Deprem bölgesinde enkaz atıkları sorunu: ‘Zeytin ağaçlarının üzerine molozların döküldüğünü gördüm’
“Şehir merkezi cehenennemi andırıyordu…Üstü açık, moloz yüklü kamyonların aralıksız bir şekilde 1,5 ay boyunca köyünüzün içinden geçtiğini düşünün. Yaptığımız 15 dakikalık yol kapatma eyleminde bile her şeyin birbirine girdiğini gördük, trafik sıkıştı, görevliler ne yapacaklarını bilemediler…”
Deprem bölgesinde çığ gibi büyüyen enkaz atıkları sorununun en görünür olduğu şehirlerden Malatya’nın Mamurek (Beydağı) köyünden Nazife Onay, molozların kontrollü bir şekilde kaldırılmamasına itiraz ediyor.
BBC Türkçe’ye konuşan Onay, enkazın Malatya’daki İnönü Üniversitesi kampüsünden yaklaşık 3 km uzaklıktaki köylerinin de bulunduğu ve binlerce kişinin yaşadığı bölgenin yakınına döküldüğünü söylüyor.
Deprem bölgesinin sakinleri ve sahadaki uzmanlar bölge genelinde benzer bir tablo olduğunu anlatıyor.
Sağlık ve işçi güvenliğinin hiçe sayıldığını, enkaz atıklarının gelişigüzel, aceleyle taşınmaması gereken şekilde taşınıp, dökülmemesi gereken yerlere döküldğünü söylüyorlar.
Uzmanlar atıkların kısa ve uzun vadede yaşam üzerinde ciddi etkileri olacağını öngörüyor.
Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakan Yardımcısı Mehmet Emin Birpınar Şubat ayı ortasında BBC Türkçe’ye yaptığı açıklamada, “Bu alanlar belirlenirken, sahanın topoğrafyası ve jeolojisi dikkate alınmakta, tarım amaçlı kullanılan arazilerde, içme, sulama ve kullanma suları rezervuarlarında, taşkın riskinin yüksek olduğu yerlerde, yağmur sularının akışını engelleyecek vadilerde veya dere yataklarında, heyelan, çığ ve erozyon bölgelerinde olmamasına dikkat edilmektedir” demişti.
Ancak aradan geçen üç aya yakın sürede, bunun aksi çok sayıda vaka bildirildi.
Depremlerden sonra yıkımın en büyük olduğu Hatay, bu bildirimlerin en fazla yapıldığı illerden biri oldu.
İklim Adaleti Koalisyonu’nda Türk Tabipleri Birliği (TTB) temsilcisi Demet Parlar, BBC Türkçe’ye memleketi Hatay’da Narlıca ve Defne’deki zeytinliklerde; Altınözü, Belen, Kırıkhan ve Samandağ’da enkaz atıklarının riskli alanlara döküldüğünü belgelediklerini belirtiyor:
“Samandağ’da yaptığımız eylemlerde gördüğümüz moloz döküm alanlarında işçilerin maskesiz olduğu, döküm alanlarının sulak alanlara, tarım arazilerine ve yaşam alanlarına çok yakın olduğuydu. Dçküm alanı Yeşilköy’de çadırların hemen yanındaydı. Narlıca Mahallesi’nin 2 km ötesindeydi.
“Zeytin ağaçlarının üzerine molozların döküldüğünü, asırlık zeytin ağaçlarının parçalandığını gördüm. Zeytinliklerdeki moloz sınırı gün geçtikçe ileriyor, bugün gördüğümüz ağaçlar bir süre sonra tamamen yok olacak.”
Bunlara ek olarak Adıyaman’da dere yataklarına, Kahramanmaraş Elbistan’da tarım arazilerine ve dere kenarlarına Hatay’da 280’den fazla kuş türünü barındıran Milleyha Kuş Cenneti yakınlarına da enkaz atıklarının döküldüğü bildirildi.
Enkaz atıklarının içeriği ne, neden zararlı?
Depremlerde yıkılan yüz binlerce bina, yapım malzemeleri ve içindekilerle çok yönlü kirliliğe neden oluyor.
Örneğin bölgede yıkılan ve enkaz altında kalan eczaneler ve klinikler gibi sağlık kurumları tıbbi kirlilik; tarımda kullanılan gübre ve pestisitlerinin satıldığı toptancılar kimyasal kirlilik yükü barındırıyor.
BBC Türkçe’ye konuşan Jeoloji Yüksek Mühendisi ve Tıbbi Jeoloji Uzmanı Eşref Atabay, asbestin yasaklandığı 2010 yılından önce yapılan çok sayıda konutun olmasının kanserojen riski doğurduğunu belirtiyor ve ekliyor:
“Hafriyat Toprağı, İnşaat ve Yıkıntı Atıkların Kontrolü Yönetmeliği’nden Tozla Mücadele’ye Asbestle Çalışmalarda Sağlık Ve Güvenlik Önlemleri Hakkında Yönetmelik’e kadar birçok düzenleme var ama depremden sonra bunların hiçbirine uyulmadığını görüyoruz.”
