Benim bir hayalim var

Umarım, gün gelir bizler de Suriyeli bir minik kıza bu topraklarda en iyi olanakları sunup, onun büyüyüp bir bilim insanı olduğunu görürüz. Daha da iyisi, insanların zorunlu göçmen olmayacakları bir dünya yaratabiliriz

İnsanın toprakla ilişkisi tüm yaratılış efsanelerinde yer alır. Yaratılışta iki madde var. Biri kildir. İnsan bedeni kille şekillenir. İnsan ruhunu veren ise tanrısal bir dokunuştur, tanrıya ait bir parça. Bu tanrısal parça kimi efsanede bir tanrının kanı, kiminde tükürüğü ve kiminde de nefesidir.

Babil Atramkhasis efsanesi de bunlardan biridir. Bu efsanede tanrısal madde bilme/anlama yeteneğine sahip bir tanrıya ait kandır. Bu tanrı kendi kanını vererek, insanı biraz da tanrı haline getirmiştir. Tanrılara özgü bir şey (ilu) insanlara (av-ilu) geçer. Bu yüzden olsa gerek, efsane “inuma ilu av-ilu” (tanrılar insanken) sözleriyle başlar. Kil ve kan karışmış, insan yaratılmıştır.

Bu efsane, yaratılış dışında, tanrı ve insanların görevleri ve birbirleriyle ilişkileri üzerinedir. İnsanların görevi sıkı çalışmadır. Tanrılar Dicle’nin kıyısındaki günlük işlerin ağırlığından yorulmuş ve bu işleri yapmaları için insanları yaratmışlardır. Babil Atramkhasis efsanesinde, çalışmak bir görevdir. İnsan çalışmak için yaratılmıştır.

Bu yaratılışa hakkını verircesine çalışan bir insandan bahsedeceğim bugün.

mRNA teknolojisinin ardındaki en önemli isim Katalin Karikó’dan.

Dr. Karikó, bir Macar. Küçük bir Macar kasabası olan Kisujszallas’ta bir kasabın kızı olarak dünyaya geliyor. Ve her nasılsa, bir bilim insanı olmak istediğine karar veriyor. Ülkesinde doktora derecesi alıp, bir araştırma merkezinde çalışmaya başlıyor. Ne yazık ki üniversitesinin araştırma programı parası tükeniyor. Karikó’nun yaptığı başvuru kabul ediliyor; eşi ve kızı ile birlikte ABD’ye taşınıyorlar. Bu ülkenin kocaman göçmenler ailesine katılıyorlar. Az miktardaki paralarını ülke dışına çıkarmaları bile tipik bir göçmenlik öyküsü. Macar hükümeti ülke dışına sadece 100 dolar çıkarmalarına izin verdiği için, o tarihte iki yaşında olan kızları Susan’ın oyuncak ayısı içine 900 sterlin (bugün yaklaşık 1246 dolar) dikiyor; böylece olan biten mal varlıklarını yanlarında götürebiliyorlar.

Dr. Karikó, en başından beri mRNA’nın yapabileceklerini görüyor. Her hücrenin protein yapma bölgesine genetik kodu taşıyan haberci olan mRNA’ya odaklanıyor. Hayatını mRNA’nın hücrelere -aşılar da dahil olmak üzere- kendi ilaçlarını yapma talimatı vermek için kullanılabileceğini göstermeye adıyor. Ama uzun yılları o laboratuvar benim burası senin, çalışmalarına fon bulma çabası ile geçiyor. Çoğu zaman hak etmediği kadar düşük pozisyonlarda ve düşük ücretle çalıştırılıyor.

“Yıldızının parladığı an”2 ise, 1990’ların sonunda HIV aşısı üzerinde çalışan immünolog Dr. Drew Weissman ile tanışması oluyor. Bir fotokopi makinası başında Dr. Weissman ile konuşurken “‘Ben bir RNA bilimcisiyim – mRNA ile her şeyi yapabilirim’ diyor. Uzun yıllardır HIV ile ilgili çalışan Dr. Weissman ona HIV’e karşı bir aşı yapmak istediğini söylüyor. Dr. Karikó’nun yanıtı kısa ve net:, “Evet, evet yapabilirim.”

Başlarda laboratuvar ortamında olan başarılarını canlı denekler- farelere- taşıyamıyorlar. Hayvanlar hastalanıyor. Anlıyorlar ki, yaptıkları mRNA enjeksiyonları, hayvanların bağışıklık sistemi tarafından bir patojen istilası gibi algılanıyor. Şu soruya odaklanıyor: Her insanın vücudundaki her hücre mRNA üretir ve bağışıklık sistemi buna göz yumarken, kendilerinki neden farklı bir sonuç veriyor? Ve nihayet bunun da nedenini buluyorlar. İnsan bedeninde doğal olarak oluşan bir molekülün bağışıklık sisteminin benzer tepsini baskıladığını anlıyorlar. Aynı molekülü kendileri tarafından üretilen mRNA’ya ekleyince, molekül görevini yapıyor, tepki oluşmuyor. Üstelik mRNA’yı çok daha güçlü hale getirerek her hücrede 10 kat daha fazla protein sentezini sağladığını görüyorlar.

Bu, mRNA’nın, bir bağışıklık sistemi saldırısına yol açmadan hücrelerin işlevlerini değiştirmek için kullanılabileceği anlamına geliyor. Buna rağmen, hibeler öyle akmıyor, önde gelen bilimsel dergiler çalışmalarını kabul etmiyor. Araştırma nihayet Immunity’de yayımlandığında ise çok az ilgi görüyor.

