Bursa, resim sanatı tarihimizde çok önemli bir yere sahiptir. Türk Resim Sanatı Tarihi’ne göz atıldığında, 19. yüzyıla kadar, temeli Türk-İslam geleneğinde yatan minyatür sanatının egemen olduğu görülmektedir. On sekizinci yüzyıl başlarından itibaren yaşamın her alanında başlayan ve giderek yoğunlaşan Batılılaşma hareketleri resim alanında da etkili olmuştur.
Bursa M.Ö. 4000’lerden beri çeşitli yerleşkelere sahne olmuş, klasik Yunan döneminde Bithynia ismini almıştır. Bursa’nın modern bir şehir durumuna gelmesi 1326 yılında fethedilmesiyle başlar. Orhan Gazi’nin 1339 yılında başlattığı imar hareketiyle, Osmanlı İmparatorluğu’na başkentlik yapacak olan şehrin temelleri atılmış olur.
Bursa, İstanbul’un 1453 yılında fethine kadar Osmanlı’nın en önemli merkezidir. Osmanlı ve Selçuklu mimarisinin en güzel örnekleri ile süslü şehir, her dönemde sanatçıların ilgisini çekmiştir. Özellikle Yeşil Cami, Yeşil Türbe, Muradiye Külliyesi, Ulu Cami ve Hüdavendigar Camisi, Türk resim sanatına yön veren ressamlarımız tarafından sıklıkla çalışılmış yapılardır. Bu güzel, tarihi binaların sadece dış görünümleri değil, içlerindeki çok değerli çini ve hat eserleri de özellikle iç mekânlarda çalışan ressamlarımızın ilgisini çekmiştir.
15. yüzyıl ortalarında ipekçilik ve Güneydoğu Asya’dan gelen baharat Bursa’nın ekonomik bir merkez olmasını sağlamıştır. Tekstil ve gastronominin şehre finansal değerler katması yanı sıra, kültür ve sanatına da önemli etkileri olduğu bir gerçektir.
1855 yılında meydana gelen büyük depremin ardından Ahmet Vefik Paşa’nın valiliğinde şehrin yeniden yapılandırılması mümkün olmuştur. Modernleşme, eski yapıların restorasyonu ve yeni merkezlerin oluşumu ile devam etmiştir. Bu değişiklikle Bursa, geleneksel Osmanlı şehri niteliğinden kopmasına rağmen, Doğu’nun renkli, canlı, iç içe ve tasavvufi yapısını korumuş, cumbalı tahta ve kâgir evleri, dar sokakları, camileri, hanları, hamamları ve Kapalıçarşı’sıyla ressamlarımızın resimlerine konu olmuştur.
Bursa dağı, denizi ve ovasıyla çok özel bir coğrafyaya sahiptir. Bu sebeple İstanbul’dan sonra en fazla manzara resmi Bursa için yapılmıştır. Güzel doğası, dimdik servileri, ulu çınarları, arkada koruyucu bir siluet gibi duran Uludağ’ıyla, ressamları cezbetmiştir. Karagöz ve Hacivat da renkli figür ve karakter yapısıyla, hicveden manasıyla tüm sanat dallarına olduğu gibi, resim sanatına da ilham kaynağı olmuştur.
Gelin, zamanda bir yolculuk yapıp, hayali bir paletten yine hayali bir fırça ile gökkuşağından renkler alıp Bursa’yı boyayalım. Tabii ki ilk olarak şehre ismini veren yeşil renkten ve Yeşil Cami’nin benzersiz altıgen koyu yeşil çinilerini boyayan Osman Hamdi Bey’den başlayalım.
Osman Hamdi Bey’in babası ülkenin ilk maden mühendislerinden olan İbrahim Ethem Bey, 1877’de sadrazamlığa kadar yükselen bir devlet adamı idi. Oğullarının yurtdışında öğrenim görmesini isteyen baba, Osman Hamdi’yi hukuk öğrenimi için Paris’e gönderdi. Paris’te kaldığı 12 yıl boyunca hukuk öğrenimini sürdürürken o dönemin ünlü ressamlarından Jean-Léon Gérôme ve Boulanger’in atölyelerinde çıraklık yaparak iyi bir resim eğitimi aldı.