Deprem bölgesinde saha araştırmaları yapan Çukurova Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi”nde Deniz Biyoloğu Doç. Dr. Sedat Gündoğdu de BBC Türkçe’ye, betonda kullanılan çimentonun ya da bina yapımında kullanılan boya ve dış cephe malzemelerinin ağır metal muhteva edebildiğini söylüyor. Bunlara ek olarak enkaz altında kalan araçlar, patlayan trafolar, plastikler, kanalizasyon boruları ve beyaz eşyaların da önemli kirleticiler olduğunu hatırlatıyor.
Gündoğdu, buna karşın tüm enkaz atıklarının karışık bir şekilde, “bir yönetim pratiği olmadan” taşındığını söylüyor ve şöyle devam ediyor:
“Gelişigüzel, rastgele ve aceleyle kaldırılıyor, en olmadık yerlere dökülüyor, en taşınmaması gereken şekilde taşınıyor.
“Sulak alanlara, dere yataklarına, tarımsal üretim alanlarına dökülüyor. Yoğun bir kamyon hareketliliği var, tehlikeli atıklar üstü açık bir şekilde transfer ediliyor ve bu esnada tozlar etrafa saçılmaya devam ediyor.”
Bu durumun insan ve insan dışı yaşama önemli etkileri olacağı öngörülüyor.
Deprem bölgesinde moloz döküm alanlarını araştıran Caner Arıkboğa, Elbistan’da “Taş ve kömür ocaklarının kenarından boşaltılan yığınları oralardan geri toplamak hiç mümkün gözükmüyor. Yol kenarında çeliksiz yığınları tarlalara ve dere kenarlarına dökülmüş halde bulduk” diyor.
BBC Türkçe’ye bu durumun insan sağlığı üzerindeki etkilerini anlatan TTB Halk Sağlığı Kolu Başkanı Prof. Dr. Gamze Onay, deprem bölgesindeki çalışmaları sırasında “hava kirliliğini görsel ve duyusal olarak deneyimlediklerini” söylüyor.
Prof. Dr. Onay, “Molozların içinde nelerin olduğunu tam olarak bilmiyoruz ve bunlar uygun şekilde kaynağında ayrıştırılmadığı için aerosollerle doğrudan havaya karışıyor” diyor ve ekliyor:
“Bölgedeki yurttaşlar, çocuklar ve sağlık çalışanları arasında üst solunum yolu rahatsızlıklarında, boğaz ağrısı, gözlerde kızarıklık gibi semptomlarda artış yaşandığını biliyoruz.
“Alerjik bünyesi, kronik hastalığı olanların semptomlarının daha ağır olduğunu, gönüllü giden sağlık çalışanlarının maske gibi donanımları kullansalar bile solunum yolu şikayetlerinin başladığını, daha sonra zatürre geçirenler olduğunu gözlemledik.”
Sağlık Bakanlığı Halk Sağlığı Kurumu’na göre hava ve su kirliliği insanlarda solunum yolu ve kalp damar hastalıkları, kanser, astım ve alerjilerin yanı sıra üremeyle ilgili ve nörogelişimsel bozukluklara neden olabiliyor.
Diğer yandan tüm bu kirleticilerin uygun olmayan koşullarda taşınması ve depolanması, çevreye ve dolaylı olarak insan sağlığına farklı zararlar veriyor.
Doç. Dr. Gündoğdu, enkaz atıklarının yalıtımsız noktalara ya da su kaynaklarının yakınına dökülmesiyle, “Ağır metaller ve zehirli kimyasalların, yağmur yağdığında yüzey suları aracılığıyla içme sularına taşındığını ve tüm sisteme dahil olduğunu” belirtiyor.
6 Şubat’ta meydana gelen Kahramanmaraş merkezli depremlerinden sonra bölgede şiddetli yağışlar ve yer yer seller etkili olmuştu.
Uzmanlar kimyasalların sağlık risklerini net bir şekilde öngörebilmek için maruziyetinin ölçülmesi gerektiğini ancak çevresel araştırmaların Çeve, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından yürütülmesi kararının alındığını belirtiyor. Bu çalışmaların da sonuçları bilinmiyor.
Molozların büyüklüğüne ilişkin farklı açıklamalar farklı sonuçlar veriyor
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, 13 Nisan’da yaptığı açıklamada, “Günlük 5 bin 279 kamyon, 1994 ekskavatör, 124 su tankerinin çalıştığı bölgede 1 milyon 28 bin 704 kamyon seferi ile 11 milyon 513 bin 120 metreküp moloz taşındı” demişti.
