Türkiye, bütün kaynaklarını yandaş holdinglere peşkeş çeken ekonomi
politikalarının bedelini hayat pahalılığı, enflasyon, işsizlik, zamlar ve TL’nin değer
kaybı olarak ödüyor.
Çarşıda, pazarda, mutfakta fiyatlar sürekli artıyor. Her gün yeni zam haberleri ve
hayat pahalılığı toplumun en yakıcı gündemini oluşturuyor. Ülkenin dört bir
yanından “GEÇİNEMİYORUZ” tepkileri yükseliyor. Elektrik, su, doğalgaz faturalarını
ödeyemeyenler, ucuz ekmek için halk ekmek büfeleri önünde uzayan kuyruklar; “İş
istiyorum”, “İşyerimi kapatmak zorunda kaldım, çaresiz ve yalnızım” sözleri
hepimizin yaşadığı ve karşılaştığı gerçekler.
Çift maaşlar ve huzur haklarıyla cüzdanlarını şişirenler; şehir hastaneleri
patronlarına, köprülere, otoyollara akıtılan paralar; ihtişam düşkünleri ve yağma
düzeninden yana olanlar de bu ülkenin diğer gerçekleri olarak yine karşımızda.
Giderek artan eşitsizliğin ve yoksulluğun sorumlularının onlar olduğunu biliyoruz.
Hekimler de “geçinememe” sınırına itilmiştir ve insanca yaşayacak ücreti
alamamaktadırlar. Elektrik, doğalgaz, akaryakıt, bütün ihtiyaç maddelerine gelen
zamlar, emeğiyle geçinen tüm toplum kesimleri gibi bizlerin de alım gücünü sürekli
olarak düşürüyor ve ay sonunu zor getiriyoruz. Her geçen gün daha yoksullaşıyor,
daha çok borçlanıyor, yaşamakta zorlanıyoruz.
Eksik, Yanlış, Tutarsız Salgın Politikaları
Bütün dünyayı tehdit eden COVID-19 salgını, küresel anlamda toplumları sosyal,
psikolojik, ekonomik ve iktisadî açıdan olumsuz şekilde etkiledi. Pandemi, ülke
ekonomilerinin ciddi oranlarda küçülmesine, işsizliğin, yoksulluğun ve diğer
ekonomik ve toplumsal sorunların artmasına yol açtı. Salgın yönetiminin pek çok
ülkede bilimsel veriler üzerinden değil ekonomi temelinde gerçekleştiğini gördük.
Ülkemizde de siyasetin, ekonomik çıkarlar ve toplum sağlığı arasında tercihini
salgının yönetiminden yana kullanmadığı bir süreç yaşadık. Alınan önlemler içindeki
“uluslararası seyahat kontrolleri”, “toplu taşımada kısıtlama”, “evde kal uygulaması”,
“iş yerlerinin kapanması”, “test (PCR) uygulama politikası” ve “temaslı izlemi” gibi
yöntemlerin bu tercihle şekillendiğine tanıklık ettik.
Siyasi iktidarın toplumsal muhalefeti bastırma, temel hakları kısıtlama ve
demokratik hakları engellemede, pandemiyi kriz içindeki otoriterleşme eğilimleri
için kullanmasına fırsat yarattı. Genelgeler, valilik yasakları ve hatta il hıfzıssıhha
kurulları kullanılarak hak arayışlarının engellenmesi, mevcut politikalara itirazların
yer aldığı protesto yürüyüşlerinin yasaklanması, basın özgürlüğünün kısıtlanması
gibi pek çok uygulama, halkın sağlığı bahanesi ile meşrulaştırıldı.