Osman Hamdi Yeşil Cami’de geçen, iki sürüm halinde çalışılmış ünlü “Kaplumbağa Terbiyecisi” tablosunda, Bursa Yeşil Cami’nin üst katında soldaki odanın avluya bakan pencere duvarını ve duvarı kaplayan çinileri resmetmiştir. Mekânda firuze renkli altıgen duvar çinileri, lacivert üçgencikler ve pencere alınlığında “Şifau’l kulüp liail-mahbup” (Kalplerin şifası sevgiliyle Muhammed a. s. buluşmaktadır) anlamındaki hadis-i şerif yer almaktadır.
Beş milyon liraya satılarak rekor kıran Osman Hamdi Bey’in Kaplumbağa Terbiyecisi tablosu Türk Resim Tarihi’nde özel bir yere sahip olmuştur. Çoğu kez kendi fotoğraflarından model olarak yararlanan sanatçı bu resimde de aynı şeyi yapmış, kendini bir derviş görünümünde betimlemiştir. Başına destar sarılı bir arakıye, üzerinde beli kemerli, kenarları işlemeli kırmızı bir entari, ayaklarında sarı sahtiyandan terlikler vardır. Arkasında kavuşturduğu ellerinde neyini tutmaktadır, sırtına da bir nakkare asmıştır. Derviş bu kalın kabuklu ve ağırkanlı kaplumbağaları zor kullanarak değil, ney üfleyerek ve nakkare çalarak; yani sanat yoluyla eğitecektir.
Osman Hamdi kendisiyle özdeşleştirdiği kaplumbağa terbiyecisiyle Arkeoloji Müzesi ile Sanayi-i Nefise Mektebi’nin kuruluşu ve Asar-ı Antika (Tarihi Eserler) Nizamnamesi’nin çıkarılması gibi girişimlerinde karşılaştığı güçlükleri, toplumun değişime karşı olan direncini ve bunları aşmak için derviş sabrı gerektiğini ima etmektedir.
Osman Hamdi Bey, Lale Devri’nde Sadabad eğlenceleri sırasında, geceleri bahçelerin aydınlatılması için kaplumbağaların sırtlarına mumlar dikilerek serbest bırakıldıkları bilgisine sahip olduğu gibi, Charles Baudelaire’in “Modern Hayatın Ressamı” adlı kitabında sözünü ettiği 19. yüzyılın Paris’inde, sokaklarda gezdirilen kaplumbağaları da bizzat görmüş olmalıdır. Osmanlı Ressamlar Cemiyeti Gazetesi’nin 17. sayısında resim, “Kaplumbağalar ve Adam” adıyla anılır. Osman Hamdi Bey, Fransızca bir derginin 1869 tarihli sayılarından birinde gördüğü bir gravürden esinlenmiş olabilir; çünkü L. Crepon tarafından bir Japon baskısından etkilenilerek çizilmiş olan bu resim, dergide Charmeur de tortues (Kaplumbağa Terbiyecisi) adıyla basılmıştır.
Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk ve son oryantalisti olan Osman Hamdi; Türk resmine sadece figürü değil, düşünce boyutunu da katan bir sanatçıdır. Çoğu kez kendi çektiği fotoğraflarından yararlanan sanatçı, figür olarak da kendini ve aile üyelerini kullanmıştır. Osman Hamdi Bey, Sanayi-i Nefise Mektebi Âlisi’nin (Güzel Sanatlar Akademisi) kurucusu olup ölümüne dek bu kurumun müdürlük görevini de sürdürmüştür Zaman yolculuğunda hayali paletimizin ikinci rengi, gökkuşağının en çok tartışılan rengi çivit mavisi olsun. İbrahim Çallı fırçasına Muradiye Türbesi’ne bakarak, hem yeşil hem de mavi boyadan alıyor. Güzel Sanatlar Akademisi’nde yetişen çok değerli ressamlarımızdan biri olan İbrahim Çallı Denizli’nin Çal ilçesinde doğdu. 1910 yılında Maarif Nezareti’nin açtığı ‘Avrupa’ya Tahsile Gönderilecek Öğrenciler’ yarışmasında birinci oldu. Hikmet Onat ve Ruhi Arel’le birlikte Paris’e gönderildi. 1914 yılında Birinci Dünya Savaşı çıkınca eğitimini tamamlayamadan yurda dönen sanatçı ve arkadaşları eğitmenlerinin aksine empresyonizme (izlenimcilik) yakın bir teknik benimsedi.
