Türkiye baharın son günü yaza çok sıcak girdi. Taksim Gezi Parkı’nda 31 Mayıs’ta polisin sert müdahalesiyle başlayan protestolar başta İstanbul olmak üzere Türkiye geneline yayıldı.
Haziran ayının tamamı neredeyse protestolarla geçti ve bu protestolar zaman zaman çeşitli eylemlerle sürüyor.
Elbette, protestoların Türkiye siyasi ve toplumsal tarihine damga vuracak birçok boyutu var. Bu boyutların belki de en önemlilerinden birisi de medyaya ilişkin oldu.
11 yıla yaklaşan AKP iktidarı döneminde yazılı ve görsel medyada büyük bir değişim ve dönüşüm yaşandı. Bu değişim yalnızca medya sermayesinin yapısında değil ancak neredeyse medyanın tümünü etkileyecek biçimde basın özgürlüğü, ifade özgürlüğünü tehdit edecek boyutlara ulaştı.
Türkiye, basın özgürlüğü açısından tarih boyunca hep sorunlar ve sıkıntılar yaşadı; gazeteciler suikastlere uğradı, yargılandı, hapislere atıldı, maddi ve manevi baskılar gördü. Belki son 11 yılda gazeteci cinayetleri yok denecek kadar azaldı, ama basın özgürlüğü açısından önemli bir iyileşme olmadığı gibi özellikle son aylarda net biçimde ortaya çıktığı gibi basın Türkiye tarihinde görülmemiş boyutlarda bir baskı ortamıyla karşı karşıya kaldı…
Devam etmeden önce kısa bir özet yapalım.
AKP iktidarı döneminde Sabah, Takvim ve ATV’ye TMSF el koydu ve iktidara yakın olan Çalık Grubu’na kimseye kolay kolay nasip olmayacak kredi imkanıyla satıldı. Yine Uzan Grubu’na bağlı Star Gazetesi ve Star TV’ye el konuldu. Star Gazetesi yine AKP’ye yakın bir gruba satıldı. Star TV ise önce Doğan Grubu’na oradan da son dönemde iktidarın en gözde grubu haline gelen Doğuş Grubu’na satıldı.
Yakın zamanda TMSF ile uzun yıllardır başı dertten kurtulamayan Çukurova Grubu’na bağlı medya grubuna el konuldu. Akşam Gazetesi ve Show TV’ye el konuldu ve bir gecede Akşam’ın yönetimi AKP’ye yakın isimlerle dolduruldu. Show TV’den Ali Kırca ve ekibi gönderildi.
Uğur Dündar, Ali Kırca gibi isimler TV’lerden tasfiye edildi.
NTV’de Can Dündar, Banu Güven, Ruşen Çakır gibi birçok önemli isim tasfiye edildi. Bu tasfiye Gezi Parkı protestoları sırasında zirveye ulaştı ve CEO Cem Aydın öz eleştiri yaptıktan sonra Ferit Şahenk tarafından işten atıldı. Doğuş Medya’ya kurulduğundan beri gruba emek veren ve kimlik kazandıran başkaca önemli isimler ya işten çıkarıldı ya da istifa ederek gruptan ayrıldı.
Bu arada, Doğan Grubu Maliye kıskacına alındı ve Sabah Grubu’nun ardından Hürriyet Gazetesi de “makul” seviyeye çekildi.
İktidarla ilişkilerini güçlendiren Ciner Grubu bunun mükafatını TMSF’nin el koyduğu Show TV’yi bir haftada ihalesiz harika bir fiyatla satın aldı. Gruba bağlı Habertürk Gazetesi’nin yanı sıra diğer kanalları iktidara methiyeler dizmeye başladı.
Doğan Grubu’nun elinde bulunan Milliyet ve Vatan gazeteleri iktidarla ilişkilerini kökleştiren Demirören Grubu’na satıldı. Bu satışın ardından Erdoğan’a eleştirileriyle ön plana çıkan Hasan Cemal yıllardır yazarlık yaptığı gazeteden gönderildi.
