Kuzey Ne Tarafta?
Şimdi size “Solunuzda ne var?” diye sorsam ezberden söyler ya da kısaca dönüp bakarsınız. Ancak “Güneybatınızda ne var?” diye sorsam bir süre cevap veremez, türlü akıl yürütmelere girişirsiniz. Böyle bir soru size eğlencelik –ve belki biraz da gereksiz- bir akıl oyunu gibi gelir. Öyle ya, insanın sağı solu gibi net ifadeler varken, kuzeyi güneyi işin içine karıştırmaya ne gerek var?
Gerçekten öyle mi? Sağ ve sol net kavramlar mı? Avustralya’da bir Aborjin topluluğu olan Pormpuraaw’larda sağ ve sol kavramları mevcut değil. Bunun yerine dillerinde, güneşin konumuna göre yönleri belirten kelimeler kullanıyorlar. Bu sadece onlara özgü de değil. Kaliforniya Üniversitesinden Lera Boroditsky’ye (2001) göre dünyadaki dillerin üçte birinde yönlere ilişkin göreli değil mutlak ifadeler kullanılıyor. Bu tür dilleri kullanan insanlar anbean güneşin şu an hangi konumda olduğunu ya da kuzeyin ne yönde olduğunu biliyor ve bunu bizim sağımızı solumuzu bildiğimiz gibi sıradan ve hızlıca belirleyebiliyor. Oysa bizde aynı evde yıllarca kalan insanlara kuzeyin ne taraf olduğunu sorsanız, muhtemelen hatırı sayılır bir kısım buna hemen cevap veremez.
Lera Boroditsky bu konuda şöyle söylüyor: Sürekli olarak bu türden bir dil eğitiminde kalan insanlar herhangi bir anda nerede oldukları ve nereye yöneldikleri konusunda çok yetkinler.
Levinson’un (1997) belirttiğine göre Avustralya yerel kültürüne ait Guugu Yimithirr isimli bir dilde yemek sofrasında karşınızdaki insana, “Güneydeki tuzluğu bana uzatır mısın?” diyebilirsiniz. Ancak, “ağacın önünde birisinin durduğunu” söyleyemezsiniz. Bu dilde kullanabileceğiniz ifade, “ağacın doğusunda birisinin durduğu” olur. Bize her ne kadar enteresan gelse de bu tarz bir bakış açısı daha kesin ve nesnel bir bakış açısıdır. Çünkü ağacın doğu tarafı kesin bir kavramdır. Ancak bizim ağacın önü dediğimiz şey, ağacın diğer tarafında duran bir insana göre ağacın arka tarafıdır. Bizimki gibi dillere sahip dillerde konumlar daha çok konuşan özneye göre belirlenir, ortak ve kesin coğrafi tespitlere göre değil.
Brezilya’da yerel bir kabile olan Muduruku kültüründe insanlar en fazla 5’e kadar sayıyor, bunun üzerindeki miktarlar için “çok” diyorlar.
Zuñi dilini konuşanlar ise bizim konuştuğumuz dile bakıp neden turuncu ve sarı için iki ayrı kelime kullandığımıza şaşıyor, çünkü kendi dillerinde bunlar için tek bir kelime var.
Yeni Gine’deki Dani dilinde ise tüm renkler için sadece iki kelime (koyu ve açık) var!
Ayrıca Rusya’da da gök mavi değil. En azından bizim düşündüğümüz haliyle değil. Çünkü Rusça’da bizim anladığımız anlamdaki maviyi belirten bir söz yok. Onun yerine, bize göre açık mavi olan ton için “goluboy” ve koyu mavi olan ton için “siniy” kelimelerini kullanıyorlar. Tekrar edelim, onlara göre bu iki kelime bir rengin iki farklı tonuna değil, iki farklı renge işaret ediyor.
Dilin Algılama Üzerindeki Etkisi
Bizim mavinin ana tonu için kullandığımız bir kelimeye karşılık Ruslar’ın kullandıkları iki kelime olması, onların mavi rengi bizden “daha iyi” algılamalarına sebep oluyor olabilir mi?
