‘Emek Bizim, Söz Bizim’ eylemlerini değerlendiren Fincancı: ‘Bu daha başlangıç!’

Türkiye’de hekimler ve sağlık çalışanları, COVID-19 pandemisini, yaklaşık 20 yıldır uygulanmakta olan “Sağlıkta Dönüşüm Programı”nın sağlık alanını her yönden çöküntüye uğrattığı bir dönemde, üst üste yığılmış sorunlar arasında karşıladılar. Koruyucu sağlık hizmetlerinin ortadan kaldırıldığı, ticarileşmiş sağlık ortamında pandemiye dönük birinci basamak sağlık hizmetleri yerine getirilemedi. İkinci ve üçüncü basamak sağlık kurumlarında ciddi bir hasta yükü oluştu. COVID-19 dışı sağlık hizmetlerinde aksamalar oldu ve “ertelenmiş sağlık sorunları” başlığında yeni bir tehdit gündeme geldi.

Pandeminin yönetiminden sorumlu olması gereken sağlık otoritesi ise ilk günler “göstermelik olarak” alkışladığı/alkışlattığı hekimleri ve sağlık çalışanlarını yüzyılın bu sağlık krizi içerisinde yapayalnız bıraktı. Sağlık Bakanlığı ilk zaman koruyucu ekipman bile sağlayamazken, sağlık çalışanları ve hekimler güvensiz ortamlarda sağlık hizmeti sunmak zorunda kaldılar. İlk zamanlar haftalarca evlerine gidemeyen, ailesini, çocuklarını göremeyenler oldu. Hastalık riski, ciddi şekilde artan iş yükünün yanı sıra, izinleri iptal edildi, istifalar yasaklandı ve emeklilik hakları ellerinden alındı. Bu yetmiyormuş gibi, 10 dakikalık sürelere 2 hasta randevusu tanımlanarak, sağlıkta şiddetin arttığı bir ortamda, sağlık hizmetleri iyice çıkmaza sokuldu.

Şimdi, salgının 20. ayında, ekonomik krizle birlikte bütün sorunlar derinleşirken, emeğinin karşılığını alamayan, mesleğini yapamaz hale getirilen hekimler, Türk Tabipleri Birliği’nin (TTB) çağrısıyla “Emek Bizim, Söz Bizim” diyerek bir eylem programı başlattılar. 23 Kasım’da “Beyaz Yürüyüş” ve 27 Kasım’da Ankara’da “Beyaz Forum”un gerçekleştirileceği eylem programını ve hekimlerin sorunlarını TTB Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı ile konuştuk. “Bıçağın kemiği delip geçtiği bir noktadayız” diyen Fincancı, 27 Kasım’da gerçekleştirilecek “Beyaz Forum”un eylem takviminin sonu değil, aslında bir başlangıç olduğunu belirtiyor ve vurguluyor: “Başından beri dile getirdiğimiz, bütünlüklü ve kamucu bir sağlık sistemini yerine koyacağımız bir sürecin başlangıcı.”

Bugün ilk bölümünü paylaştığımız söyleşinin, COVID-19 pandemisini konu alan ikinci bölümü yarın yayımlanacak.

sebnem-korur-fincanci
TTB Başkanı Şebnem Korur Fincancı

‘ALKIŞLAR GERÇEKLİK DEĞİLDİ’
20 ay önce, sağlık çalışanları alkışlanarak girildi pandemiye. O alkışlara ne oldu? Sağlık çalışanlarını alkışlatanlar şimdi neredeler, ne yapıyorlar? Buradan başlayalım mı?
Aslında dünyanın her yerinde çok benzer bir tabloyla karşı karşıya kaldık. Geçen gün bir Fransız filmi seyrettim. İlginç bir film. Tam salgın dönemine denk geliyor, insanların o kapanma hali, sosyal ilişkilerin ortadan kalkması, dolayısıyla birbirleriyle ilişkilerinin olumsuz yönde ilerlemesi anlatılıyor. Bu arada onlar da sağlık çalışanlarını balkondan alkışlıyorlar. Ama bir yandan da, o apartmanda oturan bir hekimi uygunsuz saatlerde gelip gidiyor diye ihbar ediyorlar. Tablo ne kadar bizim buradakine benzer değil mi? Asansöre bindirmediler sağlık çalışanlarını, şikâyetçi oldular. Yani, alkışlar aslında gerçeklik değildi, gerçekliğimiz değildi. Zaten siyasi otorite de alkışa çağırırken, emeğinin karşılığını vermediği sağlık çalışanlarına, sadece görüntüde destek veriyormuş gibi bir tablo yaratmak istedi.

