Uruguaylı gazeteci, yazar Eduardo Galeano’yu 74 yaşında 13 Nisan 2015te yitirdik. Sadece Latin Amerika’da değil tüm dünyada sağduyunun, vicdanın ve ötekilerin sesi olmuş değerli bir yazar, solcu bir aydın ve politik bir aktivistti. Onu son kez ABDnin Venezüellaya uyguladığı yaptırımlara karşı dururken gördük. 40 yıl önce yayınlanan ünlü kitabı LATİN AMERİKANIN KESİK DAMARLARI’nı Hugo Chavez 2009 yılındaki bir Amerikan Devletleri zirvesinde Obama’ya Latin Amerika gerçeğini anlaması için armağan etmişti.
Kitaplarında özellikle Latin Amerikanın uzak ve yakın geçmişini kıtaya özgü büyülü gerçekçiliğin şiirsel ve esprili diliyle anlatır. O resmi tarihin aksine kazananların değil; kaybedenlerin, dışlanmışların, ötekileştirilmişlerin,yok sayılanların,ezilenlerin, sömürülenlerin, bir şiirinde söylediği gibi kısaca hiçkimselerin yani tarihi yapanların öyküsünü aktarmıştır. Tüm kitaplarında bilindik, genelgeçer kavramları tersyüz ederek sorular sorar. Son kitaplarından AYNALAR’ı Democracy Now dergisiyle yaptığı söyleşide şöyle anlatır: ‘’İnsanın tarihini görünmez olanların gözünden yeniden biçimlendiren, ırkçılıkla, maçolukla, militarizmle, seçkincilikle ve başka birçok izmle sakatlanmış yeryüzünün gökkuşağını yeniden keşfeden 600 küçük öykü. Amacım hiçkimse olmayanlar hakkında hiçkimse olmayanların sesiyle konuşmaktı. Küçük öyküler çünkü ben sözcük enflasyonuna karşıyım, az sözle çok şey anlatmak istedim. Çoğunlukla çok söz hiçbir şey söylememek içindir.’’
Galeano 1940da Uruguay’da doğmuştur. Gençlik yıllarında pekçok işte çalışmış; 1960 larda gazeteciliğe başlamıştır. Diktatörlük döneminde bir süre hapiste kalmış, 1985e dek İspanyada politik mülteci olarak yaşamış; sonra ülkesine dönerek gazeteciliği ve yazarlığını sürdürmüştür.
Aşkın ve Savaşın Gündüz ve Geceleri, Uruguay, Arjantin, Şili ve Brezilya diktatörlerinin yasakladığı Latin Amerikanın Kesik Damarları, Latin Amerika’nın tarihini büyüsel anekdotlarla anlattığı 3 ciltlik Ateş Anıları, futbola adanmış Güneşte ve Gölgede Futbol, kapitalizmin paradoksal dilini tiye aldığı Tepetaklak, dünyanın resmi olmayan tarihi Aynalar, Kucaklaşmanın Kitabı, Zamanın Ağızları, Söz Mezbahası, Biz Hayır Diyoruz, Ve günler Yürümeye Başladı Türkçeye de çevrilen kitaplarından bazıları.
Galeano sözcükleri bir resim boyarcasına ustalıkla kullanırdı. Montevideo’da ünlü kafesi Cafe Brasilero’da oturup insanlarla konuşur, duyduklarını kağıt parçalarına not eder, kitapları için saklardı. Yazarlığı seçmesini şöyle anlatır: ‘’ Gool diye bağırarak doğmuşum, tüm diğer Uruguaylı bebeler gibi. Futbolcu olmak istedim; tam bir felaketti. Sonra rahip olmaya karar verdim. Daha kötüydü. Ressam olayım dedim ama çizdiklerim bakılacak gibi değildi. Hepsinin boş gayret olduğuna inanınca yazarlığa başladım. Doğduğum, büyüdüğüm şehirde Montevideo’da kıyı boyunca yürür , gider gelirdim. Bu gidiş gelişler sırasında sözcükler gelir, içime dolardı. Zor olan onları dışarı salıvermekti.’’
Yeryüzünün vicdanı, belleği, dışlanıp yoksayılanların sesi Eduardo Galeano’nun son iki kitabından Kadınlar 1 Mayısta Uruguayda yayınlanacak. Galeano’nun seçimiyle Şehrazat’tan Marilyn Monroe’ya, Nobel Barış Ödüllü Guatemalalı yerli Rigoberta Menchu’dan Meksika Devriminin ve Paris Komününün isimsiz kadınlarına dek pekçok kadının öyküsünün anlatıldığı bir antoloji. İkinci kitabı Öykü Avcısı ise önümüzdeki aylarda basılacak.
Galeano’nun Cumhuriyet Gazetesi için çevirdiğim ve 18 Mayıs 2009da yayınlanan ‘’ADALET ADİL Mİ?’’ başlıklı yazısını anısına saygıyla aktarıyorum:
ADALET ADİL Mİ?