Görünüşe göre durum böyle. Winawer ve arkadaşları (2007) yaptıkları bir araştırmada farklı milletten insanlara, karşılarında yer alan mavi tonunun, hemen altında yer alan iki mavi tonundan hangisiyle tam olarak eşleştiğini sordular.
Görselin alt tarafında yer alan iki mavi tonundan hangisi yukarıdaki ile aynı?
Bu soru, aşağıdaki görselin üzerinde yer alan 20 farklı mavi tonu ile tekrarlandı.
Araştırmada kullanılan mavi tonları
Örneğin 12 numaralı renkteki bir kare yukarı yerleştirildi. Alt tarafına biri bununla tamamen aynı, diğeri biraz farklı bir tonda mavi yerleştirilerek katılımcılardan aynı olanı bulmaları istendi.
Ruslar diğer milletlere göre anlamlı ölçüde daha başarılı çıktı. Yani dış dünyadaki bir uyaranla ilgili kelime dağarcığımızın biraz daha geniş olması, bizim o dünyayı daha ayrıntılı ve doğru bir şekilde algılamamıza yardımcı oluyor olabilir.
Davranışsal Ekonomist Keith Chen’e (2012) göre, belirli bir dil içinde gelecek zaman olup olmamasına bağlı olarak, o dildeki insanların geleceğe ilişkin tutumları farklılaşmaktadır. Örneğin bir Eskimo dili olan Kalaallisut’ta, Hindistan’da bir dil olan Mundari’de, Endonezce’de, Fince’de, Çince’de ve daha başka birçok dilde gelecek zaman yoktur. Chen’in Çince konuşan insanlarla yaptığı araştırmanın bulgularına göre:
Gelecek zaman kipi olmayan dilleri konuşan insanların tasarruf yapma eğilimi, gelecek zaman kipi olan dilleri konuşan insanlara göre ortalama olarak %30 daha fazladır. Benzer şekilde gelecek zaman kipi olmayan dilleri konuşan insanlar emeklilik için ortalama %25 daha fazla birikim yapıyor. Çünkü bir dilde gelecek zaman kipi olunca, gelecek bize daha uzak bir gerçeklik olarak görünür. Gelecek zaman kipi olmayan dillerde insanlar geleceği kendilerine daha yakın bir kavram olarak ele alır.
Gentner ve arkadaşlarının (2013) bir araştırmasında da doğuştan sağır olan çocukların uzamsal algılama becerileri diğer çocuklarla karşılaştırılmış ve bu çocukların içinde bulundukları konum ve oryantasyon konusunda diğer çocuklardan daha yetersiz olduğu bulunmuştur. Yani uzamsal kavramlara işaret eden kelimelere sahip olmamak, uzamsal algılamanın gelişimini olumsuz etkilemektedir. Dildeki yoksunluk, düşünsel yetersizliğe neden olmaktadır.
Ted Chiang’ın 1998 tarihli “Story of Your Life” isimli bol ödüllü bilim kurgu öyküsünde dünyaya gelen uzaylılardan bahsedilir (‘Arrival’ isimli film bu öykünün üzerine çekilmiştir). Bu uzaylıların dairesel görüş sağlayan, her yöne bakan yedi gözü vardır. Zaman içermeyen bir dil kullanırlar, yazılı dilleri daireseldir, düşünce akışları ve algılamaları lineer değildir. Bir süre sonra bu canlıların geleceği de bildikleri anlaşılır.
Dilin bakış açısı üzerindeki şaşırtıcı etkilerine kurgusal ve uç düzeyde bir örnek, Arrival isimli filmde güzel bir şekilde ele alınmıştır.
Öyküdeki dilbilimci, bu uzaylıların dillerini öğrenmeye başladıkça zaman algılaması onlarınki gibi değişim gösterir, bir süre sonra geleceği de “hatırlamaya” başlar. Bu öyküde de dilin düşünce yapısı üzerindeki kuvvetli etkisi (gayet şık bilimkurgu öğeleriyle bezenerek) ele alınır.