COVID-19 salgınının yıkıcı etkileri yüksek oranda can kaybına ve piyasa odaklı sağlık
sistemlerinin iflasına neden oldu. Türkiye COVID-19’a bağlı en çok vakaların ve en
yüksek ölümlerin görüldüğü ülkelerden oldu. Eksik, yanlış, tutarsız uygulamaların;
SALGINı değil ALGIyı yönetmeyi tercih eden başarısız, beceriksiz politikaların;
pandemiyle mücadele yerine pandemiden “başarı hikayesi” yaratıp oy devşirmeye
çalışan siyasetçilerin bedelini ne yazık ki başta hekimler/sağlık çalışanları olmak
üzere hayatlarımızla ödüyoruz.
İlk aşamada uygulanan evde kalma, sokağa çıkmama gibi önlemler sabit gelirli ve iş
güvencesi olan orta sınıflar için sorun yaratmazken, çok sayıda esnafın zora
girmesine; işçilerin işini kaybetmesine ve düzensiz işlerde çalışanların gelirlerinden
bütünüyle mahrum kalmalarına yol açtı. Halk sağlığı değil ekonomi politikaları
tercihiyle zorla çalıştırılan işçiler, toplu taşıma araçlarına binmek, bir arada çalışarak
ve evlerine dönmek zorunda kaldılar ve böylece hem kendileri hem aileleri hem de
içinde bulundukları toplum, hastalık ve bulaş riskine daha fazla maruz kaldı.
Çalışmak zorunda bırakılanların evde kalması mümkün değildi ve politikalarına
göre sermayenin çarklarının dönmesi için bazıları gözden çıkarılabilirdi. Gözden
çıkarılabilir olarak görülenlerin başında ne yazık ki hekimler ve sağlık çalışanlarını
da gördüklerine hep birlikte yaşayarak, hasta olarak, yanı başımızdaki iş
arkadaşlarımızı kaybederek şahit olduk.
Virüs enfeksiyonları elbette sınıfsız değil. Toplumdaki kırılgan gruplarda; yoksullar,
evsizler, yaşlı ve bakım evleri, cezaevleri, barınma evlerinde yaşayanlar, aşırı kötü
koşullar altında çalışan göçmen, işçiler ve sığınmacılarda daha fazla hastalık ve
ölüm görülmekte. Yine işçilerin yoğun olarak yaşadığı, nüfusun daha yoksul olduğu
bölgelerde salgının daha yaygın olduğu görülüyor.
Pandeminin gelir dağılımındaki eşitsizlikleri artırdığı, işsizlik ve yoksulluğu
derinleştirdiğini de hep birlikte yaşadık, yaşıyoruz. Salgın sürecinde sosyal güvenlik,
eğitim, ulaşım, sağlık gibi alanlarda ise birçok kazanım geri alındı. İnsanların hayatı,
umutları, işi, geleceği finans sermayesinin oyuncağı oldu. Cemaatlerin/zümrelerin
ticari gücü uluslararası sermaye ile eklemlenmiş sosyal, kültürel, bilimsel ve
hukuksal alanlarda köşe başlarını tutuyor ve her türden ayrımcılık şiddetlenerek
artıyor.
Salgın Birinci Basamakta Karşılanır
Salgın yönetiminin ilk aşaması, salgını olabildiğince erken fark etmek, hazırlıklı
olmak ve hızla gerekli önlemleri almaktır. COVID-19 pandemisinde de temelde
yapılacak olan, insanların birbirleriyle temasını azaltarak virüsün hasta kişiden
sağlıklı kişiye bulaşmasını azaltmak; aşı da dahil koruyucu tüm önlemleri herkese
hızla ulaştırmak olmalıdır. Hastalığa karşı mücadelede hastane kapasitelerini
artırarak ve etkili tedavilerle ancak hastaların yaşamalarını sağlayabiliriz. Salgına
karşı asıl mücadele hastalanmanın önlenmesi ve hastalığın yayılması önlenerek
sahada kazanılabilir. Sahadaki etkin mücadele ise aktif bir sürveyans sisteminin
kurulması ve sistematik biçimde filyasyon uygulanması ile gerçekleşebilir.