Bazı soruları, kafamda vızıldayıp duran sinekleri yani, sizinle paylaşmak isterim. Adalet adil mi? Tepetaklak olmuş dünyanın adaleti ayakları üstünde mi duruyor?
Irakta Bush’a ayakkabısını fırlatan ayakkabı eylemcisi 3 yıl hapse mahkum ediliyor; ödüllendirilmesi daha doğru olmaz mıydı?
Kim terörist? Ayakkabı fırlatan mı, fırlatılan mı? Yalanlar söyleyerek Irak’ı işgal etmiş, pek çok insanın ölümünden sorumlu, işkenceyi yasalaştırıp uygulanmasına izin veren bu seri katil terör suçunu işlemedi mi?
Meksikadaki Atenco halkı, Şilinin Mapuche yerlileri, Guatemalalı Kekchie’ler ya da Brezilyanın topraksız köylüleri topraklarını savundukları için terörist sayılmadılar mı? Eğer toprak kutsalsa (gerçi yasalar öyle demez) onu savunanlar da kutsal değil midir?
Foreign Policy ( ekonomi ve politika dergisi çn.) e göre Somali en tehlikeli bölge. Peki korsan kim? Gemileri soyan açlığa mahkumlar mı yoksa yıllardır dünyayı soyan ve şimdi de milyonlarca dolarla hırsları ödüllendirilen Wallstreet’in spekülatörleri mi? Neden dünya kendisini yağmalayanları ödüllendirir? Neden adaletin tek gözü kördür? Dünyanın en güçlü şirketlerinden Walmart’ta sendika yasaktır, Mc Donalds’da da. Niçin bu büyük şirketler uluslararası yasaları ihlal ederken cezalandırılmayacaklarından bu kadar eminler? Günümüz dünyasında emeğin çöp kadar değeri olmadığından mı? Çalışanların hakları diye bir şey kalmadığından mı?
Kimler adil, kimler değil? Eğer uluslararası adalet sahiden varsa neden hiç güçlüleri yargılamaz? En acımasız katliamların failleri hapse girmez? Hapisanelerin anahtarları onlarda olduğu için olmasın?
Neden Birleşmiş Milletlerde veto hakkı olan 5 süper güç dokunulmazdır? Bu, ilahi bir hak mıdır?
Savaş pazarlığı yaparken barışı mı kolluyorlar? Dünya barışının silahların çoğunu üreten bu 5 gücün sorumluluğunda olması adil midir? Uyuşturucu kaçakçılarını horlamayalım, ama bu da bir organize suç sayılmaz mı? Ölüm cezası isteyerek yaygara koparan dünyanın sahiplerine karşı bir ceza istenmiyor, dahası yaygaracılar füze kullananlara değil çakısını kullanan katillere ölüm istiyorlar. İnsan sormadan edemiyor, bu intikam tutkunları öldürmekten bu kadar hoşlanıyorlarsa neden sosyal eşitsizlik için ölüm cezası istemezler? Her bir dakikada 3 milyon dolar askeri harcamalara giderken 15 çocuğun açlıktan ya da tedavi edilebilir bir hastalıktan öldüğü bir dünya adil olabilir mi? Uluslararası toplum kime karşı dişlerine varana dek silahlanıyor? Yoksulluğa mı yoksa yoksullara mı karşı? Neden kapital dünyasının ateşli ölüm cezası yanlıları kamusal güvenliği hergün tehdit eden tüketim toplumunun değerlerine ölüm cezası istemezler?
Ya da günler ve geceler boyu işsiz, düşük gelirli milyonlarca genci serseme çeviren sahip olmak var olmaktır( yeni bir otomobilin olsun, marka bir ayakkabın olsun, olsun, olsun…) reklam bombardımanını suç ilan ederler mi? Neden ölüme karşı ölüm cezası uygulanmaz? Tüm dünya ölüme hizmet etmek için örgütlenmiş. Kaynaklarımızın ve enerjimizin büyükçe bir bölümünü yutan silah endüstrisi ölüm imal etmiyor mu? Dünyanın sahipleri şiddeti sadece başkaları uyguladığında mahkum ederler. Bu şiddet tekeli dünya dışı yaratıklar için açıklanamaz, dünyalılar içinse dayanılmaz bir olguya dönüştü. Biz dünyalılar tüm tersi göstergelere karşın hala hayatta kalacağımızı sanıyoruz. İnsanoğlu birbirini yoketmede ustalaşmış tek canlı türü ve yıkıcı teknolojiler geliştirerek dünyanın ve üzerinde yaşayanların sonunu getirecek. Bu teknoloj korkuyla besleniyor. Düşmanlar üreten bu korku aslında askeri harcamaları haklı çıkarmaya yarıyor.
Ey ölüm cezası çığırtkanları korkuyu öldürmeye ne dersiniz? Bizi korkutanların bu evrensel diktatörlüğünü sonlandırmak sağlıklı olmaz mı?