Yabancı Dilde Konuşurken Kişiliğimiz Değişir mi?
Eğer konuştuğumuz dil bizim bakış açımızı değiştiriyorsa, başka bir dil konuşunca olaylara başka bir açıdan mı bakmaya başlarız?
Sosyolinguist Susan Ervin ABD’de yaşayan ve akıcı şekilde çift dil konuşan (bilingual) Fransızlarla 1964 yılında bir araştırma yaptı. Ervin bu katılımcılara birtakım çizimler gösterdi ve bu çizimlere dayanarak onlardan üç dakikalık bir hikâye oluşturmalarını istedi. Katılımcılar bazı oturumlarda İngilizce, bazılarında ise Fransızca kullandılar. Araştırma sonucu ilginçti. Katılımcılar, İngilizce konuştukları oturumlarda oluşturdukları hikâyelerde daha fazla fiziksel saldırganlık, kadın başarımı, suçlamalardan kaçma ve ebeveynlere karşı sözel saldırganlık ögeleri kullandılar. Oysa Fransızca konuştukları oturumlarda daha fazla suçluluk duygusu, büyüklere karşı itaat ve akranlara karşı sözel saldırganlık ögeleri kullandılar. Katılımcıların düşünme biçimleri büyük ölçüde kullandıklara dile göre değişiyordu.
Grosjean (2010), “Bilingual – Yaşam ve Gerçeklik” isimli kitabında bilingual kişilere bu iki farklı dili konuşurken kendilerini farklı hissedip hissetmediklerini sorunca aldığı yanıtlardan bazılarını örnekler:
Bilingual 1:
Anglo-Amerikalılar arasındayken kendimi beceriksiz hissediyorum, kelimelerimi hemen seçemiyorum. İspanyolca konuşanlar arasındayken ise hiç çekingenliğim kalmıyor. Daha zeki, arkadaş canlısı ve sosyal hissediyorum.
Bilingual 2:
İngilizce konuşurken daha kibarım, daha rahatım, sürekli ‘lütfen’ ve ‘özür dilerim’ ifadelerini kullanıyorum. Yunanca konuşurken ise daha hızlı konuşuyorum, aynı zamanda daha kaygılı ve kaba oluyorum.
Bilingual 3:
Rusça konuşurken kendimi daha kibar, daha yumuşak buluyorum. İngilizce konuşurken ise daha katı ve ciddiyim.
Başka bir dil konuşurken kişiliğiniz değişiyor mu?
Susan Ervin-Tripp başka bir araştırmasında (1964) Japon kökenli Amerikalı kadınlara bazı tamamlanmamış cümleler vererek onlardan bunları tamamlamalarını istedi. Bu cümleleri Japonca verdiğinde, İngilizce verdiğinden daha farklı şekilde tamamladıklarını gördü. Örneğin; “Kendi isteklerim ailemin benden bekledikleriyle çeliştiğinde…” dendiğinde bir katılımcı bu cümle Japonca ise “…büyük mutsuzluk yaşarım”, İngilizce ise “…kendi istediğimi yaparım” diye tamamlıyordu.
David Luna 2008 yılında bir araştırma yaptı. İspanyolca ve İngilizce’yi akıcı kullanan katılımcılara kadın resimleri kullanılan bazı resimleri göstererek, resimdeki kadın hakkında varsayımsal yorum yapmaları istendi. İlk oturum İspanyolca gerçekleştirildi. Katılımcılar kadınları özyeterliliğe sahip ve dışadönük karakterler olarak yorumladılar. Altı ay sonra aynı katılımcılarla İngilizce olarak oturum gerçekleştirildiğine katılımcılar, reklamdaki aynı kadınların daha geleneksel, bağımlı ve aile merkezli karakterler olduğunu söylediler.