Sağlıkta Dönüşüm Programı ile giderek başta sağlıkta şiddet olmak üzere, özlük hakları kayıpları, artan iş yükü, yoğun çalışma saatleri, idari baskı, mesleki özerkliğe müdahale vb. gibi olumsuzlukları, pandemi katmerledi. Sağlık çalışanları/hekimlerin şu anda içinde bulundukları durum nedir?
Tabii, en başından itibaren, çalışma ortamları, çalışma koşulları, güvenli bir ortam oluşturulması konusunda pek çok eksiklikle karşı karşıya kaldık. Örneğin maske dağıttılar sağlık çalışanlarına, o maskeler cezaevinde üretiliyordu ama cezaevinden bize gelen bilgi; maskelerin niteliğinin koruyucu olmaktan çok uzak olduğuna dairdi. O “meltblown” katman yoktu mesela. Sağlık otoritesi bunu sağlık çalışanlarına dağıtmakta hiçbir beis görmedi. Kişisel koruyucu malzemeler (KKM) konusunda ciddi sorunlar vardı. TTB, özellikle salgının başından itibaren, toplumda güven oluşturduğu için de, hızla bu konuda destek sağlayıp, eksiği bulunan illerde çalışma ortamlarına dağıtmaya gayret etti. Ama ortama dair hiçbir düzenleme yapmadı sağlık otoritesi. Malzeme eksikliğine çok gecikerek yanıt verdi ve niteliğiyle ilgili de ciddi sorun vardı.

Onun ötesinde Sağlıkta Dönüşüm Programı denen programın bir çöküş programı olduğu görünür hale geldi bu salgın sürecinde. Koruyucu hekimliğin ortadan kalkmasının ne anlama geldiğini salgında gördük. Birinci basamak yok olunca, takip sistemleri, filyasyonlar, temaslı takibi etkili olamadı, ilgisiz sağlık çalışanları filyasyon ekiplerinde görevlendirildi, şoförler, temizlik işçileri görevlendirildi. Bu da toplumda ciddi bir güvensizlik yarattı. Böyle olunca da hastanede karşıladık salgını. İkinci ve üçüncü basamaklarda inanılmaz bir yük ortaya çıktı. Diğer branşların poliklinikleri COVID polikliniğine çevrildi. O branşların uzmanları, asistanları COVID polikliniği yapmak zorunda kaldılar, triyajlarda görevlendirildiler. Servis nöbetleri tutmak zorunda kaldılar. Hem inanılmaz bir yük oluştu, hem de kendi alanlarında görmeleri gereken hastaları göremediler. Ertelenmiş sağlık hizmetleri oluştu.

 

