Kıbrıs çıkarması, Türk-Yunan savaşı, anarşi, terör, sağcı-solcu kutuplaşması, bölünmüş mahalleler, sokakta öldürülen insanlar, katliamlar, ihtilal, dağılan aileler, yaşı büyütülüp asılan insanlar, yıllarını cezaevinde geçiren insanlar, güneydoğuda şehit edilen askerler, katledilen insanlar, cenazeler, tabutlar, yıllarca suçsuz yere hapis yatan askerler, gazeteciler, mülteciler, denizi aşamadan karaya vuran çocuk cesetleri, şehirlerde patlayan bombalar, darbe kalkışması, kurşunlara hedef olan yüzlerce insan, devleti hileyle ele geçirmeye kalkışan cemaat, acı, gözyaşı, kan….
Ulusal yas, mesleki sorunlar, vazife...sanat, kültür ve hatta eğlence: Nereye kadar?
Benim ömrümün yetişebildiğim kısa siyasi tarihi bu. Haluk Şahin’in yıllar önce yazdığı bir kitabın adıydı: “Türk Olmak Kolay Değil”, Daha doğrusu bu coğrafyada, bu siyasi iklimde olmak kolay değil. İnsanlık tarihi boyunca suların durulmadığı Anadolu topraklarında yaşıyor olmak bir yana, kimliğini, ne olduğunu tanımlayamamış bir toplumun bireyi olmanın bir neticesi bu. Altyapımızda tedirginlik var bizim. Kıyafetimizde bir takım renkler bir araya gelmişse tedirgin oluyoruz, okuduğumuz gazeteden tedirgin oluyoruz, iki cümleyi bir araya getirirken tedirgin oluyoruz, söylediğimiz şarkıdan, giydiğimiz markadan, satın aldığımız çikolatadan, yağdan bile tedirgin oluyoruz. Yaftalar hazır; vatan haini, faşist, bölücü, dinci, şucu, bucu…Ağzınızdan bir söz kapıp yapıştırmak için fırsat bekliyorlar. Muhafazakar, gelenekçi, tutucu olanımız da böyle, aydın, demokrat, seküler olanımız da.
Tedirgin görünmezseniz suçlusunuz bir de. Duyarsız olmakla suçlanıyorsunuz bu sefer. Ortalıkta kan, gözyaşı ve bu kadar tehlike varken bilimden, sanattan bahsetmek hakaret gibi geliyor herkese. Hele sanat ve hele de müzik. Yakalasalar neredeyse linç edecekler. Her gün cenazeler kalkarken siz nasıl konser verirsiniz? Nasıl şarkı söylersiniz? Nasıl saz çalarsınız?
Benim teşhisim son derece net. Bizim müziğe, edebiyata, felsefeye, resime, düşünceye, bilime, kültüre ihtiyacımız var. Yaraya sürülen merhem nasıl acı verirse, tedirginlikten taş kesilmiş yüreğimiz kültüre, sanata değince irkiliyor önce. Oysa o merhem yaraya nüfuz etse daha iyi olacağız belki. Belki saplandığımız açmazdan çıkacak başımız. Tedirgin olduğumuz şeyler her neyse çaresini bulacağız. Her cenazenin kalktığı gün ilahilerden, nefeslerden, oratoryolardan, Türkçe, Kürtçe, Arapça türkülerden oluşan dev bir dayanışma korosu inletse memleketi belki o mermiyi atanlar, bombayı patlatanlar karşı operasyonlardan daha büyük bir darbe alacaklar.
Evet müzik lakaytlıktır. Her yer dertle, acıyla doluyken, arapsaçı olmuş bir çok sorun varken şarkınızı söylemeniz, şiirinizi okumanız tepki uyandırır insanlarda. Ama içinden çıkılmaz polemiklerle, sloganlarla, zaman kaybından başka bir şey olmayan söylemlerle, siyasi dedikodularla kaynayan düşmanlık kazanına bir odun daha atmaktansa bırakın birileri konserlerini versin, kültürden, sanattan bahsetsin paylaşımlarında.
