Page 64 - Hekimce Bakış Dergisi 90. Sayı
P. 64
BeGe İnsan yaşamı kadının göğsünden doğar
Onun dudaklarından
Öğrenirsiniz söylediğiniz ilk ve küçük sözcükleri.
Dr. ÖMER FARUK TABAR Arthur Schopenhauer
Dağın yamacına vardıklarında hepsi yorgun, bitkin, bulundukları yeri terk etmelerini, dağı aşıp, dağın
aç ve susuzdu. Şimdi hepsinin deniz mavisi, çağla arkasındaki sınırda özgür topraklara sığınmalarını
yeşili, bal rengi ela gözleri kömür karasıydı. Göz be- istemişlerdi. Ama o uzun bir süre bozkırdaki haya-
beklerindeki kara delikler birbirlerine baktıkça daha tının tek meyvesine tekrar kavuşurum umuduyla
da kararıyordu. Günlerce yürüdükleri bozkır kadar bekledi. Ölü de olsa onu son bir defa görmek isti-
kavruk yüzlerinde derin bir endişe, korku vardı. yordu. Bekleyişi geçen sabah sona erdi. Bir havan
Köyden buraya kaç günde yürüdüklerini bilmiyor- mermisi parçası düşmüştü evine. Tek odalı, toprak
lardı. Akılları, önlerinde yükselen ağaçsız, otsuz, damlı evlerinin bir köşesini ve dört aylık kız bebe-
susuz, gölgesiz Sincar Dağını nasıl tırmanacakla- ğini alıp götürmüştü ondan. Korkmuştu. O da ata
rında, kulakları kuşatılmış şehrin doğusundan ve toprağını isteksiz terk etmeye karar vermişti. Bağ-
güneyinden gelen makineli tüfek ve top seslerin- ladığı bez parçasıyla ıslak gözlerini sildi. Ellerini
deydi. Hepsi kadın, hepsi yaşlı, hepsi çocuktu. Aç- açıp yukarıya kaldırdı. ‘’Tanrım, Arısı bana bağışla.
lıktan, olabilecek fiziksel, cinsel saldırılardan, etnik, Sığınacağım, bilmediğim, tanımadığım insanların
dinsel baskılardan, en önemlisi ölümden kaçıyor- topraklarından geri çevir beni. Oralarda bırakma
lardı. Yol boyunca bozkırda, geçmiş yazın kavurucu beni. Oralar okyanus. Ben denizimde yaşamak isti-
sıcağını yiyerek sararmış, kurumuş geven, çoban yorum. Boğulurum ben okyanuslarda’’ dedi. Sonra
yastığı, atkuyruğu, diken köklerini yiyerek açlık ve başka bir dala bağlanmış kırmızı bir bez parçasını
susuzluklarını dindirmeye çalışmışlardı. Bege göz- çözüp havaya fırlattı. Böylece kendi inanışına göre,
leri yaşlı, dağın eteğindeki tek ağaç, dilek ağacına, çözdüğü bez parçasının sahibi dileklerine kavuşa-
yorgun, küçük adımlarla yürüdü. Ağacın etrafı ana caktı. Belki arkada gelenlerden birisi de kendinin-
baba günüydü. Ağaçta tek bir yaprak yoktu. Dalları, kini çözecekti.
rengârenk bez parçalarından gözükmüyordu. Bege Arkasına döndü. Köpeği Kekik ayaklarının dibinde
kırmızı bozkır toprağından savrulan tozla, kirli sa- bekliyordu. Arıs cepheye gittiğinden beri Begeden
rıya dönmüş kadife elbisesinin eteğinden bir parça hiç ayrılmamıştı. Gözlerini ondan ayırmıyor, Bege-
yırttı. Ucu gözüken kuru bir dala uzandı. Elindekini nin korku dolu bakışlarını an be an onun içinden
bağladı. Tanrısına dileklerini iletti.
çekip alıyordu.
Kocası Arıs’i bir ay önce cepheye götürmüşlerdi. ‘’Hadi Kekik yolculuk vakti’’ dedi.
Cepheye gittikten üç gün sonra ölüm haberi gel-
mişti. İnanmamıştı. Çünkü Arıs arkası açık ciplere Dilek ağacının az ötesindeki dağın eteğinden te-
balık istifi yerleştirilip köy meydanına getirilen ce- peye tırmanan, Ezidiler çoğu çıplak ayaklı, tepeye
setlerin içinde yoktu. Halen yaralı da olsa bir yer- doğru ağır, ağır, zoraki, tersine akan bir ırmak gi-
lerde saklandığını ümit ediyordu. Çatışmaların şid- biydiler. Yanlarında yürüyen hayvanları, kucakla-
detlendiği günlerde, savaşan güçler, tüm sivillerin rında bebeleri, sırtlarında yürüdükçe daha da ağır-
74 Mart 2016