Bursa’da Muradiye, Osmanlı tarihine türbeler semti olarak geçer. Muradiye Camisi’nin başında ağaçların arasına yayılmış on bir türbe vardır. II. Murat’ın türbesi kare planı ve sade görünümüyle merkezde yer alır. Sultan; mezar anıtının süslenmemesini, doğrudan toprak açıkta olacak ve hatta üzerine yağmur suyu düşecek şekilde düzenlenmesini buyurmuştur. Dışa taşkın taç kapı, geniş bir saçaklıkla örtülüdür. Saçak altları kalem işi ile bezelidir.
İbrahim Çallı Bursa’da Muradiye’den ve özellikle II. Murat türbesinden çok etkilenmiştir. Bu anıtsal taç kapıyı, sundurmanın işçiliğini, onlara ulaşan merdiveni ve havuzu hayranlıkla incelemiş olmalıdır. İbrahim Çallı’nın siyah ve kahverenginin soyutlandığı paletiyle yaptığı Bursa resimleri Yeşil Bursa’nın karakterini ortaya koyar. Kendine has yeşil, mavi ton lokalleri türbe resimlerini özel kılmıştır.
Bursa, Çallı’nın kent peyzajları arasında önemli bir yere sahiptir. 1943 yılında açılan sergilerde ortaya çıkan Bursa resimleri, kentin Osmanlı döneminin anıtlarını belgeleyen örnekler olarak karşımıza çıkar. II. Murat Türbesi’nin geniş saçaklıklı görkemli girişi, hemen önümüze serilen on bir türbenin yer aldığı alan, Muradiye Cami’nin son cemaat yeri ve bir de Bursa Han, Çallı’nın fırçasında dönemin özellikleri ile yansıtılan tablolarıdır.
Paletimizden şimdi bir parça sarı boya alalım ve İbrahim Çallı’nın öğrencilerinden Hale Asaf’la Bursa sokaklarını boyayalım. Hale Asaf 1928 yılında Bursa Kız Öğretmen Okulu’nda resim öğretmenliği, 1929 yılında Necati Bey Kız Meslek Lisesi’nde Fransızca öğretmenliği yaptı. Müstakil Ressamlar Grubu’nun sanat anlayışını benimseyerek, Türkiye’de izlenimcilik sonrası yeni akımların temsilcileri arasında yer aldı. Kısa süren yaşamının önemli bölümü Paris’te geçmiş olmakla birlikte, Hâle Asaf’ın o dönemiyle ilgili çalışmaları tam anlamıyla bilinmemektedir. Bu nedenle, sanatçı kimliğini yansıtan resimleri Sanayi-i Nefise Mektebi’ndeki öğrencilik yıllarının ve öğretmenlik yaptığı Bursa döneminin ürünleridir. Özellikle Bursa evlerini konu alan manzara resimlerinde usta bir ressam olduğunu ortaya koyan sanatçının, portre resimleri de sağlam kuruluşları, kalıcı sanat beğenileriyle dikkati çeker. Peyami Safa, Hale Asaf’a Müstakil Ressamlar arasında en önemli yeri vermekte ve onu dünya çapında bir sanatçı olarak görmektedir. Hale Asaf’ın tuvalinde, Bursa sokakları, sokaklarda dolaşan örtülü kadınlar, Emir Sultan, Kara Şeyh Camisi, cumbalı evler günümüze kadar ulaşmıştır.
Hayali fırçamızla turuncu rengi tuvale sürdüğümüzde Melahat Üren’in Bursa resimleri çıkar karşımıza. Eşi Eşref Üren, ressam olmaya Bursa’da İbrahim Çallı’nın Yeşil Türbe peyzajını yaptığı bir anda karar vermiştir. Kalabalıkta oturmuş resim yapan, yırtık çorapları pabucundan çıkmış ressamın yanına giden Eşref Üren resmin Yeşil Türbe’den de güzel olduğunu düşünür ve bu olay tüm hayatını etkiler. Melahat Üren Bursa’nın her dönem meşhur “hamam” ve “kebap” kültürünü resimleriyle belgelendirmiştir. Resimleri renkçi ve figüratiftir. Hızlı bir boya sürüşü ile sarı, turuncu ve yeşil renklerin hâkim olduğu ve özellikle kadınların yer aldığı hareketli, yaşam enerjisi dolu kalabalık mekân resimleri yapmıştır.
