Page 74 - Hekimce Bakış Dergisi 104. Sayı
P. 74

öğrenilmiş, köyde kıyamet       yaşlı kadına uğrayacaklardı     kadar sermaye bırakmadan
                  kopmuştu. Günlerce dağlarda     birazdan. Kadın kaynanasından   gitmeyecekti. Nuri’nin
                  izini kaybettirmek için o kovuk   kalan eski şamdanları elden   doğumunun üzerinden on beş yıl
                  senin, bu mağara benim          çıkartmak istediğini söylemişti   geçmişti. Hangi işe elini attıysa
                  saklanmış, sonunda Kömürler     geçen gün. Nakilbend sokakta    makûs talihini yenememişti. Elde
                  kavşağına ulaşmayı becermişti.   yükselmeye başlayan kış güneşi   avuçta kalan son sermayeyi de
                  Sultanahmet Meydanı’na çıkan    sanki her günkünden daha başka   bankerin birine kaptırınca konu
                  ara sokaklarda  tutan herkes    bir şeyler olacağını müjdeler   komşunun yardımıyla bu at
                  Maraşlı Suphi’yi Nizipli sanıyordu.   gibiydi.                  arabasını tedarikleyebilmişti.
                  Fazlı çok işine yarayacaktı.  Onu   ******                      “İyi güzel de Mükerrem Efendi,
                  kahvehanenin bir köşesinde      “Sene 1968 olmuş; sen hala      hak vaki olur da yarın ölüp
                  ıslak köpek yavrusu gibi        at arabası tepesinde patates    gidersen ne yapar Haydar
                  büzüşmüş, çaresiz, aç, üşümüş   soğan satarak para kazanmaya    kulun? Hiç düşündün mü bunu?
                  görünce kendi çaresiz günleri   çalışıyorsun. Yahu Haydar       O meymenetsiz kızın daha senin
                  aklına gelmişti. Köşe başındaki   Ağa, bırak şu inadı da gel    cesedin soğumadan sattırır o
                  çorbacıda iki tas işkembeyi     dükkânımda otur sıcak sıcak!    dükkânı. O sattıramazsa sarhoş
                  gövdeye indirene kadar soluksuz   O işten kazandığının hepsini   oğlun satar. Haydar’ın kıçına da
                  kaşık sallamıştı oğlan. Adana’nın   ben vereceğim sana. Ne inatçı   esaslı bir tekme vurdular mıydı
                  Kozlu’sundanmış. Evleri yanmış   herifsin sen yahu? ”           ben de senin yanında alırım
                  güzün. Zavallının ana babası                                    soluğu. Yok, yağma yok beyim!
                  evden çıkamadan kavrulup         Arnavut Mükerrem böyle         Bırak yakamı bırak, öleceksek
                  kül olmuş. Köyün ağası da iş    takaza ediyordu her             bırak elimizdeki dizginleri
                  vermeyince ne yapsın delikanlı;   karşılaştıklarında. Haydar çok   tutarak ölelim! Öyle ya, Allah
                  soluğu İstanbul’da almış. Lakin   mu bayılıyordu sanki bu işe?   kerimdir. Hep de zorlukla
                  ne gideceği bir akrabası, ne    Ama çaresizdi, Mevla, böyle     sınayacak değil ya zavallı
                  de başını sokabileceği bir damı   istemişti elbette. Tıpkı senelerce   Haydar kulunu. Sıra bize de
                  varmış. Hemen kanı ısınmıştı    arayıp da sonunda kucağına      gelecek elbette.”
                  delikanlıya. Onu evine aldı. İşi   aldığı Nuri’sinin özürlü doğması   Yaşlı beygir iyice yavaşlamıştı.
                  belletmesi bir haftasını almıştı.   gibi! Mevla istemese böyle mi   Deminden beri kayarak zar zor
                  Maraşlı olmasa da toprağına     doğardı o çocuk? Gözleri çekik   çıktıkları yokuşun başına güç
                  yakın yerden gelmişti ya,       çekik diye pek şirin gelmişti   bela ulaşmış, Nakilbend sokağa
                  Suphi’nin kanı ısınmıştı bu kara   başlarda. Lakin bir yaşına girip   girmişlerdi.  Az önce lapa lapa
                  kuru delikanlıya.               de oturması kalkması gecikince   yağan kar, ayaklarının altında
                                                  götürdükleri doktorlar, “Mongol
                  Sokağın içine girince Fazlı’nın   bu bebek,” diye suratlarına   henüz cıvımaya başlamıştı.
                  dili damağı kurudu. Heyecandan   yumruk atar gibi söylemişlerdi.    Birazdan sertleşip buza kesecek,
                  karnı buruluyordu. Altına       Hiç düzelmezmiş bir daha!       beygire de Haydar’a da hayli
                  pisleyecek gibiydi. Paltonun                                    müşkül çıkaracaktı. Hayvanın
                  içinde tuttuğu sol elindeki bıçağa   “Ne kadar yaşayacağını da biz   sırtındaki örtünün yanından
                  dehşetle, nefretle, öfkeyle, daha   bilemeyiz Allah bilir! ”demişlerdi.  soğuk terler sızmaya başlamıştı.
                  çok da korkuyla sımsıkı sarıldı.    İşte o günden beri yeminliydi   Haydar’ın şansı bugün iyi
                  Bıçak elini kesmişti galiba. Suphi   Haydar Ağa. Göçüp gidene   gidecekti anlaşılan. Karşıdaki
                  her şeyden habersiz konuşmaya   kadar çalışacak, arkasında      konaktan bozma apartmanın
                  devam ediyordu. Apartmanın      zavallı sabinin gırtlağına      penceresinden kafasını çıkaran
                  arkasındaki korulukta yaşayan   iki lokma ekmek girecek         ufak tefek kadın seslendi:





                   74  hekimcebakis.org
   69   70   71   72   73   74   75   76   77   78   79