Soylu, bunun yıkık ve acil yıkılacak binaların yüzde 70’ine denk geldiğini, “Toplam 56 bin 956 yıkık/acil yıkılacak binanın 39 bin 602’sinin (yüzde 70) enkazı kaldırıldı” ifadeleriyle dile getirmişti.
Yani resmi verilere göre bir binanın enkazından yaklaşık 290 metreküp hafriyat ortaya çıktı. Bir kamyonla da yaklaşık 11 metreküp hafriyat taşındı.
Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum, son olarak 11 Mart’ta yaptığı açıklamada deprem bölgesinde 11 ilde, 5 milyon 4 bin bağımsız bölümün incelendiğini, 821 bin 302 bağımsız bölüm, 279 bin binanın acil yıkılacak, ağır hasarlı, yıkık veya orta hasarlı olduğunun tespit edildiğini bildirmişti.
Kurum, orta hasarlı binaların yıkılıp yıkılmayacağı konusunda onların da ağır hasarlı statüye konulduğunu belirtmişti.
Yani tüm bu binaların yıkıldığı senaryoda, resmi veriler esas alındığında yaklaşık 81 milyon metreküp hafriyatın oluşması beklenebilir. Bunun taşınması için de 7,3 milyon kamyon seferine ihtiyaç duyulabilir.
Birleşmiş Milletler’in (BM) 24 Şubat’ta yayımladığı analizde, 1999’daki Marmara depreminde yaklaşık 13 milyon ton molozun ortaya çıktığı hatırlatılmış, deprem bölgesinde 116-210 milyon ton arası moloz ortaya çıkacağı tahmin edilmişti.
TTB’nin de aralarında olduğu emek-meslek ve çevre örgütleri, Hatay’da moloz döküm alanlarıyla ilgili bir dava açtı. Dava dilekçesinde ayrıştırılmamış atıkların 85 bin toksik madde içerdiği tespitine yer verildi.
Ancak açıklamalar arasında daha önemli farklar da olabiliyor. Örneğin Devlet Su İşleri (DSİ) 2 Nisan’da AA’ya yaptığı açıklamada Hatay’da 1 milyon 400 bin ton moloz taşıyarak, 582 binanın enkazının kaldırılmasını sağladığını belirtilmişti.
1 metreküp hafriyatın 2 ton olduğu tahmin ediliyor. Buna göre DSİ’nin açıklamasından bir binadan 1000 metreküpten fazla hafriyat çıktığı anlaşılıyor. Bu İçişleri Bakanlığı açıklamasında belirtilen miktardan 3 kat daha fazla.
BBC Türkçe’ye konuşan Tıbbi Jeoloji Uzmanı Eşref Atabey, bu atık miktarının ön görülebilir olduğunu ve atıklar için depremden önce bertaraf noktalarının belirlenmiş olması gerektiğini belirtiyor:
“Bu noktalar jeolojik-teknik etüdlerle belirlenir, geçirgen olmayan yüzeylerde, su kaynaklarından uzakta, havayı kirletmeyecek şekilde olması gerekir.”
‘İnsanların canı çok daha ucuz’
Sahadaki uzmanlar ve örgütler enkaz atıklarının taşınma ve depolama sürecinde görevli işçilerin de büyük risk altında olduğunu belirtiyor.
Doç. Dr. Sedat Gündoğdu, “Birçoğu maske kullanmıyor, asbestle çalışmak için gerekli donanıma sahip değil.
“Dökümün yapıldığı tozun içinde yemek yiyen işçiler vardı.” diyor.
Uzmanlara göre atıklarda önce asbest gideriminin yapılması ve ardından ayrıştırma sürecinin başlaması gerekiyor. Metallerin yeniden kullanımı ve toz haline gelen betonların parke taşı gibi malzemelerin üretimi için kullanılabileceği belirtiliyor.
Nazife Onay, “Yerinde ayrıştırma gibi ileri uygulamaları geçtik, enkazlar uygun zemine taşınması, çalışanlara uygun maskeler verilmesi, kamyonların üstünün kapatılması bile ilerleme sayılır.” diyor ve şunları söylüyor:
“Ama bunlar tehlikeyi kabul etmek olur; insanların canı çok daha ucuz.”
Onay, Malatya’da yaptıkları suç duyurusunun “sembolik” kaldığını, benzer durumdaki köylerden de “itirazlar yükselirse şehir merkezinde daha etkili bir direniş yapabileceklerini” söylüyor.
Demet Parlar, uygulamaları zeytinlikleri koruyan kanunlara ve Anayasa’nın sağlıklı çevre hakkını güvence altına alan hükümlere aykırı olduğunu, suç duyurusunda bulunduklarını belirtiyor.
“Ancak adalet yerini bulana kadar molozlar dökülmeye devam edecek ve sorun her geçen gün daha da büyüyecek.” diye ekliyor.
Alıntı: bbc.com