meydana geleceği öyle birkaç gün önceden değil; konu ile biraz olsun ilgilenen hemen hemen herkesin kolayca tahmin edebileceği gibi her gün artan bir hızla yıllar önceden belirti vermişti aslında… Maden yasasında yapılan değişiklikler; bunun sonucu olarak çevre ve insan sağlığı göz ardı edilerek açılan maden ocakları; yeni kömürlü termik santraller kurularak kömür gereksiniminin artırılması aslında Soma faciasının yol taşlarıdır.

1.Madencilik yasaları

Soma faciasına doğru ilk adım bundan yıllar önce 1985’de atılmıştı. O dönemde çıkarılan 3213 sayılı maden yasası aslında ülkenin yer altı zenginliklerini çevreyi, çevrede yaşayan ve çalışan insan yaşamını hiçe sayarak ulusal ve uluslar arası tekellere açılmasının ilk adımı idi.. Bu yasa ile madenlerin bulunmasından işletme izini verilmesine kadar her aşamasından Sağlık Bakanlığı devre dışı bırakılmış, madenlerin aranması, arama sondajı yapma, ön işletme ve işletme izinin alınması ile tüm işlemler kolaylaştırılmıştı. Ayrıca madenlerin yarattığı atık sorunu bu yasa ile adeta görmezlikten gelinmişti. Bu yasa hemen etkisini göstermiş; çok uluslu madencilik şirketleri başta olmak üzere; birçok şirket özellikle değerli metal madenciliği olmak üzere madencilik sektörüne hızlı bir giriş yapmıştı… İnsan sağlığı, çevre gibi konuları gündeme taşıyan ekolojist-çevreci kesimler ise bu dönemde kamuoyu önünde yoğun olarak ‘bizi zengin ülkenin fakir bekçileri yapmak istiyorlar’ yaklaşımı ile haksızca suçlanmış hatta aşağılanmaya kalkışılmıştı….

Ancak 3213 sayılı yasanın sağladığı kolaylıklar da yeterli bulunmamış (!) olacak ki özellikle ‘dış sermayeyi çekme’ adına 2004 yılında 5177 sayılı yasa ve 2010 yılında 5995 sayılı yasa ile madenciliğin önündeki engel  (!) olarak görülen birçoğu çevre ve insan sağlığı ile ilgili yasa maddeleri büyük dikkatle ayıklanmıştır.

Bu yasalar ile maden yasasında yapılan değişiklikler ile Çevre Etki Değerlendirmesi (ÇED) süreci kolaylaştırılmış, maden şirketlerine tahmin edilen rezervin %10’nunu ÇED sürecini tamamlamadan ve Gayri Sıhhi Müessese (GSM) ruhsatı almadan çıkartma hakkı verilmiştir. ÇED süreci ile sadece o zamanki adı ile Çevre ve Orman Bakanlığı yetkilendirilmiş; ÇED için gerekli inceleme süreci sadece üç ay ile sınırlandırılmıştır. Böylece madencilik gibi çevre, insan sağlığı ve tarihi miras için en riskli bu sektörde gerekli incelemeler bilimsel yöntemlerle tam ve ayrıntılı yapılmadan madenlere izin verilmesinin önü açılmıştır. Bu yasa ile ülkemizin milli parkları, kıyı şeritleri, tarihi ve doğal sit alanları, tarım alanları, su havzaları hatta askeri bölgeleri madenciliğe açılmış; adeta ülkemizin ekosistemleri, çevre ve insan sağlığı madencilik uğruna gözden çıkarılmıştır. Bu yasa değişikliklerinin doğal bir sonucu olarak ‘amaca ulaşılmış’ ve ülkemizin çeşitli bölgelerinde hızla maden sondajları, yeni maden ocakları açılmaya başlamıştır. Değerli metal madenciliğinin yanı sıra özellikle ÇED ve ruhsatlandırma sürecinin çok basitleştirilmesi sonucu Ege ve Akdeniz bölgelerimizde taş ve mermer ocakları sayısında büyük bir artış olmuştur(1).

