Prof. Kayıhan Pala’dan Sağlık Bakanlığı’na halk sağlığı dersi

Komisyon salonunda sahne adeta tiyatraldi: Bakanlık başarılarını geniş fırça darbeleriyle boyuyor; muhalefet Milletvekili Pala ise boyanın çatladığı yerleri işaret ediyordu.

Sağlık Bakanlığı, sanki doğru nota kağıdı verilirse sağlık sistemindeki her şeyin kusursuz bir uyum içinde olduğunu kanıtlayabilecekmiş gibi kararlı bir orkestra edasıyla Meclis Plan ve Bütçe Komisyonu’na geldi. Bakan, “Sağlıklı Türkiye Yüzyılı” ifadesini öyle bir özgüvenle, öyle sık tekrarladı ki, sırf bu sözün yüksek sesle söylenmesinin bile yaşam beklentisini bir-iki yıl artırabileceği sanılabilirdi. Duvarda slaytlar, zafer yürüyüşü edasıyla akıyordu: Milyonlarca tarama, milyonlarca poliklinik başvurusu, milyonlarca şu, milyonlarca bu… Görünüşe bakılırsa, yeterince büyük rakamlar sayarlarsa, sonuçların er ya da geç etkileyici görünmeye başlayacağına inanıyorlardı.

Bakanlığın sunumuna göre, geçen yıl adeta bir yasal düzenleme maratonu koşmuşlar: Sağlıkla ilgili yetmiş dokuz yeni yasal düzenleme yapılmış ve bakanlık ekipleri, mevcut yapıları değerlendirmek, hangi uygulamaların korunacağını tespit etmek ve nerede iyileştirme gerektiğini belirlemek için seksen bir ilin tamamını ziyaret etmiş. Öyle bir ülke turu ki, insan neredeyse bu kadar hareketliliğin, sözüm ona tespit edilen iyileştirmelere neden hiç dönüşmediğini unutacak gibi oluyor. Yani kısacası: Ölçülebilir ilerlemeden ziyade, destansı kilometre biriktirme yılı… Bir tür idari hac yolculuğu. Yolculuğun kendisi başarı; varış noktası mı? O da artık gelecek yılın sunumuna kalır.

Ardından, geldi hükümetin göz bebeği şehir hastaneleri ilahisi: Sağlık sisteminin mermer ve camdan yapılmış tapınakları… Verimlilik, teknoloji ve maliyet aşımı burada el ele dolaşıyor. Günlük işletme maliyetlerinin, orta ölçekli bir Avrupa kliniğini bir ay boyunca çalıştırmaya yeteceği gibi küçük bir detaya ise hiç girilmedi. Ama bakanlığa göre bu rakamlar, büyük vizyondan dikkati uzaklaştırmamalıydı: Modernlik anıt ister; anıt da para— tercihen sürekli ve bol miktarda para.

Söz koruyucu sağlığa geldiğinde, ses tonu bir anda temkinli bir temenni havasına büründü. Evet, önleme önemliydi; evet, yatırım yapıyorlardı. Ama nasıl oluyorsa, Bakanlık bütçesinin yüzde 58’i hala hastanelere akıyordu; çünkü herkes bilir ki, hastalıkları tedavi etmek, önlemekten daima daha “görkemlidir”. Koruyucu sağlık kurdele kestirmez; hastaneler kestirir.

Ancak muhalefetin — başta CHP’den Prof. Dr. Kayıhan Pala’nın — yanıtı, bambaşka bir tablo çizdi.

Bakanlığın sunumu politik bir motivasyon konuşması tadındayken; Pala’nın müdahalesi, dipnotları okumuş ciddi bir denetçinin konuşması gibiydi. Basitçe söylemek gerekirse, Pala, Sağlık Bakanlığı yetkililerine halk sağlığı dersi vermeye gelmişti. Nazikçe başladı: Türkiye’de yaşam beklentisi OECD ortalamasının dört yıl gerisinde — “makul bir fark” demek insaflı olur; dürüst olmak gerekirse, bu bir “uçurum”. Ardından küçük ama can sıkıcı bir hatırlatma: Pandeminin “mükemmel yönetimi” sonrasında, Türkiye yaşam beklentisi en çok kısalan OECD ülkesi. “Sağlıklı Yüzyıl” iddiası için pek ideal bir gidişat sayılmaz.

Pala, Bakan’ın en azından bir yenidoğan branş komisyonu kurduğunu kabul edip kutlayarak, yine nazik davrandı. Sonra aynı nezaketle, Bakan’ın bu komisyona hiçbir zaman gelip bir şey anlatmadığı “küçük ayrıntıyı” hatırlattı. “Komisyonlar boş sandalyelerle çalışmaz,” demek istedi. “Hele ki, o boş sandalye Bakan’ınkiyse.”

Ardından çocuk ölüm hızlarına geçti; rakamlar iyimser havayı bir anda buza kesti: Artvin’de binde 3,7; Gaziantep’te binde 16,7. Türkiye’de bir yenidoğan, adeta doğmadan önce haritadan bir yer seçmek isteyebilir. Bu eşitsizlikler, Pala’ya göre, sadece devam etmiyor; kökleşiyor. Bunlar kader değil, politikanın eseri.