Memleketin içinde bulunduğu durumu gerekçe gösterip konserlerin iptal edilmesi, terörden, kandan, acıdan beslenenlerin ekmeğine yağ sürecektir. Üstelik iki yüzlülüktür bu. Konser veren ve konser izlemeye gelen kişiler memleketin o günkü haline duyarsız kişiler midir yani? Repertuar ağırlaştırılabilir. O konser ve o konserin oluşturduğu birliktelik olumlu bir motivasyona da sebep olabilir ama konser nasıl iptal edilir anlamıyorum? Üstelik konserlerin çoğu eğlence amaçlı değildir. Bir kitap okumak, bir film izlemek gibidir bir konseri takip etmek. Öte yandan toplumun her türlü eğlence ve keyif yolları sonuna kadar açık. Televizyonda sulu yerli diziler, sörvayvırlar, yarışma programları tam gaz devam ediyor. Sinemalarda Hababam Sınıfı’nı Oscar’a aday gösterecek ucuz yerli komedi filmlerine bilet bulunmuyor. Düğünler, dernekler, kutlamalar gırla gidiyor. Restoranlarda, barlarda, çay bahçelerinde, evlerde muhabbetin, kahkahanın bini bir para. Yas ilan ettiğimiz bir haftanın sonunda market reyonlarında tavuk kanadı kalmıyor, köfte yoğurma makinelerinin aşırı çalışmaktan motorları yanıyor. Sonra bir klasik Türk müziği konserini ya da piyano resitalini iptal edince toplumca vicdanımızı rahatlatıyoruz. Yıllarla ve emekle yetişmiş sanatçıların sahne gösterileri mi rencide ediyor milleti?
Bu yazdıklarımdan şöyle bir anlam çıkmasından da korkarım. Sadece konserleri değil her şeyi iptal edelim. Karartma uygulayalım, her yeri kapatalım, yüzünde tebessüm olan herkesi sorgulayalım. O zaman teröre yenilmiş olursunuz, dayanışmayı arttırmak bir yana toplumu derin bir kasvete sokarsınız ki teröristin amacı da budur. Ama şu kadarını herkes bellemeli. Konserler, vur patlasın, çal oynasın yerleri değildir. Adına ister müzik deyin, ister musiki deyin, toplumun derin bir kültür faaliyetidir.
“Konserler vur patlasın çal oynasın yeri değildir” demişken bir başka konuya daha girmek istiyorum. “Hekimlerin bunca meseleleri varken konserler verip keyif ediyorlar, üstelik hekimlerin paralarıyla” diyen arkadaşlarımızın varlığını haber alıyoruz. Bu güne kadar böyle bir tepki almamış olmama rağmen bazen dolaylı bir tepki ya da bir gazete yazısı böyle bir hassasiyetin varlığını bize bildiriyor. Şüphesiz bu tepki bir kültürel faaliyet yapılmasına değildir. Belki hekim arkadaşlarımız, herkesin istifade edemediği bir faaliyetin Oda adına yapılıyor olmasından rahatsız. Böyle düşünen hekim arkadaşıma bir iki söz söylemek isterim.
Yirmi yılı aşkın süredir Tabipler Korosu adında bir araya gelen çoğunluğu hekimlerden oluşan bir koroyu çalıştırıyorum, konserler veriyoruz. 2002 yılından beri de Bursa Tabip Odası’nın himayesinde “Bursa Tabip Odası Türk Müziği Korosu” adıyla faaliyet gösteriyoruz. Tabip Odası, bu çalışmaları organize ederken, “böyle faaliyetlerimiz olsun” diye kendini paralamıyor yani. Meraklı arkadaşlar bir araya gelip bir faaliyet ortaya koyuyorlarsa, Oda’ya bunu sunup, Oda himayesinde gerçekleştiriyorlar. Yönetim Kuruluna gündemini ve zamanını işgal etmiyoruz. Oda tarafından veya başka bir şekilde bu çalışmaları yönetirken ben konser sonrası takdim edilen plaket ve çiçek dışında para ya da başka bir menfaat elde etmedim. Provalarda saz çalan arkadaşlarımız koromuza mensup. Onların da herhangi bir menfaati yok. Konser sazlarının ve salon giderlerinin yaklaşık yarısını Oda karşılıyor, yarısını da biz ayda kişi başı on lira toplayarak karşılıyoruz. Ayda kişi başı yirmi lira topladığımız takdirde odanın maddi himayesine de ihtiyacımız kalmayacak yani. Tiyatro gibi diğer faaliyetlerde de durum aynı. Hatta bazen ücretli konserler yapıp tıp öğrencileri burs fonuna gelir bile elde ediyoruz. İşin maddi boyutu bu.
Bir gün polikliniğinizde, hastaların ara verdiği yorgun bir anınızda hafiften çalan radyodaki bir şarkıya dalıp mırıldanırken, “ya bu müzik ne güzel şey be, ben de şarkı söylesem” derseniz bilin ki biz varız. Sizi de aramıza bekleriz. Biliyorsunuz bazı şeyler işinize yaramasa da varlığıyla güzeldir. Tıpkı memleketin uzak bir köşesinde hiç bir zaman gitmediğiniz belki de gitmeyeceğiniz bir parkın varlığı gibi, tıpkı kütüphanenizde henüz okumadığınız bir kitabın varlığı gibi. Gelirseniz eğer sizden ayda on liradan fazla bir şey istemeyiz.
“Orada bir koro var uzakta, o koro bizim koromuzdur” demek te güzel değil mi sevgili hekim arkadaşım.?
Dr. Murat Derin