Birinci basamaktaki “dönüşüm”le birlikte Türkiye’nin bir salgını birinci basamakta
karşılama imkanını kaybettiği COVID-19 pandemisi sürecinde açık olarak ortaya
çıktı. Tüm çabanın birinci basamak sağlık çalışanları/hekimler tarafından ortaya
konmaya çalışıldığı bir salgın süreci yaşıyoruz. Filyasyon ekipleri bile salgından
haftalar sonra ve ancak ikinci basamaktan görevlendirilen çalışanlarla kurulabildi.
Onlar “Başarı Hikayesi” Anlatıyor, Biz Ölüyoruz
COVID-19 pandemisi ikinci yılını dolduruyor. Türkiye salgının bedelini en ağır ödeyen
ülkelerden biri. Vaka sayıları itibarıyla dünyada yedinci sırada yer alıyor. Ölüm
sayıları resmi rakamlara göre dahi 85 bini geçti; gerçekçi tahminlere göre 250 bine
yakın insanımızı kaybettik.
Salgının başlarında üç maskeyi dağıtmayı, aşıyı toplumla buluşturmayı
yap(a)mayanlar; toplum sağlığı için gerekli önlemleri almayanlar, şimdilerde ise
bütün önlemleri kaldırdılar. Hemen her şey salgın öncesine dönmüş durumda.
Sağlık Bakanı ise tüm sorumluluğu topluma yükledi, bütün bu yaşananların
sorumlusu değilmiş gibi sadece tweet atıyor.
Pandeminin başından beri “SALGIN”ı değil “ALGI”yı yönetmeyi tercih edenler hala
“başarı hikayesi” anlatıyorlar. Oysa biz ölüyoruz…
Eksik, yanlış, tutarsız politikalar, alınmayan önlemler, yerine getirilmeyen tedbirler
yüzünden ölüyoruz!
Sağlık “Reformu” Çöktü
Koronavirüs salgını mevcut sağlık politikalarının, toplum sağlığını korumak,
eşitsizlikleri en aza indirmek, çevre sorunlarını çözmek gibi derdi olmadığını, özel
sağlık işletmeleri ve sermaye sahiplerini korumaya odaklandığını ortaya çıkardı.
Sermaye gruplarına değil, halka destek ve dayanışma gösterecek bir sosyal devlet
gereksinimi her zamankinden çok hissediliyor. Sağlık sistemlerinin kamu
tarafından finanse edilmesi ve sunulması; koruyucu sağlık uygulamalarının önemi
artık toplumun büyük bir kesimi tarafından benimsenmektedir.
SGK kapsamından çıkarılan tedavi giderleri ve katkı paylarıyla piyasanın kurallarına
terkedilmiş paran kadar sağlık anlayışı, hastayı müşteri olarak gören yaklaşımlardır.
Bu durum sağlık hizmetinden çok otelcilik hizmetleridir ve yalnızca hastaların
cepten ödemelerini artırmaya yaramıştır. Sağlığın bir hak olduğu yaklaşımından
yoksun bu anlayış pandemi sırasında da sağlığın eşit, ücretsiz, ulaşılabilir ve
anadilinde olmasını engellemiştir.
Yıllarca “Hastane kuyruklarını kaldırdık” diye siyasi propaganda yapanlar şimdilerde
ise günlerce, haftalarca hastanelerden randevu bile alınamaması ile ilgili sessiz
kalmaktadır.
İktidarın medar-ı iftiharı Sağlık “Reformu” tam anlamıyla iflas etmiştir. Sağlık
Bakanı da dahil hiçbir iktidar mensubu bu konuyu ağzına dahi almamaktadır.
Çöken sağlık sisteminin altında en çok ezilen ise biz hekimler, sağlık çalışanları
olduk.
Mesleğimiz değersizleştirildi, emeğimiz ucuzlatıldı; kötü çalışma ortamlarında, ağır
çalışma koşullarında düşük ücretlerle çalışmaya zorlandık.
İktidarın “Reformu”nun tek kazananı “sağlığın patronları” olurken bizler özel
hastanelerin güvencesiz, geleceksiz çalışan ucuz işçilerine dönüştürüldük.