Bir Çek atasözü; “Yeni bir dil öğrenen, yeni bir ruh edinir” der. Konu ile ilgili araştırmaların da bu atasözünü doğruladığı söylenebilir.
Sapir-Whorf Hipotezi
Filozof Ludwig Wittgenstein dilin sınırlarının düşüncenin sınırlarını belirlediğini söyler. Ona göre bizim dünyaya bakış açımızı seçtiğimiz kelimeler belirler ve dünyamız böyle anlam kazanır. Gerçeklik, bizim onu konuştuğumuz şekliyle biçimlenir.
1940’larda Benjamin Lee Whorf isimli bir dilbilimci, Arizona’nın kuzeydoğusunda konuşulan bir dil olan Hopi dilini incelemiş, bu dil ve İngilizce arasındaki büyük kavramsallaştırma farklarını görmüştür. Whorf daha sonra çalışmalarını aynı zamanda hocası olan Sapir ile genişletmiş ve birlikte, konuşulan dilin, kişinin dünyaya bakışını açısını önemli ölçüde etkilediği sonucuna ulaşmışlardır. Bu iki araştırmacının ismiyle “Sapir-Whorf Hipotezi” olarak anılan bu bakış açısına göre, konuşulan dildeki kelimeler ve dilin gramer yapısı, insanın zihin yapısı ve kültür üzerinde önemli ölçüde etkilidir. Whorf, hipotezi şöyle özetliyor:
Dilimiz, bizim nasıl düşüneceğimizi, ne düşüneceğimizi ve ne hakkında düşüneceğimizi biçimlendirir.
Sapir-Whorf Hipotezi’nde başlangıçta dilin, insanın zihinsel yapısını ve kültürünü oluşturduğu ifade edilmiştir. Buna “Dilbilimsel Determinizm” denir. Ancak hipotez geliştirildikçe bu sadece, “Dilin, kişinin hayatı algılama tarzı ve kültür üzerinde yüksek bir etkisi vardır” şeklinde yumuşatılmıştır1.
Dil, kültür ve zihin yapısı arasındaki etkileşimi gösteren şema
Dilin insanlık tarihindeki önemi çok yüksektir. Hatta tarih doğrudan dil ile başlamıştır. Kültür, dilin aktarımsal özelliği ile sağ kalır.
Dilin temel işlevi bir zihinden diğerine düşünce aktarmaktır. Dolayısıyla dilimize yansıyan şey, bizim zihinsel yapımızdır. Örneğin bilişsel terapiye göre duygularımız ve davranışlarımız, içsel diyaloglarımız tarafından oluşturulur. Bu yüzden eğer duygu ve davranışlarımızı değiştirmek istiyorsak önce içimizdeki konuşmaları değiştirmemiz gerekir. Bilişsel terapide amaçlanan da budur.
Kısaca dil, kültürün bir ürünüdür ve zihinsel yapının taşıyıcısıdır. Aynı zamanda da bu iki kavramı yüksek derecede etkiler.
Aynı Dilin Farklı İfadeleri
Mesele sadece farklı diller arasında beliren bir farklılık da değil. Aynı dili konuşan insanlar arasında da dilin kullanım şekline göre büyük farklar olduğunu biliyoruz. Örneğin bir mimarın bir evi tarif etme biçimi ile bir emlakçının aynı evi nasıl tarif ettiği büyük ölçüde farklıdır. Bir gitaristin dinlediği bir şarkıya yaklaşımı, ders çalışırken aynı şarkıyı fonda dinleyen kişiden oldukça farklıdır. Belirli olay, nesne ya da durumlar karşısında bir çocukla bir yetişkinin, bir uzmanla sıradan bir insanın, zenginle fakirin, farklı ideolojilerden insanların vb. birçok sosyal kategoriye göre ifade biçimi büyük ölçüde değişebilir. Nihayetinde konuştuğumuz dil büyük ölçüde konuşan kişinin zihinsel yapısı tarafından etkilenmektedir.