GÜLÜNÇ RAKAMLARA ‘EK ÖDEME’ DENİLDİ
Pandemi mücadelesinde, hekimlerin, sağlık çalışanlarının durumları, talepleri adeta görmezden geliniyor. Siz de TTB olarak bu süreçte “Emek bizim, söz bizim” eylemlerini başlattınız. Tabir-i caizse “bıçağın kemiğe dayandığı” nokta mı bu?
Salgın süreci, ardı ardına pek çok olumsuzlukla beraber geldi sağlık çalışanları için. İzinleri iptal edildi, istifa hakları, emeklilik hakları ellerinden alındı, inanılmaz bir yükle çalışmaya zorlandılar ve hiçbir sosyal destek de sağlanmadı. Salgın sürecinde sağlık çalışanlarının evine gidemediği, çocuklarının bakımı konusunda birini bulmakta zorlandığı durumlar oluştu. Bu bir tükenmeye de yol açtı. Bir de buna karşılık, ek ödeme veriyoruz, tavandan veriyoruz falan gibi yalanlarla besledi sağlık otoritesi bunu. Topluma böyle yansıttı. Ama biliyoruz ki gerçekçi bir ek ödeme zaten ortada yok, ayrıca hiç ödenmeyen pek çok prim var. Hekimlerde de çok düşük ama gerçekten gülünç ek ödeme rakamları söz konusu. Bir ambulans görevlisi 1 lira 74 kuruş ek ödeme alabiliyor, bir hemşire 14 lira ek ödeme alabiliyor. Bu bir aşağılama aslında. Bunu da topluma “biz ek ödeme veriyoruz” diye yansıtıyorlar. Zaten bizim talebimiz ek ödeme falan değil. İnsanca yaşayabileceğimiz temel bir ücret talep ediyoruz. Tabii bu taleplerin duyurulur olması çok kolay değil. Hekimler de geçici çözümlerle hayatta kalmaya çalışıyorlar. Nöbet ücreti onlar için bir kurtarıcı ya da ek ödeme -olduğu kadar- bir katkı gibi algılanıyor. Bir de sağlık çalışanları çok farklı çalışma biçimlerinden gelen bir topluluk. Taşeronu var, sözleşmelide farklı düzeyler var. Dolayısıyla bir araya gelip ortak bir mücadele hattı oluşturabilmek kolay değil. Ama öyle bir noktaya geldi ki artık bıçak kemiğe dayanmadı, bizim sevgili Merkez Konseyi üyemiz Doğan (Eroğulları) ‘Bıçak kemiği deldi geçti’ diyor. Artık o noktadayız.

HEKİMLERİN YARISI GEÇİNEMİYOR!
Hekimler arasında nasıl karşılık buldu eylem kararı?
Tüm bunlar yaşanırken, sağlık otoritesi ertelenmiş sağlık hizmetleriyle ilgili sorunun çözümünü randevu süresini kısaltarak buldu. Hasta randevu sürelerini 5 dakikaya düşürdü. Tabii, 5 dakika çok dikkat çekici olunca, “10 dakikada 2 randevu” şeklinde düzenlendi. Bu gerçekçi değil. 10 dakika randevunun içinde bile kontrole gelen, idarenin hastası, meslektaşının hastası falan derken o süre çoktan doluyor. Üstelik öyle bir noktaya geliyor ki, hekim hangisine öncelik tanıyacak o süre içinde? Öncelik tanıyamadığının şiddetine uğruyor bu sefer de. Bu bir kırılma noktası yarattı hekimlerde. Aile hekimleri için de yeni ödeme yönetmeliği bir cezalandırma yönetmeliği olarak kurgulandı. Dolayısıyla bir hareketlenme başladı. Biz de TTB olarak bir anket yaptık. Sorduğumuz sorulardan biri ‘Aldığınız ücret yetiyor mu?’ sorusuydu. Yedi bine yakın hekimin yarısı ‘Geçinemiyoruz’ dedi. Bu, önemli bir rakam. ‘Neler yapalım?’ sorumuzu da ‘Bakanla görüşün’ dediler, ‘Bizlerle buluşun, birlikte açıklamalar yapalım, taleplerimizi dile getirelim’ dediler. Yine yaklaşık yarısı ‘İş bırakalım’ dedi. Bu arada ankete katılan hekimlerin yarısı da TTB üyesi değil. Bu da çok önemli bir veri bizim için. Biz de hekimlerle buluşalım, onların önerilerini, katkılarını alıp bunu kamuoyuna taşıyalım diye düşündük. O düşünceyle de bir program çıkardık.