Sonuç olarak; COVID-19 salgını sağlığı ticarileştiren piyasa odaklı sağlık
sistemlerinin iflasını; kamusal temelli, insan odaklı, koruyucu sağlık hizmetlerini
önceleyen bir anlayışın egemen olması gerekliliğini açıkça ortaya koymuştur.
Mesleki Saygınlığımızı Hedefe Koydular
İktidar sahipleri yıllardır “Hekimlerin eli hastaların cebinde”, “Doktor efendi dönemi
bitti” sözleriyle hastaları hekimlere karşı kışkırttı, mesleki saygınlığımızı yok ettiler.
Yirmi yıldır uygulanan Sağlık “Reformu” sonrasında “Sağlıkta Şiddet”, artık günlük
yaşamımızın bir parçası oldu. Kamu veya özel farketmeksizin hastaneler, Aile
Sağlığı Merkezleri (ASM), Toplum Sağlığı Merkezleri (TSM), aciller, poliklinikler,
servisler, ameliyathane önleri birer şiddet mekanlarına dönüştü. Her gün saldırıya
uğruyor; darp ediliyor, yaralanıyor ve öldürülüyoruz.
Sabah evimizden çıkarken akşam evimize sağ salim dönebilmenin endişesini
yaşıyoruz.
Ağır çalışma koşulları, düşük ücretler, şiddet, mobbing, mesleki saygınlık kaybı
mesleğimizi çekilmez hale getiriyor, genç meslektaşlarımız okullarını bitirir
bitirmez yurtdışına gitmeye çalışıyor.
Baskı, Mobbing, Angarya
Sağlık çalışanlarının ekonomik ve özlük hakları zaten sağlıkta “dönüşüm”le her
geçen yıl giderek artan oranda geriletildi ve erozyona uğratıldı. Pandemi ile
mücadelenin sadece sağlık emekçilerinin çabaları ile sürdüğü COVID-19 pandemisi
sürecinde de hekimler ve tüm sağlık çalışanlarının hak kayıpları devam etti.
Hekimler ve sağlık çalışanları her yönüyle bu çok zor süreçte fedakarca çalışmış,
hekimliğin insancıl karakteri, sorumluluk duyguları ve iyi hekimlik değerleri ile
toplum sağlığı için insanüstü gayret göstermişlerdir. Toplumda en fazla hastalanan
ve hayatını kaybeden meslek grubu olmuşlardır. Bu denli riskli ve yoğun çalışmaya
karşılık emeğimizin karşılığı hiçbir anlamda yönetenler tarafından dikkate
alınmamış ve karşılık bulmamıştır. Hekimler ve sağlık çalışanlarının çok büyük
çoğunluğu sıfır performans ve ek ödemeyle hastanelerde, acil servislerde, yoğun
bakımlarda, filyasyonda, 112’de, aile sağlığı merkezlerinde, toplum sağlığı
merkezlerinde gece gündüz demeden canla başla görev yapmaktadır.
Ek ödeme adaletsizliği çalışma barışını bozmaktan başka bir işe yaramadığı gibi, ne
düzgün dağıtılabildi, ne de adil olundu. Ek ödeme adı altında verilen, geleceğimize
hiçbir yansıması olmayan ücretlendirme modeli emek sömürüsünden başka bir
şey değildir. Pandemi döneminde de pandemi öncesinde de yapılan ek ödemelerin
miktarı, dağılımı tamamen keyfi biçimde yapılmış/yapılmaktadır. Farklı kamu
hastanelerinde aynı branşlarda ve aynı sürelerle çalışan meslektaşlarımızın
aldıkları ek ödemeler arasında ciddi farklılıklar bulunmaktadır. Özlük hakları yıllar
boyunca aşındırılarak ücretleri yoksulluk sınırına itilen sağlık çalışanları, ek
ödemelerin ve nöbet ücretlerinin ödenmemesi sonucu ekonomik olarak da
tükenmişlik sınırına dayandılar.