Panik tohumları ekenler bizi yalnızlığa mahkum ediyorlar, dayanışmamızı yasaklıyorlar: Ezin birbirinizi, gemisini kurtaran kaptan! Komşun seni tehdit eden bir tehlikedir her zaman, aman dikkatli ol; bu, seni soyabilir, o, sana saldırabilir, şu bebek arabasında müslüman bir bomba saklanmış olabilir ya da sana bakan şu masum görünüşlü komşun domuz gribi bulaştırabilir…
Bu tepetaklak olmuş dünyada en temel hak arayışları, sağduyu bile korku veriyor insanlara. Başkan Evo Morales,Bolivya’nın çoğunluğunu oluşturan yerliler utanmadan aynaya bakabilsinler diye ülkesini yeniden yapılandırmaya giriştiğinde paniğe kapıldı herkes. Bu talep geleneksel ırkçı düzen için tam bir yıkımdı. ‘’Evo’nun mümkün olabileceğini söylediği düzen kaos ve şiddet doğurabilirdi. Onun yüzünden ulusal birlik bozulup parçalara ayrılacaktı.’’
Ekvator başkanı Correa, ülkesinin yasal olmayan borçlarını ödemeyeceklerini söylediğinde finans dünyasında yer yerinden oynadı ve Ekvator en korkunç cezalarla korkutuldu, kötü örnek olmasın diye.
Askeri diktatörlükler ve hırsız politikacılar uluslararası bankalar tarafından şımartılırken bizler de ölümcül bir kadermişçesine bizi dövecek sopaların parasını ve bizi yağmalayacak aç gözlülüğü ödemeye alışmadık mı?
Sakın sağduyu ve adalet sonsuza dek birbirlerinden boşanmış olmasınlar! Sağduyu ve adalet birlikte yürüsünler ve dost olsunlar diye doğmamışlar mıydı? Feministler, biz maçolar kadınları gebe bıraktığımızda kürtaj serbest olsun derken sağduyu va adalete sığınmıyorlar mıydı? Peki neden kürtaj serbest değil hala? Sadece yaptıracak parası olan kadınlarla parayı alacak doktorlara ait bir ayrıcalık olarak kalsın diye mi acaba?
Sağduyu ve adaletin yadsındığı başka bir rezillik daha: Neden uyuşturucuları yasallaştırmak istemezler? Kürtaj gibi bu da bir halk sağlığı sorunu değil mi? En çok bağımlı barındıran bir ülke hangi ahlaki yetkiyle kendi tıbbi gereksinimi kadar üreten bir başka ülkeyi mahkum edebilir? Uyuşturucu belasına karşı savaşa kendini adamış büyük basın kuruluşları neden tüm dünyanın tükettiği uyuşturucunun Afganistan’dan geldiğini söylemezler? Afganistan’ı kim yönetiyor? Bu ülke, hepimizi kurtarmayı görev edinmiş Mesih tarafından işgal edilmemiş miydi? Neden uyuşturucuları bütünüyle yasallaştırmıyorlar? Askeri işgaller için iyi bir gerekçe oluşturduğu için mi acaba? Yoksa geceleri çamaşırhane gibi çalışan bankalar için ballı kazanç kapısı olduğundan mı?
Şimdi dünya üzgün, çünkü daha az otomobil satılıyor. Krizin sonuçlarından biri başarılı otomobil endüstrisindeki düşüş. Eğer hala biraz sağduyumuz kaldıysa, bunu kutlamamız gerekmez mi? Otomobillerin azalması daha az zehirlenecek doğa için ya da daha az ölecek olan yayalar açısından iyi bir haber değil mi yoksa?
Lewis Carol’a (Alis Harikalar Ülkesinde kitabının yazarı çn.) göre Kraliçe Harikalar ülkesinde adaletin nasıl işlediğini Alis’e şöyle açıklar: Şöyle der Kraliçe, ‘’İşte görüyorsun, hapise kapatılmış, cezasını çekiyor ancak mahkeme gelecek çarşamba başlayacak, tabi bu arada suç da işlenip bitmiş olacak.’’
El Salvador’da rahip Oscar Amulfo Romero adaletin yılan gibi sadece baldırı çıplakları ısırdığını göstermişti. Ülkesinde baldırı çıplakların dünyaya gelme suçunu işleyerek daha doğmadan mahkum edildiklerini söylediği için kurşunlanarak öldürüldü.
El Salvadordaki son seçimlerin sonucu bir tür saygı değil mi? Rahip Romero ve onun gibi adaletsizlikler ülkesinde adil bir adalet için savaşanların anısına bir saygı değil mi?
Bazen Tarihin hikayeleri kötü biter ama Tarih bitmez. Elveda derken yine görüşürüz demek istemiştir.
EDUARDO GALEANO/ PAGİNA 12 / ARJANTİN
08/05/2009