Star Gazetesi Başyazarı Mehmet Altan, Hürriyet Gazetesi yazarları Emin Çölaşan, Bekir Coşkun, Yeni Şafak Gazetesi yazarları Kürşat Bumin ve Işın Elçin ve daha başka birçok yazar ve gazeteci işlerine son verilerek basın dışına itilmeye çalışıldı.
Hemen tüm gazetelerde işlerini kaybedenlerin en önemli ortak noktası ise iktidar partisini ve özellikle Başbakan Erdoğan’ı eleştirmekti.
Tabii ki özetlemeye çalıştığımız bu liste epey kabarık ve neredeyse bu gelişmelerin önemli kısmı son 3 yıl içerisinde ve özellikle son 1 yıl içerisinde yaşandı.
31 Mayıs tarihinde Taksim Gezi Parkı’nda başlayan protestolarla da görüldü ki, Türkiye basını tam anlamıyla iflas etti ve çöktü.
Tahrir Meydanı’ndan saatlerce canlı yayın yaparak Mısır’daki gelişmelere duyarlılığını gösteren NTV ve CNN Türk gibi kanallar Gezi Parkı protestolarının başladığı gün ve günlerde penguen belgeselleriyle evrensel yayıncılık ilkelerine ne kadar bağlı olduklarını gösterdiler!
Türk medyası sermaye yapısı değiştirilerek ya da Maliye marifetiyle hemen hemen kontrol altına alınırken, ne sermaye ne de Maliyece kontrol altına alınamayan bir “bela” ile karşılaşıldı: Sosyal medya!
Gazeteler, TV’ler haber vermeyince ve gerçeği anlatmayınca iş başa düştü ve yurttaş kendi gazetesini kendisi çıkardı. Yurttaşlar bilgileri, fotoğrafları ve görüntüleri Twitter ve Facebook gibi platformlardan yaydı. İktidarın asabiyesi o kadar yükseldi ki, işi Twitter ve Facebook yönetimine başvurarak işbirliği istediler ama ülke içerisinde alışık oldukları bir sermaye yapısıyla karşılaşamadıkları için elbette geri çevrildiler. Twitter ve Facebook kapatılamadığı ve kontrol edilemediği için bu kez iş, Twitter operasyonları ve gözaltılarla sosyal paylaşımda bulunanlara gözdağı vermeye dönüştü. Gazeteciler Twitter mesajları nedeniyle işten atılmaya başlandı.
Tüm bu girişimlere rağmen yurttaşlar olarak neyse ki sosyal medya var diyecek durumdayız. Çünkü sosyal medya da olmasa Türkiye yurttaşları tam anlamıysa habersiz, bilgisiz ve soluksuz kalacaktı.
Türk medyası askeri darbe dönemleri hariç tarihinin hiçbir döneminde bu derece baskı ve kontrol altına alınmaya çalışılmamıştı. Türkiye’de yaklaşık 30 civarında günlük ulusal gazete çıkıyor ve neredeyse bu gazetelerin yarısı tek bir gazeteymiş gibi yayın yapıyor; isimleri ayrı ama yayın politikaları ve içerikleri hemen hemen tıpa tıp aynı!
İşin tirajik yanı ise, bu gazeteler yayın politikası ve genel yazar profilleriyle iktidara yakın bir çizgi izlerken, içlerinde tek tük münferit düşünen yazarlara dahi tahammülsüz bir aşamaya geçilmiş olması…
İşte Türk medyasının hal-i pürmelali… Ah bir de şu başbelası Twitter olmasaydı!
Birileri Başbakan’a anımsatmalı; mutlak biattan ve dikensiz gül bahçesinden demokrasi çıkmadığı gibi, hiçbir iktidarı da ayakta tutmaya yetmiyor! İsterseniz tüm medya organlarını tek tipleştirin gerçek, gerçek olarak kalmaya devam ediyor.
Ve gerçeğin eninde sonunda ortaya çıkmak gibi engellenemez bir huyu var!
Yani korkunun ecele faydası yok!
Özcan YAZICI
Aktif İnternet Medyası Derneği Başkanı
@ozcanyazici