Sağlıkta Dönüşüm Programı özlük haklarımızı iyileştirmediği, geliştirmediği gibi
değişik ve sözleşmeli istihdam modelleri oluşturarak kadrosuz ve güvencesiz
çalışma modelleri de yarattı. Sağlık alanı, taşeronlaştırma ve güvencesizliğin en
yaygın olduğu işkolu haline gelmiştir. Bu değişim baskının, mobbingin, ayrımcılığın,
eşitsizliğin ve kayırmacılığın alabildiğine yaygın hale gelmesine neden olmuştur.
Fazla çalışma, uzun saatler kesintisiz çalışma, sık nöbet tutma, çalışırken çok yoğun
iş yükü, şiddete maruz kalma, sağlık ortamlarının olağan hallerine dönüşmüştür.
Sağlık emekçileri tükenmişlik yaşamakta, görevden ayrılmakta, kendisini ve
mesleğini değersiz görmekte, yalnızlaştırılmakta ve ötekileştirilmektedir. Sağlık
emekçileri yaşam standartlarına uygun bir gelir için ek işlerde ya da bulunduğu
birimde daha fazla çalışmak zorunda bırakılmışlar, izin haklarından vazgeçer hale
gelmişlerdir.
Kendi sağlığını riske atarak çalışan sağlık emekçileri için COVID-19 meslek hastalığı
sayılmadı. Israrla hayatını kaybedenlerde illiyet bağı arandı. İstifa, emeklilik, izin
haklarımız gasp edildi.
Aile Hekimleri Tükeniyor
Aile hekimliği sisteminde bugüne kadar yapılan değişikliklerin hiçbiri ne toplum
sağlığını öncelemiş ne de çalışanların memnuniyeti önemsemiştir. Sistemde var
olan aşılar, mobil sağlık hizmetleri, çocuk, bebek ve gebe izlemleri ve birçok angarya
işe ek olarak da COVID-19 aşı uygulamaları da eklenince hem aile hekimleri hem de
aile sağlığı çalışanları tükenmişlik içerisine girmiştir. ASM ler üzerine yüklenen iş
yükü gerçekçi değil ve nefes alamıyoruz!
Pandemi ASM binalarının hizmet sunumunda iflas ettiği gerçeğini ortaya
çıkarmıştır. Kamu hizmeti, bilimsel verilere göre yapılmış kamu binalarında
sunulmalıdır.
Birinci basamak sağlık hizmetlerinde 5258 sayılı Aile Hekimliği Kanununda disiplin
süreçlerine ilişkin hiçbir hüküm yokken “ihtar puanı” adı altında, Demoklesin kılıcı
gibi yönetmelikler keyfi bir şekilde uygulanmaya çalışılmaktadır. Yönetmelik
mesleki bağımsızlığımızı ortadan kaldırırken kişisel haklarımızın ihlali ve tehdit
altında çalışmayı beraberinde getirmiştir.
Yönetmelikte, toplum sağlığını ve sağlık çalışanlarının haklarını savunan; doğru
bilgilere ulaşılmasını sağlamaya çalışan görüş, çözüm önerisi ve taleplerimizi
paylaşmanın karşılığı, ceza puanıdır.
Bir yandan toplumun güncel sağlık talepleri olan poliklinik hizmetlerini vermekle
yükümlü kılarken diğer yandan sayısı her gün artan her biri ayrı bir zaman ve altyapı
gerektiren gebelik döneminden başlayıp ölüme kadar uzanan yaşam sarmalında
yer alan neredeyse tüm sağlık sorunlarının takibinden sorumlu kılınan aile
hekimleri tükeniyor.
Özelde “Ücretli Kölelik” Düzeni
Türkiye’de izlenen sağlık politikaları sonucunda giderek artan sayıda meslektaşımız
özel sağlık sektöründe, iş güvencesiz ve sözleşmeli olarak istihdam ediliyor.