Kullanılan dilde niceliksel farklılıklar da vardır. Eğitimli insanlar, yazılı ve sözel dilde eğitimsizlere göre; yaşı daha ileride olanlar daha genç olanlara göre daha fazla kelime kullanır (Brysbaert ve ark., 2016).
14.000 yazının incelendiği bir araştırmada kadınların daha çok psikolojik ve sosyal süreçlerden bahsettiği, erkeklerin ise daha çok dışsal ve nesnel olgulardan bahsettiği bulunmuştur (Newman ve ark., 2008)2.
Kadınların ve erkeklerin konuşma içeriklerinde anlamlı farklılıklar bulunmuştur.
Kadınların ve erkeklerin konuşma içeriklerinde anlamlı farklılıklar bulunmuştur.
Handan Bozkurt
Kısaca çoğu durumda bir insanın yazılı ya da sözel ifadelerinden, o kişi ile ilgili kuvvetli ipuçları edinebiliriz. Dilin kullanılma şekli kültürün ve zihnin dışa vurumudur.
Konu ile ilgili olarak, sık sık gündeme gelen bazı ifade türlerinden örnek verelim:
– “Bayan” ifadesi yerine “Kadın” ifadesinin kullanılması.
– “dahi” anlamındaki “-de”lerin ve bağlaç olan “-ki”lerin ayrı yazılması.
– “Çingene” yerine “Roman” denmesi.
– Cümle sonlarında “aq” yazılması.
– “Zenci” yerine “Siyahi” denmesi3.
– “Bilim adamı” yerine “Bilim insanı” denmesi.
Yukarıdaki gibi nice örnekte belirli ifadeleri kullanmak, kültürel birikim ve siyasal eğilim ile ilgili ipuçları verir.
Kişilere bu ifadeleri “kullandırmamanın”, o konudaki sorunun çözümüne katkısı olduğu düşünülür. Örneğin “bayan” kelimesini kullanan bir insana “Hayır, ‘kadın’ diyeceksin” denir ve varsayımsal olarak o kişi bundan sonra hep “kadın” kelimesini kullanırsa baştaki iddianın sahibine göre daha doğru bir zihinsel konuma gelmiş olur. Bir başka örnek olarak, “Çingene” olarak tanımlanan gruba “Roman” demenin daha uygun bir söylem olduğu, o yüzden “Roman” denmesi gerektiği belirtilir. Yani kullanılan dilin değişmesinin, belirli bir bakış açısının değişmesinde önemli bir unsur olduğu varsayılır.
“Kadın” kelimesinden kaçınıp “Bayan” kelimesini tercih etmenin, belirli bir bakış açısını yansıttığı kabul edilir.
“Kadın” kelimesinden kaçınıp “Bayan” kelimesini tercih etmenin, belirli bir bakış açısını yansıttığı kabul edilir.
Feminizm Hareketi
Bu türden “Politik Doğruculuk4” örneği girişimlerin amacının altında yatan varsayıma dikkat edelim. Normalde bir insanın bakış açısının yoğun olarak kültür tarafından şekillendiği, bunun da yine kültürün bir ürünü olan dile yansıdığı kabul edilir. Bu girişimlerde ise bunun tersi doğrultuda bir etki amaçlandığı açıktır. Yani kullanılan dil değişirse, bakış açısının ve büyük ölçekte de kültürün değişeceği öngörülür.
*
Dünya üzerinde konuşulan yaklaşık 7000 dil var. Boroditsky buradan yola çıkarak dünya üzerinde 7000 bilişsel evren olduğunu söylüyor. Belirli bir dili kullanan insanların o dili kullanma şeklindeki farklılıklar da düşünüldüğünde, yeryüzünde sayısız bilişsel evren olduğu sonucuna ulaşılır. Hepimiz içinde bulunduğumuz fiziksel evreni kendi bilişsel evrenimize göre algılıyor ve yorumluyoruz. Bu süreç de zorunlu olarak kültürümüzle ve dilimizle bütünleşik durumda. Zihin yapımız ve kültürümüz, dilimize yansıyor. Ancak unutulmamalıdır ki dilimizi kullanma şeklimiz bizi, dildeki kitlesel kullanım farklılıkları ise kültürü değiştirme gücüne sahiptir. Dilimizi daha iyi kullanmamız, hatta dilleri daha iyi kullanmamız yaşamı anlamlandırma çabamızda bize ve içinde bulunduğumuz kültüre değerli bakış açıları kazandıracaktır.