2.Kömür madenleri ve termik santraller

Diğer yandan elektrik üretiminin büyük bir bölümünün termik santrallerden yapılması; son otuz yıllık dönemde buna ağırlık verilmesi olayın diğer bir boyutunu oluşturmaktadır. Ülkemizin kömür üretiminin %85’e yakın kısmı termik santrallerde kullanılmaktadır. Özellikle linyit kömürüne dayalı termik santralleri savunanlar; elektrik üretiminde yerli kaynakların payını artırdıklarını iddia etmektedir. Ancak bazı termik santrallerin ithal kömüre dayalı olması da termik santral savunucularının ayrı bir çelişkisidir. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığının Elektrik Üretim Sektör Raporu-2013 göre ülkemizdeki tüm taş kömürü ve linyit kaynakları kurulu ve kurulacak termik santraller ile elektrik üretiminde kullanılması hedeflenmiştir(2). Ülkemizin 2012 yılında 120.09 milyon ton petrol eşdeğerini (milyon tep) geçen yıllık enerji üretimi 2011 yılına göre yaklaşık % 4.9’luk bir artış göstermiştir. 2012 yılında enerji üretiminde %32.7 ile kömür birinci sıraya yükselirken, bunu %31.1 ile doğalgaz, %26.0 ile petrol izlemiş, geri kalan %10.2’lik bölüm ise başta hidrolik olmak üzere yenilenebilir kaynaklardan karşılanmıştır. 2010-2012 dönemi karşılaştırıldığında kömürün birincil enerji üretimindeki payının sürekli arttığı görülmektedir(3). Ocak 2014 itibarı ile üçü ithal kömüre dayalı olmak üzere 10 kömüre dayalı termik santral inşa halindedir ve bu durum elektrik üretiminde birincil kaynak olarak kömürün kullanılması politikalarının devam ettiğini göstermektedir.

Şekil 1: Türkiye’nin kömür üretim sahaları

Yukarıdaki şekilden de anlaşılacağı gibi özellikle tüm kömür üretim sahalarımızda kömüre dayalı termik santraller bulunmakta (Afşin-Elbistan, Çayırhan, Seyitömer, Tunçbilek, Soma, Yatağan, Kemerköy, Kangal, Orhaneli, Yeniköy, Çan Termik Santralleri vb.); eskilerin kapasitesi artırılırken; yenileri bir hızla yapılmaktadır. Bu durum elektrik üretiminde birincil enerji kaynağı olarak kömür kullanımını yıldan yıla artırmaktadır. Bu durum yerli kömür gereksinimini artırmış ve bu ocaklarda çevre ve insan sağlığı ikinci planda bırakılarak üretimin ve karlılığın (!)  artırılması için rödövans sistemine geçilmiştir.

Çevre ve insan sağlığı açısından gerek kömür madenleri, gerekse bu madenlerden çıkarılan kömüre dayalı termik santraller yüksek maliyetlidir. Kömür madenciliği toprak erozyonuna, orman tahribatına, yer altı ve yer üstü su kaynaklarının kirliliğine, atık sorununa, hava kirliliğine ve toza neden olur. Bu etkiler nedeni ile kömür madenlerinin çevresinde önemli bir ekosistem yıkımı görülür. Flora ve fauna önemli derecede zarar görür, insanların madenler çevresindeki yaşam alanları zamanla bozulur. Bu durumun ülkemizdeki bilinen örneği Yatağan ve çevresidir. Kömürün genelde madenlerin hemen yanı başında kurulan termik santrallerde yakılması bu durumu daha da ağırlaştırır. Kömürü yıkamak için zaten kıt olan su kaynakları tüketilirken; başta karbondioksit, kükürt dioksit, nitrojen oksit, metan, toz gibi emisyonları ile küresel iklim değişikliğine, hava kirliliğine, asit yağmurlarına neden olur. Kömürün yakılması ile de çevre ve insan sağlığına verdiği zararlar bitmez. Kömür atıkları, küller, bazen bu atıkların içinde bulunabilen ağır metalar ve/veya eser miktarda radyoaktif elementler, terk edilmiş maden alanları, kirletilmiş su kaynakları çevre ve insan sağlığı açısından zararların devamına neden olur. Bütün bunlara maden ve termik santral kazaları (!) eklendiğinde olayın boyutları daha da büyür.

Kömüre dayalı termik santrallerin çevre ve insan sağlığı açısından en büyük zararı ise küresel iklim değişikliği boyutunda görülmektedir. Kömür yakan termik santraller her yıl atmosfere 11 milyar ton karbondioksit bırakıyor. Bu elektrik üretiminden kaynaklanan karbondioksit salınımlarının %71’ine,  fosil yakıt kaynaklı toplam küresel salınımların %41’ine denk geliyor (4).

Özetle kömür madenciliği ve ona bağlı termik santraller kazalarının yanı sıra;

  • İklim değişikliğine bağlı toplumsal ve çevresel maliyetlere
  • Hava kirliliğine bağlı çevre ve insan sağlığının olumsuz etkilenmesine
  • Kül ve diğer tehlikeli atıklara bağlı su kaynakları ve toprak kirliliğine
  • Jeolojik yapının geri döndürülemez bir biçimde bozulmasına neden olur.