Sadece kamuda çalışanlar değil, özel sektörde çalışan hekimler de sorunların
altında eziliyorlar. Zaten yıllardır güvencesiz bir şekilde ciro baskısı altında çalışan
hekimlerin ücretleri pandemi bahanesiyle daha da düşürüldü.
Öte yandan özel hastanelerde çalışan hekimler şirket kurdurmaya
zorlanmaktadırlar. Hastane patronları çalıştırdıkları doktorların sigorta primlerini
ödemekten böylece kurtulurken hekimler ise izin, istirahat ve daha da önemlisi fiili
olarak emeklilik haklarını kaybetmektedirler.
COVID-19 sürecinde pandemiyi fırsata çeviren özel hastane patronlarının bir kısmı
bir yandan canının derdine düşmüş olan hastalardan “ilave ücret” adı altında yasa
dışı şekilde fahiş paralar isterken bir yandan da hekim emeğini daha fazla
sömürerek kârlarına kâr kattılar.
Tıp Eğitimi ve Tıp Öğrencilerinin Gelecek Kaygısı
Ülkemizde eğitim-öğretim programları ve araştırma faaliyetleri planlanmadan,
öğrenci sayıları ve eğitim-hizmet dengesi üzerinden akademik kadrolar
oluşturulmadan, çok sayıda tıp fakültesi açılmakta ve bunun sonucunda tıp
eğitiminin niteliği giderek gerilemektedir.
Sağlıkta Dönüşüm Programı çerçevesindeki politikalar ve kamusal finansal
desteğin önemli ölçüde azaltılması ile üniversite hastaneleri, temel işlevleri olan
eğitim, araştırma ve nitelikli sağlık hizmeti sunumundan giderek uzaklaşmış ve
kamusal hizmet yerine kâr amacını ön planda tutan birer “sağlık işletmesi”
konumuna gelmiştir.
Performans sistemi, poliklinik muayene, cerrahi işlem ve tetkik sayılarında artışa
neden olmakta; öğretim üyeleri, hastalara ve öğrencilere yeterli zaman
ayıramamakta, hizmet ağırlıklı bir çalışmaya zorlanmaktadır.
İktidarın her öğrenci için karşılamak zorunda olduğu barınma ve gıda
sorumluluğunu dahi yerine getirmemesi hekimleri daha öğrenci sıralarında
tüketmektedir. Tıp öğrencileri ekonomik, özlük haklarından yoksun staj ve intörnlük
süreçlerini yürütmektedir. Eğitimlerini bitiren tıp öğrencilerinin ilk hedefi artık ne
yazık ki yurt dışına gitmek olmuştur.
Tıp fakülteleri; eğitim ve bilimsel araştırmanın yapılabildiği, hasta bakım
hizmetlerinin yeterli süre ayrılarak nitelikli düzeyde sunulabildiği, sağlık
çalışanlarına özlük haklarının tanındığı ve emeğinin karşılığının çalışma barışını
bozmadan maaş olarak ödendiği, iş güvencesi ve akademik özgürlüğün olduğu
kurumlar olmalıdır.
Asistan Hekimler Haklarını İstiyor
Asistan hekimlerin sağlık hizmeti vermelerinin ön şartı iyi bir eğitim almalarıdır.
Eğitimler mesai saatlerinde yapılmalı; üm eğitim süresi boyunca çekirdek eğitim t
müfredatına uygun eğitim verilmelidir. Tıpta Uzmanlık Kurulu, uzmanlık dernekleri
denetlemelerini arttırmalı, eğitim müfredatının oluşturulması ve klinik denetlemeleri
de dahil olmak üzere asistan hekimler tüm süreçte söz sahibi olmalıdır.
Yasal nöbet sürelerine uyulmalıdır. Asistan hekimler nöbet ertesinde klinik sorumluları
ya da hastane yöneticilerinin insafına kalmadan izinli sayılmalıdır. Yönetilmeyen
pandeminin yükünü asistan hekimlere yüklemekten derhal vazgeçilmelidir.
