Page 10 - Hekimce Bakış Dergisi 100. Sayı
P. 10
İÇİMİZE
BAKIŞ
Dr. Ömer Levent SOYDİNÇ | leventsoydin@yahoo.ca
FULYA’DA SABAH
Sabah güneşinin ölgün ışığı mandıradan çıkar çıkmaz feci bir birinin elindeki tası sallayarak
pencerenin kirli camından mahir sabah ayazına yakalanmıştı. İçindeki koşturduğunu görünce neşesi yerine
bir hırsız gibi süzülüp sedirde yün fanila da, kalın keçeden gömleği geldi. Kafasının üzerine yerleştirdiği
yatan yorgun suratlı adamın de, şayak ceketi de Kasım ayazını alt bez halkaya oturttuğu yoğurt
beyaz kıllarla kaplı geniş göğsüne etmeye yetmemişti. Epey bir süre tavasını usta bir cambaz gibi bir
vuruyordu. Dünyayı terk etmek titreyerek yürüdü. Neden sonra kalın kerede indirdi. Omzunda asılı duran
üzere olduğundan haberli bir hasta bulutların arasından aniden çıkan üçayağı da aynı maharetle bir
gibi bedenine çöken mahmurluğa güneş, imdadına yetişti. En çok da seferde kaldırımın üzerine açıverdi.
teslim olmuş, gelmekte olan derin kısılan sesine üzülüyordu deminden Adam daha ulaşmamıştı ki elindeki
uykuya hazırlanıyordu. Pencerenin beri. Kara Şükrü’nün kahvehanesine terazinin bir kefesine tasın darasına
macunu yıllardır çektiği ızdıraba uğrayıp biraz soluklanmak istedi. yetecek kadar dirhemi bırakıverdi.
dayanamayıp çoktan kuruduğu Yoğurdun kaymağından iki kaşık Adamın elinden aldığı bakır tası
için, yoğurtçunun uzaktan gelen yedi, bir bardak da sıcak salep içti. kefeye yerleştirince terazi hiç
bet sesiyle pervazlar önce ince ince Sesi bülbül gibi açılınca keyfi yerine direnmeden hizaya geliverdi. Adam,
nazlanarak, sonra da edepsizce geldi, tekrar yola koyuldu. Fulya yoğurtçunun ustalığı karşısında
zangırdamaya başladı. Yoğurtçu yokuşundan tırmanmaya başladı. şaşkına dönmüştü:
İhsan Ağa, ayaz görmemiş sesiyle Sırt sırta vererek hayata karşı birlikte “Maşallah efendi maşallah! Kuyumcu
bağıra çağıra sokağın alt başında mevzilenmiş gibi duran Rum evlerinin olsa bu kadarını beceremezdi
göründü. Adamın bağırtısıyla önünden geçerken mutlaka mola doğrusu ”
kaymaklı yoğurdun lezzetini verir; akşamdan kalma beylerle, eve
hatırlayan adamın ağzı sulandı. vaktinde yetişmekten umudu kesip Öteki hiç oralı olmadan hünerini
Ölüme teslim olmaktan vazgeçip metreslerinin koynunda horlamaya sergilemeye devam etti. Yoğurt
apar topar kalkarak merdivenlere devam eden hovardaları uyandırmak tavasının üzerini örten tahta kapağı
seğirtti. Mutfak kapısını aralayınca için inadına bağırırdı: sapından kavrayıp hoş bir gıcırtıyla
önce ocakta kaynayan tarhananın ” Silivri yoğurduu! Silivri yoğurduu! sürterek diğer kapağın üzerine
buğusu aldı aklını. Hemen ardından Ölüyü diriltir, bebeyi semirtir, tene bıraktı. Küçük el küreğini tavaya
anacığı Makbule Hanım’ın soran can katar, batna ciladır yoğurttt! daldırdı. Haydar’ın yüzüne bakmıyor,
gözlerine hesap verme telaşına Haydiii Silivri yoğurdunun hası işiyle meşgul oluyordu. Tavadaki
kapıldı. Daha ağzını açmamıştı ki, geldi hasııı! Tazee Silivri yoğurduu! süzme yoğurdun sapsarı kaymağı
yaşlı kadın arkasında sakladığı bakır Bir yiyen bir daha ister, yatalak güneş altında ışıl ışıl parıldıyordu.
tası uzattı. Gözlerindeki şefkatli dedeyi ayağa dikeeer! Ha bereket Ardından alışık bir el hareketi daha
ışıltıda küçük oğlunu yaramazlık bitiyooorrr, Silivri yoğurduuu!” İşi geldi. Küreğin üzeri bir çırpıda silme
yaparken yakalamış müşfik bir maskaralığa vuruyordu. Ne kadar yoğurtla doldu. Bakır tas iki kepçe
ananın izleri okunuyordu. Kadının bağırırsa bağırsın ne gelen vardı ne hamlesiyle doluvermişti. Kefenin öbür
elindeki bakır tası kaptığı gibi soluğu de giden. tarafına iri bir kaya parçasıyla paslı
sokakta aldı. bir kapı kilidi bıraktı. Terazi dengeye
İhsan Ağa sabahın köründe Yokuşun başından uzun boylu gelip de tası aşağıya itene kadar bir
10 hekimcebakis.org