Aşılamaya gelince… İstanbul’da kızamık aşısı yüzde 92 civarında; ulusal düzeyde yüzde 95’in altında — “Salgına nazik bir davetiye çıkarmak için ideal eşik,” diye ima etti Pala. Virüsün valizini toplayıp gelmesine ramak kaldığını görür gibiydi insan. Bu düşüş, yalnızca bir istatistik değil, acil müdahale gerektiren bir halk sağlığı riskiydi. Üstelik, koruyucu hizmetlere daha çok yatırım gerektiğinin çarpıcı bir göstergesi de…

Pala, Bakanlığın şehir hastaneleri takıntısının bütçeyi nasıl rehin aldığını da hatırlattı. Günlük işletme maliyeti 373 milyon liraya ulaşan bu dev yapılar, birer hastaneden çok, kamu hazinesine kalıcı olarak bağlanmış elektrikli süpürgelere benziyordu. Pala’nın ifadesiyle, Bakanlığın kamu-özel ortaklığındaki bu hastane mega projelerine bağımlılığı, halk sağlığı mantığından ziyade, siyasi ve ekonomik tercihler hakkında çok şey söylüyordu.

Tüm bu noktalar onu büyük resme getirdi: Hastanelere akıtılan devasa bütçeye karşın önlemeye ayrılan kırıntılarla ülkeye daha uzun ömür ve daha sağlıklı bir nüfus vadetmek mümkün değildi. Önleme ucuzdur, önleme etkilidir; ama önlemenin ne yazık ki, albenisi yoktur.

Pala, Bakanlığın kendi verileriyle olan tuhaf ilişkisini de hatırlattı — “özel ama kapsayıcı değil” denebilecek bir ilişki. “Bakın,” dedi, “2025 bitiyor, siz hala 2024 sağlık istatistiklerini yayımlamadınız.” İroni şu ki, veriler sanki bir kasaya kilitlenmiş gibi kamudan gizlenirken, Bakan Yardımcısı Dr. Birinci, bu verilerle sürekli akademik makaleler yazıyor. Pala’nın ima ettiği şey açıktı: Kendi istatistiklerini yayımlayamayan, ama bunları akademik dergilere sokmayı başaran bir bakanlık… Şeffaflık isteğe bağlı, “seçici aydınlatma” yeni norm.

Pala, kimi rakamların duvara asılacak türden olmadığını da hatırlattı — nazikçe ama bir cerrah titizliğiyle: Acil servis başvuruları, OECD ortalamasının altı katı? Diyabet oranlarının on yılda ikiye katlanması? Bunlar ancak bekleme odalarını kültürel miras mekanı ilan etmek istiyorsanız, övünecek şeyler olurdu. Ömürleri bizden çok daha uzun ve sağlıklı olan İsveç, Norveç, Portekiz gibi ülkelerde insanlar yılda iki-üç kere doktora giderken, Türkiye bu sayıyı on üçe doğru taşımaya kararlı görünüyordu. “Eğer bunu başarırsanız,” diye uyardı Pala, “bundan ilaç firmaları, teknoloji firmaları, özel hastaneler yalnızca kar ederler.” Mesaj netti: Doktor ziyaretlerini istediğiniz kadar çoğaltın, ülkenin yaşam süresine bir gün bile ekleyemezsiniz — yalnızca birilerinin kar hanesine ek yaparsınız.

Sonuç olarak, Bakanlığın iyimser anlatısıyla Pala’nın veriye dayalı eleştirisi, Türkiye’nin sağlık tartışmasının kalbindeki derin gerilimi ortaya koyuyordu: Hastaneleri ve altyapıyı büyütmeye odaklanan bir sistem ile önlemeye, eşitliğe ve uzun vadeli halk sağlığı sonuçlarına yatırım yapan bir yaklaşım arasındaki fark. Bakanlık kendini geleceğe dönük ve reformist olarak sunarken; Pala, temel yapısal zayıflıklar ele alınmadan ve yatırım önleme ile birinci basamağa yöneltilmeden, Türkiye’nin görüntüde modern, ama sonuçta dengesiz ve zayıf performanslı bir sistemle baş başa kalacağını ileri sürdü.

Komisyon salonunda sahne adeta tiyatraldi: Bakanlık başarılarını geniş fırça darbeleriyle boyuyor; muhalefet milletvekili sessizce boyanın çatladığı yerleri işaret ediyordu. Bakan vizyondan söz etti; Pala sonuçlardan. Bakan altyapıyı övdü; Pala ölümlülüğü sorguladı. Bakan ulusun sağlığını kutladı; Pala, “Peki ulus gerçekten daha sağlıklı mı?” diye sordu.

Oturum, alışıldık nezaket ritüeliyle sona erdi: Bakanlık büyük vizyonunu yineledi; muhalefet çekincelerini dile getirdi ve bütçe, — her yıl olduğu gibi — iyi prova edilmiş bir oyunun sakin zorunluluğuyla yoluna devam etti.

Ve orada, salonun içinde, “Sağlıklı Türkiye Yüzyılı” havada asılı kaldı — güzel, umut verici, ama ne yazık ki, yalnızca dekoratif.

 

Alıntı: birgun.net

Yazarın Diğer Yazıları
deneme bonusu veren siteler yeniokul.net casino deneme bonusu veren siteler