Görevlendirmeler yalnızca asistan hekimler üzerinden değil adil bir şekilde yapılmalıdır.
Mobbinge karşı gerçekçi yasal düzenleme çıkarılsın, etkili şikâyet ve ceza
mekanizmaları geliştirilerek, işler hale getirilsin; mobbing son bulsun!
Asistan hekimlerin insanüstü ağır iş yükü azaltılsın, anayasal bir suç olan angarya
çalıştırmaya son verilsin.
İşyeri Hekimleri OSGB’lere Mahkum
İlk olarak 2012 yılında çıkarılan 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu bugüne dek
defalarca değiştirildi, ötelendi, torba yasalara kondu ve geçen yıl az tehlikeli sınıfta
elliden az çalışanı olan işletmelerle kamu sektöründe Yasanın tam uygulanması bir kez
daha 31 Aralık 2023’e ertelendi. Tam olarak yürürlüğe girmesi on bir yıl geciktirilen bir
kanun ve azalmayan iş cinayetleri, tespit edil(e)meyen, hala bir sistematiği ol(a)mayan,
sigortacılık mantığı ile işleyen meslek hastalıkları tespit süreci: iktidarın bu alanda
yıllardır sürdürdüğü politikaların geldiği tablo budur.
Bu süreçte aynı zamanda işyeri hekimliği alanı piyasaya açıldı. Türk Tabipleri Birliği’nin
işyeri hekimliği asgari ücret belirleme, eğitim ve atama yetkisi kaldırılarak işyeri
hekimlerinin emeği ucuzlatıldı, piyasa sözde “Ortak Sağlık Güvenlik Birimi (OSGB)”
olarak adlandırılsa da “kiralık işçi bürosu” olmaktan başka bir vasfı olmayan şirketlere
açıldı. Böylece bütün maharetleri işyeri hekimleri ve iş güvenliği uzmanlarını
işverenlere ucuza pazarlamaktan ibaret olan OSGB patronları kârlarına kâr katıp zincir
OSGB’lere dönüşürken işyeri hekimlerinin payına ise maaşını bile düzenli alamadığı
(zaman zaman doğrudan gasp edilip hiç alamadığı), izinlerini düzgün olarak
kullanamadığı, öğle tatili yapamadığı, işverenin işini kendi özel aracıyla gördüğü; bir
yanda çalıştığı OSGB’nin, diğer yanda çalıştığı şirketin olmak üzere “çifte patron baskısı”
altında çalışmak zorunda kalmak düştü.
KHK ve Güvenlik Soruşturmaları
Türkiye’de 15 Temmuz 2016 sonrası OHAL rejimi hayata geçirildi ve bu rejimle birlikte
kamu emekçileri telafisi imkânsız yeni haksızlıklara maruz kaldı. OHAL rejiminin
KHK’leriyle iş güvencesi tamamen ortadan kaldırıldı, aralarında hekimlerin de
bulunduğu 130.000’den fazla kamu emekçisi görevinden çıkarıldı. Bu uygulamalara
yenileri eklenerek hukuka aykırı bir şekilde yıllarca emek verdikleri tıp fakültesinden
mezun olan genç meslektaşlarımız, “arşiv araştırması, güvenlik soruşturması”
bahanesiyle meslek hayatlarına başlayamıyorlar.
NE İSTİYORUZ?
- İnsanca yaşayacağımız temel ücret, insanca çalışma koşulları ve güvenli çalışma
ortamları İSTİYORUZ! - Ne zaman verileceği belli olmayan ek ödemeler yerine insanca yaşanacak, emekliliğe yansıyacak hakkımız olan ücretlerimizi ve 7.200 gösterge İSTİYORUZ!