Neler yapıldı şu ana kadar?
Birkaç hat var. Öncelikle Merkez Konseyi üyelerimiz yoğun biçimde odalara gidiyor. İkişerli gruplar oluşturduk, illere gidiyoruz, tabip odalarımızın temsilcileri ile birlikte, öncesinde oluşturduğumuz program kapsamında hastane ziyaretleri, birim ziyaretleri yapıyoruz. Tabip odalarında hekimlerle buluşuyoruz, özellikle yaşadığımız sorunları dile getirecek basın açıklamaları yapıyoruz. Haftalık olarak gündeme taşıyacağımız konuları belirledik. Hekimlerin ‘Sağlık Bakanı’ndan randevu isteyelim’ şeklinde bir talepleri olmuştu. Biz aslında 378 gün önce bir randevu istemiştik ama olsun dedik ve 1 Ekim’de Sağlık Bakanı’ndan bir randevu daha istedik.

BAKANLIK BİZİ İZLİYOR, AMA TEMAS ETMİYOR
Hiç geri dönüş olmadı mı şu ana kadar?
Aslında Bakan’ın kendi meslek örgütü burası ama –görünürde- biz yokmuşuz gibi davranıyor. Ama alttan alta, TTB’nin önerilerine dirense de, bu önerileri dikkate aldıklarını görüyoruz. Örneğin ekim sonunda vaka sayılarını açıklamak zorunda kaldı. Hakikate ne kadar yakın, onu bilemiyoruz ama açıklamak zorunda hissettiler sonuçta. Mesela gebelerin aşılanmasıyla ilgili ciddi sorun vardı; gebeler aşılanmadı ve biz ardı ardına gebe ölümleriyle karşılaştık. Hemen Jinekoloji ve Obstetrik Derneği ile gebelerin de aşılanması gerektiğine, aşıların zararsız olduğuna yer veren bir açıklama yaptık. Bu açıklamanın ardından Sağlık Bakanlığı da bu yönde yazı yazmak ve gebe aşılamalarını algoritmaya yerleştirmek zorunda kaldı. Evet, Bakanlık bizi izliyor, bunu görüyoruz ama bizimle temas etmiyor. Tabii, genel müdürlükler, idari birimlerle görüşmelerimiz sürüyor. Orada bir sıkıntı yok ama Bakan düzeyinde görüşmemiz olmuyor. 1 Ekim’de randevu istedik, 10 gün süre tanıdık ve 11 Ekim’de de eylem programımızı açıkladık. Eylem programını açıkladığımızda ilk eylemimiz aslında 15 Ekim’de maaşlarımızı alkışlamaktı. Ama bu program sadece hekimler, sağlık çalışanlarını kapsamıyor. Sağlık çalışanlarının haklarının verilmemesi toplumun sağlık hakkını da elinden alıyor. Bu nedenle 15 Ekim’de yaptığımız ilk eylemimizi, ‘geçinemiyoruz’ eylemini, logosuz yaptık. Çünkü sadece hekimler değil, tüm toplum geçinemiyor.

HEKİMLER YOKSULLUK, SAĞLIK ÇALIŞANLARI AÇLIK SINIRININ ALTINDA
Somut talepleriniz neler?
15 Ekim’deki ‘geçinemiyoruz’ eyleminin ardından 20 Ekim’de ‘5 dakikada hekimlik yapılmaz’ eylemini gerçekleştirdik ve randevu sürelerinin 5 dakika ile sınırlı olamayacağını belirttik. 27 Ekim’de COVID-19 Meslek Hastalığı Yasası ve 60 gün olan yıpranma payının pandemi sürecinde her yıl için 120 gün olarak düzenlenmesini istedik. 3 Kasım’da emekliliğe de yansıyacak, yaşanabilir bir temel ücret ve hekimler için ek göstergenin kademeli olarak 7200’e çıkarılmasını talep ettik. Sabit ek ödeme adı altında bir ödeme var, bunun temel maaşa katılmasını, dolayısıyla emekliliğe yansımasını istiyoruz. Temel maaşların zaten yükseltilmesi gerekiyor, hekimler yoksulluk sınırının, sağlık çalışanları da açlık sınırının altında ücretlendiriliyorlar. 11 Kasım’da çalışma koşullarımızda iyileştirme talep ettik. Güvenli ve sağlıklı çalışma ortamları, şiddetten arındırılmış, kişisel ve koruyucu malzemelerin sağlandığı, iyi havalandırıldığı ortamlar istiyoruz dedik.

