Yaygın ameliyat efsaneleri
Ameliyathaneler hastalar için hep gizemli ve korkutucu yerlerdir
Yazın ameliyat olmaz değil mi? Bu soru hastalar tarafından o kadar sık soruluyor ki, insan nereden çıktığını merak ediyor. Yaz aylarında neden ameliyat yapılmasın? Hastalar ameliyat yapacak cerrahın yaz tatili programını düşünerek sorular sorabilir elbette ama bu yaz aylarına yönelik önyargı nedir?
Yaygın ameliyat efsaneleri
Bu yerleşik düşüncenin mimarlarının geçmiş yıllarda yaşamış cerrah büyüklerimiz olduğunu tahmin ediyorum. O dönemlerde hekimlerin sözleri kanun niteliğinde olduğundan, böyle bir cümle sarf edilmişse tartışılmaz elbette. Hekimlerin daha az ve kıymetli olduğu o dönemlerde izinler, bugün olduğu gibi, yaz aylarında daha çok kullanıldığından ve işler hastanelerde yavaşladığından büyüklerimiz “Biz tatil yapacağız” yerine “Hava çok sıcak, yazın ameliyat olmaz” demeyi tercih etmişler gibi geliyor bana. Benimki sadece bir hipotez elbette, belki daha geçerli bir nedeni vardır ama bilen hiç kimseye rastlamadım. O dönemlerde klimaların olmadığı gerçeği bu davranışı kabul edilebilir kılar mı? Emin değilim. Büyüklerimiz hastalara bu eğitimi o denli sağlam bir şekilde vermişler ki günümüzde de etkisini kaybetmiyor.
Bir de sık sık ameliyat günü tartışması yaşanır. Nedense cerrahların hafta sonları hep tatil yaptıkları ve hastaları ile daha az ilgilendikleri kanısı da yaygın. Cuma ve cumartesi günleri bu nedenle de pek tercih edilen günler değil.
Yakın zamanlarda, neyse ki giderek daha az rastladığım bir durum da salı günü ile ilgili. Salı günü ameliyat olmak istemeyenlere göre “Salı sallanır”, yani bütün olumsuzluklar o gün olacaktır. Kötümserlere göre ise “Salı sallanır, çarşambayı sel alır.” Bu deyiş filmlere kadar girmiş ve Kemal Sunal Salako filminde “Salı sallanır, çarşamba çarşafa dolanır” repliğini meşhur etmiş. Gördüğünüz gibi ameliyat yapacak gün ve zaman gittikçe azalıyor.
Hastalarda yaygın bir inanış da anestezi sırasında ve sonrasında kişinin tüm sırlarının ortaya döküleceği. “Aman hocam, ben tam ayılmadan odama çıkarmayın” cümlesi ile de sık sık karşılaşıyorum. Öyle ya, herkesin sırları vardır. Filmlerde de insanların buna benzer yöntemlerle konuşturulduğunu görenler, haklı olarak, endişelenmeye başlıyorlar.
Ben, oldukça uzun meslek yaşamımda uyurken veya uyanırken geçmişini ortaya döken kimseye rastlamadım.
Ancak, anestezide kullanılan ilaçların geriye dönük hafıza kaybı yaptığı da bir gerçek. Ameliyathanelerde hasta uyandırılıp dinlenme odasına alındığında kendisiyle çok mantıklı konuşmalar yapılır. “Ağrınız, bulantınız var mı?” sorusuna net yanıtlar gelir, “Ameliyatım nasıl geçti?” sorusunun yanıtını dinler ve anlar ama ertesi gün konuştuğumuzda bunların hiçbirini hatırlamaz. Bazen bu nedenle “Ameliyatımda sizi göremedim” serzenişi ile de karşılaşıyoruz.
Ameliyat sonrası, eğer varsa, dikişlerin alınması da ayrı bir heyecan konusudur. Dikişler alınırken acımaz ama yaşadıklarını abartan ve şehir efsaneleri yaratan bazı hastalar nedeni ile bu işlem de gündem olur. İyi tarafı ise dikişleri alınırken acı hissetmeyen hastanın “Eliniz ne kadar hafifmiş doktor bey” iltifatında bulunmasıdır elbette.
Ameliyathaneler hastalar için hep gizemli ve korkutucu yerlerdir. Bu nedenle de ameliyat öncesi ve sonrasında ameliyat işlemi hastalara anlayacağı dilde ve sabırla anlatılmalı. Bunu yapmak için de öncelikle hekimlerin hastaya ayıracak zamanlarının olması gerekir. Bu da yetmez, hekimliklerini huzur içinde yapabilecekleri bir ortam olması gerekir. Ayrıca bunu hakkıyla yapabilmek için hekimlerin gelecek kaygısı çekmeden, her yönden mutlu olmaları şart. Türkiye’de bu şartların hiçbirinin olmadığı da ortada.
Bence en önemlisi yapılanları takdirle karşılayacak hastalar ve konuşmaları ile hekim-hasta ilişkisini bozmayacak yöneticiler de gerekiyor. Örneğin, Prof. Dr. Esin Şenol’un almış olduğu ölüm tehdidi ile ilgili olarak yöneticilerden medyaya yansıyan bir demeç ben, maalesef, göremedim.
Alıntı: t24.com.tr