Notlar:
- Sapir-Whorf hipotezine kaynak oluşturan Hopi kabilesiyle ilgili araştırmacılar tarafından aktarılan bilgilerin ciddi bir kısmı daha sonra doğrulanamamıştır. Hipotezin kuvvetli versiyonunun yumuşamasında bu bulguların da etkili olduğu düşünülür.
- Erkeklerin ve kadınların konuşma konuları ve süreçlerinde içerik farklılıkları gözlenmesine karşın, kadınların daha çok konuştuklarına dair genel geçer bilgi büyük oranda yanlışlanmıştır.
- Dilimizde bu konuda hâlâ net bir ayrım olmasa da, ABD’ye Afrika’dan gemilerle getirilenlerle ilgili tarihi süreç içinde “Nigger”, “Negro”, “Colored”, “Black” gibi ifadeler kullanılmış, günümüzde ise “Afrika kökenli Amerikalı” anlamındaki “African American” ifadesi kullanılmaktadır.
- Politik Doğruculuk: Sosyal açıdan dezavantajlı olan gruplar hakkında konuşurken, onları ötekileştirebilecek ya da kötü hissettirebilecek ifadeleri kullanmaktan kaçınmak.
- L. Boroditsky. (2001). Does Language Shape Thought? Mandarin And English Speakers’ Conceptions Of Time. Cognitive Psychology, sf: 1-22. | Arşiv Bağlantısı
- S. Levinson. (1997). Language And Cognition: The Cognitive Consequences Of Spatial Description In Guugu Yimithirr. Journal of Linguistic Anthropology, sf: 98-131. | Arşiv Bağlantısı
- J. Winawer, et al. (2007). The Russian Blues Reveal Effects Of Language On Color Discrimination. Proceedings of the National Academy of Sciences of the United States of America, sf: 7780-7785. | Arşiv Bağlantısı
- M. Chen. (2012). The Effect Of Language On Economic Behavior: Evidence From Savings Rates, Health Behaviors, And Retirement Assets. American Economic Review, sf: 690-731. | Arşiv Bağlantısı
- S. Ervin. (1964). Language And Tat Content In Bilinguals. The Journal of Abnormal and Social Psychology, sf: 86-102. | Arşiv Bağlantısı
- S. Ervin. (1964). An Analysis Of The Interaction Of Language, Topic, And Listener. The Ethnography of Communication, American Anthropologist özel sayısı, sf: 86-102. | Arşiv Bağlantısı
- F. Grosjean. (2010). Bilingual: Life And Reality. ISBN: 978-0674066137. Yayınevi: Harvard University Press.
- M. Brysbaert, et al. (2016). How Many Words Do We Know? Practical Estimates Of Vocabulary Size Dependent On Word Definition, The Degree Of Language Input And The Participant’s Age. Frontiers in Psychology, sf: 1116. | Arşiv Bağlantısı
- M. I. Newman, et al. (2008). Gender Differences In Language Use: An Analysis Of 14,000 Text Samples. Discourse Processes, sf: 211-236. | Arşiv Bağlantısı
- Luna, et al. (2008). One Individual, Two Identities: Frame Switching Among Biculturals. Journal of Consumer Research, sf: 279-293. | Arşiv Bağlantısı
- D. Gentner, et al. (2013). Spatial Language Facilitates Spatial Cognition: Evidence From Children Who Lack Language Input. Cognition, sf: 318-330. | Arşiv Bağlantısı