Üzerinde gökkuşağı renkleri olan paletimizden bir parça mavi boya alalım ve bu renkle Ulu Cami’yi boyayan Ali Avni Çelebi’yi tanıyalım şimdi de. Konya’dan Rumeli’ye, oradan da İstanbul’a göçen bir ailenin çocuğu olan Ali Avni Çelebi, 1916’da Sanayi-i Nefise Mektebi’ne yazılarak, hazırlık sınıfında Hikmet Onat’ın öğrencisi oldu. 1922’de Münih’e giderek Zeki Kocamemi ile birlikte Heinemann’ın atölyesine yazıldı. 1928’de Müstakil Ressamlar ve Heykeltıraşlar Birliği’nin kuruluşuna katıldı. Ali Avni Çelebi’nin sanatta aradığı değerler, Müstakiller grubunun resim sanatımıza getirdiği biçim, kuruluş, inşa, hacim, atmosfer ve planla ilgili değerlerdir. İbrahim Çallı ve arkadaşlarının yarı akademik, yarı izlenimci anlayışı, Avni Çelebi’nin önemli bir payı bulunan bu çıkışla yerini daha etkili eğilimlere bırakmıştır. Geniş ve rahat fırça vuruşlarına, kitle ve hacim etkilerine, mavi nüansların ağır bastığı temiz bir renk anlayışına dayanan Ali Avni Çelebi’nin tabloları bir yandan kübist ve inşacı eğilimleri, bir yandan da bu eğilimlerle uyuşan anlatımcı öğeleri akla getirir. Doğanın yansıtılmasından çok yorumundan yana olan bu gerçekçi anlayış, kendisinden sonra gelen sanatçı kuşaklara yeni anlatım olanaklarının kapılarını açmıştır.
Ali Avni Çelebi’nin Bursa resimleri arasında Ulu Cami’nin özel bir yeri vardır. Bu resim, Ali Çelebi’nin Türkiye’nin sanat ortamını sarstığı yılları işaretler. Ali Çelebi’nin sanatının en çarpıcı özelliği hız ve hızı yakalamaktır. Olayların akış hızıyla atmosferik akımların hızını, ürettiği resmin hızı ile özdeşleştirerek resimler. Yazar ve sanat eleştirmeni Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü romanındaki “Nuri Efendi” karakterinde olduğu gibi sanatçı da bir saniyeyi bile ziyan etmez. Çünkü bir harekette başlangıçtaki hızı tutmak, onu yaratmak kadar mühimdir.
Gelelim bayrağımızın asil rengi kırmızıya. Kırmızı Bursa’da gelin rengidir. Eren Eyüboğlu Bursalı Gelin’i geleneksel Türkmen folklorik kıyafeti ile resmetmiştir. 1907 yılında Romanya’nın Yaş şehrinde doğan Eren Eyüboğlu, Paris’te gördüğü sanat eğitimi sırasında Bedri Rahmi Eyüboğlu ile tanıştı. Türkiye’nin dört bir yanını dolaşarak Anadolu insanının yaşam biçimini, tuvallerine folklorik özellikleri plastik öğelerle birleştirerek yansıttı. Bedri Rahmi Eyüboğlu ile birlikte D Grubu’na katıldı. Topluluğun etkinliklerinde önemli rol üstlenen sanatçı, resimlerinde soyutlamacı ve ekspresyonist (dışavurumculuk) görüşü ile Anadolu insanına ve doğal yaşama yönelik konular işledi. Eşi Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun nakışçı stiline karşın, yöresel anlatımlara ulaşmada plastik öğelere eğilimi ağır bastı. 1980’e değin yeni renk ve çizgi değerleriyle yeni bir hayat bulan Anadolu manzaralarının yanı sıra, yine aynı renk ve çizgi anlayışından yola çıkarak anlamlı portre ve figürler üretti. En fazla işlediği motif, Türkmen kızları portreleridir. Portrelerinde kimi zaman Modigliani’nin kadınları tarzında ince, uzun yüzler dikkati çeker.