- SSK, Bağ-Kur, Emekli Sandığı; hangi sosyal güvenlik kurumundan olursa olsun tüm emekli hekimlerin maaşlarının yaşamlarını ekonomik ve sosyal açıdan rahatlıkla
sürdürebileceği seviyeye çıkarılmasını İSTİYORUZ! - TTB’nin yıllardır önerdiği “Sağlıkta Şiddet Yasası”nın bir an önce çıkarılmasını, sağlıkta şiddetin sona ermesini İSTİYORUZ!
- COVID-19’un bütün sağlık çalışanları için illiyet bağı aranmaksızın meslek hastalığı olarak kabul edilmesini İSTİYORUZ!
- İş güvencesini ve ifade özgürlüğünü ortadan kaldıran ”Aile Hekimliği Ceza Yönetmeliği”nin geri çekilmesini; koruyucu sağlık hizmetlerinin kamu tarafından yeterli ve güvenli koşullara kavuşturulan kamu binalarında, eksiksiz insan gücüyle, toplumun her kesimine eşit ve öncelikli sunulduğu birinci basamak sağlık hizmeti vermek İSTİYORUZ!
- Asistan hekimlerin asli işlerinin eğitimleri olduğunun kabulünü; diğer bütün
sorumluluklarına dair onlardan beklentilerin bunun önüne geçmemesini; ucuz emek sömürüsüne denk düşen uygulamalara son verilmesini İSTİYORUZ! - Özel sektörde ciro baskısına, şirket kurdurma zorlamasına son verilmesini; güvenceli, sendikalı çalışma koşullarının oluşturulmasını İSTİYORUZ!
- Pandemide çalışılan her yıl için 120 gün yıpranma payı İSTİYORUZ!
- İşyeri hekimlerinin çalışma saatleri, atama ve ücretlendirmeleri konusunda tabip odalarının yetkili olmasını; iş ve gelir güvencesi, mesleki bağımsızlığının güvence altına alınmasını İSTİYORUZ!
- Bütçenin kara deliği olan şehir hastanelerinin kamulaştırılmasını İSTİYORUZ!
- Beş dakikada muayene olmaz. Hastalarımıza yeterli süre ayırmak İSTİYORUZ!
- Salgın koşulları gerekçe gösterilerek sağlık emekçilerinin görev tanımlarına uymayan, sağlıklarını riske atan, angarya iş yükleyen, yazılı ya da yazılı olmayan görevlendirmelerin sonlandırılmasını, sağlık emekçileri üzerindeki baskı ve ayrımcılık uygulamalarına son verilmesini İSTİYORUZ!
- Personel eksikliğinin hızla kadrolu, güvenceli istihdam ile giderilmesini İSTİYORUZ!
- OHAL KHK’leri ile hukuka aykırı olarak ihraç edilmiş tüm hekimlerin/kamu emekçilerinin derhal göreve başlatılmasını İSTİYORUZ!
- Kamusal bir sağlık hizmeti için sağlığa ayrılan bütün kaynakların kamu sağlık hizmetlerinin finansmanında kullanılması gerekir. Özel hastane patronlarına her ne ad altında olursa olsun kaynak aktarılmasına son verilmesini ve kamusal sağlık sisteminin bütün toplumun ihtiyaçlarına cevap verebilecek düzeye yükseltilmesini İSTİYORUZ!
- COVID-19 salgınının bütün dünyaya bir kez daha açık olarak gösterdiği gibi, sağlık piyasanın vahşi koşullarına terk edilemez! Toplumun geniş kesimlerinin sağlık hizmeti ihtiyacı da hekimlerin özlük hakları da ancak toplumsal sağlık politikalarıyla teminat altına alınabilir. İş güvencemiz/gelir güvencemiz/mesleki bağımsızlığımız için kamusal sağlık sistemi İSTİYORUZ!
HALK SAĞLIĞINI ÖNCELEYEN SAĞLIK SİSTEMİNDE
EMEĞİMİZ SÖMÜRÜLMEDEN
GELECEK KAYGISI OLMADAN
BİLİMSEL VE ETİK İLKELER İÇİNDE
HEKİMLİK YAPMAK İSTİYORUZ!