3.Çözüm

Birçok ülke elektrik üretiminde nükleer santrallerin yanı sıra birincil enerji kaynağı olarak kömürden de uzaklaşmaktadır. Özellikle küresel iklim değişikliğinin önüne geçmek için sera gazı emisyonlarının sınırlandırılması ile ilgili uluslararası anlaşmaların yenilenmesi geliştirilmesinin tartışıldığı bu dönemde sera gazı emisyonlarının en büyük kaynağı olan kömüre dayalı termik santrallerin hiç olmazsa yenilerinin yapılmaması; mevcutların ise zaman içinde kapatılması yaşamsal bir önem taşımaktadır. Bunun en güzel örneği Almanya’dır. Bu ülke 2003-2013 yılları arasında nükleer santrallerden ve taş kömürüne dayalı termik santrallerden elektrik üretiminde büyük oranda azaltma sağlamış; linyite bağlı termik santrallerden üretim ise hafif artmıştır. Aynı dönemde yenilenebilir enerji kaynaklarından ise üretimde büyük artış sağlamıştır (5). Böylece nükleer santrallerde, taş kömürüne bağlı termik santrallerde yapılan elektrik üretimindeki azaltma; yenilenebilir enerji kaynaklarından karşılanmıştır. Buna bağlı olarak kömür üretim ve ithalinde de azalma sağlanmıştır. Ülkemizde ise aynı dönemde tam tersi yapılmıştır. Yeni termik santraller yapımlı, mevcutların kapasitesi artırılmıştır;  buna bağlı olarak kömür gereksinimi artmış; üretim artırabilmek için yeni kömür ocakları açılmış, mevcut ocaklara yeni galeriler eklenmiştir. Bununla da yetinilmemiş çalışan sağlığını hiç düşünmeden sadece üretim artışı ve daha çok kar sağlayabilmek amacı ile madenlerde taşeronlaşmanın önü açılmıştır.

 

Şekil 2: Almanya’nın elektrik üretimde kullanılan birincil enerji kaynaklarında 2003-2013 yılları arasındaki değişim

Ne yapılmalıdır? Uzun ve orta vade de;

  • Önümüzdeki on yıllık dönemde Almanya’ya benzer bir tablo yaratmalıyız. Temel korumayı ancak böyle sağlayabiliriz. Yeni termik santrallerin yapımı bu dönemde durdurulmalı, eski santrallerde kapasite artışı yapılmamalıdır. Buna bağlı olarak kömür madenlerinde aşamalı olarak üretim azaltılmalı ve sonuçta kapatılmalıdır.
  • Yine bu dönemde başta rüzgâr ve güneş enerjisi olmak üzere yenilenebilir enerji kaynaklarının Türkiye’nin toplam elektrik üretimindeki payı bugünkü mütevazı (!) seviyesinden %40’lara doğru yükseltilmelidir.
  • Başta Soma, Yatağan olmak üzere kömür madeni bölgelerinde başta tarım olmak üzere alternatif iş alanları tekrar canlandırılmalıdır.

Orta ve uzun vade de bunlar gerçekleştirilirken kısa dönem için derhal birincil, ikincil ve tersiyer korunma önlemleri alınmalıdır.

  • Bu nedenle öncelikle maden yasası TBMM tarafından çevre ve insan merkezli olarak yeniden düzenlenmelidir.
  • Maden ocaklarında çalışma koşulları düzeltilmeli; çalışanlara ciddi eğitim verilmeli, yeraltında insan yaşamını koruyacak her türlü önlem alınmalı, taşeron sisteminden ve özelleştirme politikalarından vazgeçilmeli, mekanize üretim teknikleri uygulanmalıdır.

Bugünden itibaren ciddi planlama yaparak; önümüzdeki on yıl içinde termik santralleri önce azaltıp; sonra kapatmaya başlamazsak yeni Soma katliamları ile karşılaşmamız hiç de sürpriz olmayacaktır.

 

Kaynaklar

  1. 3213 sayılı Maden Kanunu. http://www.maden.org.tr/mevzuat/mevzuat_detay.php?kod=128 (Erişim tarihi: 05.06.2014)
  2. Elektrik Üretim Sektör Raporu 2013; Elektrik Üretim Anonim Şirketi (EÜAŞ). Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı. http://www.enerji.gov.tr/yayinlar_raporlar/Sektor_Raporu_EUAS_2013.pdf (Erişim tarihi: 05.06.2014)
  3. 2012 Yılı Genel Enerji Dengesi Tablosu; C. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı. www.enerji.gov.tr (Erişim tarihi: 05.06.2014)
  4. İnternational Energy Agency, 2007. Key World Energy Statistics OECD/IEA, 2007.
  5. The German Coal Conundrum; The status of coal power in Germany’s energy transition. Published by the Heinrich Böll Stiftung Washington, DC, June 2014.

 

Hekimce Bakış 86. Sayı