Bursa’da kadınlar folklorik kıyafet olarak üçetek ya da içlikli şalvar giyerler. Bele, şal kuşak veya gümüş kemer takarlar. Başta ise hotoz başlık bulunur. Eren Eyüboğlu Bursalı Gelin’i renkli oyalı al yazması, yeşil sırma işli cepkeni ve oldukça tavizsiz sert bakışıyla resmetmiştir. Kırmızı başörtüsü ve kırmızı şalvarı ile Bursalı gelin, saf ve vakurdur.
Gökkuşağında son renk mordur. Bursa’da morun adı erguvandır. Nisan ayı Bursa’ya erguvanla gelir. Bu rengin en güzel tonlarını Nuri Abaç’ın resimlerinde görürüz. Nuri Abaç İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’nin Resim Bölümü’ne 1944 yılında girdi. Bir yıl kadar Leopold Levy Atölyesi’nde çalıştı. Daha sonra mimarlık bölümüne devam etti ve 1950’de mezun oldu. Sanatçı 1969 yılında Birleşik Ressam ve Heykeltıraşlar Derneği’nin kurulmasında kurucu üye olarak yer aldı.
Nuri Abaç, çalışmalarında yerel ve geleneksel motif ve konular üzerine kurulu bir fantastik düzen oluşturma ve bu gerçeküstü masalı gerçekleştirme çabalarını ölümüne kadar sürdürdü. Resimleri 1970 öncesi ve sonrası olmak üzere iki dönem altında incelenebilir. İlk dönem resimlerinde, Anadolu mitolojisinden kaynaklanan iri yapılı figürler, insanüstü yaratıklar, gerçeküstü varlıklar görülür. Fantastik dönem olarak da adlandırılabilecek bu resimlerin arkasından, geleneksel Karagöz tasvirlerindeki biçim anlayışının güncel yaşama uygulandığı daha yöresel bir beğeni ağır basmaya başlar. İki dönemi birleştiren ortak özellik, fantastik yorumun temel olarak benimsenmesidir.
Karagöz ve Hacivat Bursa’nın kültür miraslarındandır. Rivayete göre Hacivat ve Karagöz, Orhan Gazi devrinde yaşamış cami yapımında çalışan iki işçidir. Kendi çalışmalarını yavaşlattıkları gibi diğer işçilerin de çalışmalarını engellemektedirler. Orhan Gazi’nin, “Cami vaktinde bitmezse kelleni alırım.” dediği cami mimarı, caminin vaktinde bitmemesine sebep olarak Karagöz ve Hacivat’ı gösterir ve onları şikâyet eder. Bunun üzerine bu ikili başları kesilerek idam edilir. Karagöz ve Hacivat’ı çok seven ve ölümlerine çok üzülen Şeyh Küşteri, ölümlerinin ardından kuklalarını yaparak perde arkasından oynatmaya başlar. Bu sayede Hacivat ve Karagöz tanınır ve gölge oyunu olarak günümüze kadar gelir.
Karagöz, halkın sağduyusudur, Karagöz, halkın vicdanıdır, Karagöz, kamuoyudur, Karagöz, eski Yunan tiyatrosundaki korodur. Nuri Abaç, çok sayıda Karagöz kompozisyonunun kimisinde Karagöz’ü günümüze dek getirmekte, sözgelimi, başına kasket giydirip kimi zaman apartmanlarda yaşatmakta, kimi zaman lokantalarda yemek yedirmektedir.
Gökkuşağındaki birbirinden güzel renklerle birbirinden değerli eserler yaratarak Türk resmine yön veren sanatçılarımız; zengin tarihi, görkemli mimarisi, renkli folklorik yapısı, coğrafi konumu ve eşsiz doğasıyla Bursa’mızı resimlerinde ağırlıklı olarak işlemişlerdir. Zamanın fırçasını elinde tutan “O En Büyük Sanatçı” dünyayı boyamaya devam ettiği sürece Bursa da resim sanatına ilham kaynağı olmaya devam edecektir. Kim bilir belki de gökkuşağında bile olmayan renklerle…
Dr. Yelda Ertürk