hekimler-siddete-hayir-dediŞimdi 19 Kasım’da, bir ekip arkadaşını erkek şiddetinden korumaya çalışırken yaşamını yitiren meslektaşımız Dr. Aynur Dağdemir’in anmasında şiddet konulu bir açıklama yapacağız. 23 Kasım’da ise Beyaz Yürüyüş’ü Kadıköy’de yapacağımız bir basın açıklaması ile İstanbul’dan başlatacağız. 24 Kasım’da Kocaeli’nde olacağız. Sağlık sistemindeki çöküşü dile getireceğiz o hafta ve toplumcu bir anlayışla sağlık sisteminin yeniden inşa edilmesini talep edeceğiz. 25 Kasım’da Bursa’dayız. Kadına Yönelik Şiddeti Önleme günü dolayısıyla Kadın Platformunu’nun da eylemine katılacağız. Tüm bu süre boyunca küçük forumlar olacak. Hekimlerin görüşlerini almaya devam edeceğiz ve 27 Kasım’da Ankara’da olacağız. Bu arada bütün siyasi partilerle görüştük, taleplerimiz TBMM’ye de taşındı. Hepsi çok ilgilendi, sürece katkı vereceklerini, duyurulmasına katkıda bulunacaklarını söylediler. Sağlık meslek örgütleriyle, DİSK, KESK, TMMOB ile de görüştük.

BİR PARADİGMA DEĞİŞİKLİĞİ OLDU SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM’LE BERABER
Çok sayıda sağlık çalışanı da yaşamını yitirdi bu süreçte.
Evet. 500’e geldi dayandı sağlık çalışanlarının ölümleri. Bu böyle olmayabilirdi. Salgın hastanelerde karşılandığı için yük inanılmaz oldu. O yükü kaldırmak için uzun çalışma saatleri gerekti, uzun çalışma saatleri sonucunda çok fazla hastalık maruziyeti oldu. Dönüşümlü çalışma olabilirdi, çalışma süreleri kısaltılabilirdi, çalışma ortamlarına ilişkin uygun düzenlemeler yapılabilirdi. Bodrum katlarda, penceresi olmayan yerlerde hasta muayenesinin önüne geçecek, havalandırması yeterli olan ortamlar olabilirdi. KKM’lerin etkili kullanımı sağlanabilirdi. En fazla kimi kaybetmişiz diye baktığımızda işyeri hekimlerinin kaybının en yüksek olduğunu görüyoruz. Aile hekimleri onu izliyor, alandaki hekim sayısına oranladığımızda. İşyeri hekimlerini yitiriyor olmamızın iki nedeni var: Birincisi, zaten bu bir işçi hastalığıdır dedik, sınıfsal özelliği var dedik. İşçileri eve kapatmadılar, onları çalışmaya zorladılar patronlar. Toplu taşımalarla işlerine gittiler, yoğun biçimde fabrikalarda çalıştılar. Onların hekimleri de onlarla karşı karşıya kaldılar. İşyeri hekimlerinin çalışma koşullarının uygun olmadığını da biliyoruz. Aile hekimleri de ertelenmiş sağlık sorunları nedeniyle yoğun biçimde hizmet verdiler, ortamları uygun değildi. Sağlık ocağı mimarisini düşündüğümüzde şimdi durum o kadar farklı ki. Eskiden bütünlüklü bir yaklaşım vardı, sağlık ocağının yanında lojmanı olurdu, etrafı mutlaka ağaçlandırılmış olurdu. Hastanelerin çevresi ağaçlandırılırdı, hastanelerin pencerelerinin mutlaka açılır olması gerekirdi. Niye ağaçlandırılırdı eskiden hastanelerin çevresi? Hava akımını sağlayabilmek için. Rüzgârın yönü hesaplanırdı eskiden. Eski hastanelerin hepsi yapılırken, cephesi nereye bakıyor, hâkim rüzgârlar nerelerden gelecek bunlar hesaplanmış. Tamamen şehrin dışına şehir hastaneleri yapılıyor şimdi. İnanılmaz yatay bir düzenleme var. Hastanın gidememesinin ötesinde, acil bir durumda ekibin ulaşması o kadar imkânsız hale geliyor ki. Böyle bir mimari yok mesela. Bir paradigma değişikliği oldu Sağlıkta Dönüşüm Programı ile beraber. İnsanı ve doğayı yok sayan bir bakış açısıyla mimari düzenlemeler yapıldı. Bu sadece sistemin değişikliği değil.