Dr. Karikó ile birlikte çalışan bir beyin cerrahı olan Dr. David Langer, “Fikriniz, bilimin köşeleri tutan yıldız bilim insanları için mantıklı olan geleneksel bilgeliğe aykırıysa, bunun dışına çıkmak çok zordur” diyerek açıklıyor bu durumu. Bilim tarihi benzer örneklerle dolu değil mi?

Sonunda, iki biyoteknoloji şirketi onları fark ediyor: Amerika Birleşik Devletleri’nde Moderna ve Almanya’da BioNTech.

Sonrasını biliyorsunuz.

Araştırmacılar zaten 20 yıldır başak (spike) proteini biliyorlardı. Her iki aşı için de fikir, insan hücrelerine koronavirüsün bu proteinini üretmeleri için kısaca talimat verecek olan mRNA’yı vücuda sokmaktı. Çinli bilim adamları, görünmemiş hızla virüsün genetik dizisini yayınlayınca BioNTech, mRNA aşısını saatler içinde tasarladı; Moderna tasarımını iki günde yaptı. Ancak aşılar, mRNA’yı kaplamak ve onu gireceği hücrelere sağ salim taşımak için bir lipit kabarcığına ihtiyaç duyuyordu. Bu da birçok bilim adamının 25 yıllık çalışmasına dayanarak hızlı bir şekilde geliştirildi. Aynı hızla Ulusal Sağlık Enstitüleri’nden bilim insanları virüsün başak proteinini izole etti.

Farklı toprakların insanları tek bir insanlık için çalıştılar.

Dr. Karikó ve Dr. Weissman, 18 Aralık’ta Pennsylvania Üniversitesinde aşılandı. Öncesinde haber duyuldu ve oraya bir çok sağlık görevlisi toplandı. Bu iki bilim insanını alkışladılar. Dr. Karikó duygulandı ve ağladı.

Çok uzun ve çok zorlu bir yol yürümüşlerdi.

Dr. Karikó’nun hikayesinde yer alan göçmenlik bu sürece sanki damgasını vurmuş görünüyor.

Bugün tüm dünyanın kurtuluşunu sağlayan ekibin kalanına bir bakalım hadi…

Charles Pfizer, Almanya’dan göç etmiş 1800 yılların sonlarında.

Pfizer’in CEO’su olan Albert Bourla Yunanistan’dan,

BioNTech firmasının kurucuları olan Uğur Şahin ve Özlem Türeci ise ülkemizden.

Moderna’nın kurucu ortaklarından biri olan Noubar Afeyan Lübnan ve Kanada kökenli, diğer kurucusu Derrick Rossi ise Kanada. Ceo’su Stephane Bancel Fransa’dan, baş sağlık görevlisi Tal Zaks İsrail ve baş dijital ve opreasyon görevlisi Marcello Damiani Fransa ve teknik ve kalite sorumlusu olan Juan Andres ise İspanya kökenli göçmenler.

Hepimiz bir yerlerde, bir ülkenin topraklarında doğuyoruz.

Bazılarımız o toprakları terk etmek zorunda kalıyorlar. Çoğu zaman zorluk ve zorunluluklardan.

Bu öyküler, doğdukları toprakların, yoğruldukların kilin neden onlara gittikleri ülkelerde sahip oldukları olanakları veremedikleri ile ilgili düşündürücü.

Bu öyküler, gittikleri ülkeler onları kucakladıklarında başarılabilecekler ile ilgili ilham verici.

Teşekkürler “Kati”, Uğur Şahin, Özlem Türeci ve diğerleri.

Umarım, gün gelir bizler de Suriyeli bir minik kıza bu topraklarda en iyi olanakları sunup, onun büyüyüp bir bilim insanı olduğunu görürüz.

Daha da önemlisi, umarım her ülke göçmenler ile ilgili bu sorumluluğunu anlar.

Daha da iyisi, insanların zorunlu göçmen olmayacakları bir dünya yaratabiliriz.

“Benim bir hayalim var”1

Pınar Okyay


1 Martin Luther King’in, 28 Ağustos 1963’te 200 bin kişiye hitap ettiği Lincoln Anıtı’nda yaptığı tarihi konuşma

2 Stefan Zweig. Yıldızın Parladığı Tarihsel Anlar

Not: Bu yazıya ilhamı EgeTıp’89 sınıf arkadaşım, değerli meslektaşım Prof. Dr. Mahmut Töbü verdi. Aşılarla ilgili bir telefon konuşmasında Katalin Karikó için konuşulan Nobel Ödülüne getirdi sözü. Bana da bu öyküyü yazmak kaldı. Kendisine teşekkür ederim.

Kaynaklar

NTV Yayınları
https://news.cgtn.com/news/2021-05-06/Katalin-Kariko-hero-scientist-behind-COVID-19-vaccines-103791imzuw/index.html
https://www.forbes.com/sites/stuartanderson/2020/12/07/the-founder-of-pfizer-was-an-immigrant-too/?sh=7eabea3f38f6

 

Alıntı: https://t24.com.tr/yazarlar/pinar-okyay/benim-bir-hayalim-var,31477

 

Yazarın Diğer Yazıları
deneme bonusu veren siteler yeniokul.net casino deneme bonusu veren siteler