Bir önemli başlık da giderek artan hekim göçü. Neler söylersiniz bu konuya ilişkin?
Gerçekten dehşet verici baktığımız zaman. 2012’de yurtdışına gitmek üzere iyi hâl belgesi almak için TTB’ye başvuran hekim sayısı 95. 2021’i bitirmedik daha; ekim sonu itibarıyla bu rakam 1111 olmuş. 2020’de 900’ler civarında, ama sınırlar kapandı, hareketlilik sınırlandı bu yüzden. Ama şimdi daha yıl bitmeden, 10 yıl öncesine kıyasla 10 kattan fazla artmış durumda giden hekim sayısı. Kim gidiyor? En donanımlı insanlar gidiyor. Tıp eğitiminde de çok ciddi bir çöküş var. 128 tıp fakültesi var. Bunların bir kısmının hastanesi bile yok. Bir kısmı Sağlık Bakanlığı hastaneleriyle afiliye oluyor. Uzmanlar yok, öğretim üyeleri yok. Taşımalı eğitim yapılıyor. İstanbul’dan, Ankara’dan öğretim üyesini taşıyor, 1 hafta içinde o klinik dilimi tamamlıyor, o öğretim üyesi şehrine geri dönüyor. Böyle bir tıp eğitimi yapılabilmesi mümkün değil. Yeterli, nitelikli tıp eğitimi alamamış bir hekim kitlesi yetişiyor. Başarılı öğrenciler tıp fakültelerini seçmemeye başladı. Başarılı ve parlak olanlar tıp eğitimine başvuracak, onların başarılı olanları etkili bir şekilde hekimlik uygulamasında olacak, biz şu anda bunların bütün bu kademelerini yitiriyoruz.

NUSRET FİŞEK HOCA’NIN YAPTIĞINI BİR KEZ DAHA YAPMALIYIZ
Son olarak, eylem sürecine ilişkin sizin vurgulamak istediğiniz bir nokta var mı?
27 Kasım aslında bir başlangıç. Çünkü başka bir görevimiz daha var bizim. Sağlıkta dönüşüm programı çöktü. Bu bir dönüşüm değil, çöküş programıydı ve çöktü. Bütün sağlık sistemini tartışacağımız ve yerine bütünlüklü bir sağlık sistemi koyacağımız bir sürecin başlangıcı 27 Kasım bir yandan da. En azından 14 Mart’a kadar, çalıştaylar, etkinliklikler, sempozyumlar vb. ile neler yapabileceğimizi konuşacağız. Biz başından bu yana toplumcu, kamucu bir sağlık sistemini talep ediyoruz. Ama bu tahribattan sonra bunun adımları ne olacak, bunu konuşacağımız bir sürecin başlangıcı. Bu sağlık sistemine ilişkin bir sorumluluğumuz, ödevimiz var diye düşünüyorum. Birinci basamağı güçlendirdiğimiz, yeni bir sağlık yasası oluşturacağımız önerileri derleyip son halini verebilmek en önemli işlerden biri olur. Zamanında Nusret Fişek Hoca’nın yaptığını bir kez daha yapmak gerek. Bu TTB’nin sorumluluğudur diye düşünüyorum. Yani 1961’deki Sosyalizasyon Yasası nasıl yapıldıysa, bugünün koşullarında kamucu bir sağlık sistemi için gereği yapılmalıdır.

 

Alıntı: https://medyaport.net/2021/11/20/emek-bizim-soz-bizim-eylemlerini-degerlendiren-fincanci-bu-daha-baslangic/?doing_wp_cron=1637936714.6278300285339355468750

 

Yazarın Diğer Yazıları
deneme bonusu veren siteler yeniokul.net casino deneme bonusu veren siteler