Türkiye’de tıpta uzmanlık tercih eğilimlerinin son yıllardaki değişimi

Tıbbın tarihi serüveni, insan bedenine yönelik doğrudan müdahalelerle başlamış, cerrahi başta olmak üzere çeşitli klinik dalların gelişimiyle şekillenmiştir. Modern tıp pratiğinde ise uzmanlık alanlarının çeşitlenmesi, sağlık hizmet sunum modellerinin değişimi ve hekimlerin mesleki tercihlerinde belirgin paradigma kaymaları dikkat çekmektedir. Türkiye’de özellikle son 20-25 yılda Tıpta Uzmanlık Sınavı (TUS) yerleşme eğilimleri incelendiğinde; hasta ile doğrudan, yoğun ve sürekli temas gerektiren bölümlerden uzaklaşma; buna karşılık yaşam kalitesi yüksek, gelir getirisi fazla, nöbet yükü ve acil hizmet oranı düşük bölümlere yönelme eğilimi hızla artmaktadır.

TARİHSEL ARKA PLAN: TIBBIN KLİNİK TEMELLERİ
Tıbbın kurucu disiplinleri olan cerrahi, iç hastalıkları, kadın hastalıkları ve doğum, pediatri ve psikiyatri, uzun yıllar boyunca hem eğitimin hem de sağlık hizmet sunumunun ana eksenini oluşturmuştur. Bu dalların ortak özelliği, hekimin hasta ile birebir, yoğun ve sürekli bir ilişki kurma zorunluluğudur. Ayrıca, bu alanlar ciddi mesai düzensizlikleri, gece nöbetleri ve yüksek hasta yükü ile karakterizedir.

DEĞİŞEN TERCİH DİNAMİKLERİ: TEMEL EĞİLİMLER
Son yıllarda TUS yerleşim tercihleri incelendiğinde birkaç temel dinamik ön plana çıkmaktadır:

1. Yaşam Kalitesi Odaklı Tercih Eğilimi:

Hekimler, özellikle genç nesil doktorlar, yoğun iş yükü, nöbet sayısı, acil hasta yoğunluğu ve mesleki tükenmişlik riskine göre uzmanlık alanı seçimi yapmaktadır. Radyoloji, Dermatoloji, Nükleer Tıp, Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon gibi nöbetsiz ya da minimal nöbetli branşlar daha çok tercih edilmektedir.

2. Hasta ile Temasın Az Olduğu Bölümlere Yönelim:

Laboratuvar temelli veya görüntüleme odaklı bölümler; örneğin Radyoloji, Patoloji, Mikrobiyoloji, Biyokimya gibi hasta ile doğrudan teması minimal olan dallara olan ilgi artmıştır. Bu tercihlerde hem fiziksel hem de duygusal yükün az olması belirleyici rol oynamaktadır.

3. Ekonomik Getiri ve Yan Gelir Potansiyeli:

Dermatoloji, Plastik Cerrahi, Göz Hastalıkları gibi alanlar, kozmetik uygulamalar ve özel sektör gelir potansiyeli nedeniyle popülerleşmiştir. Bu bölümlerde hem hasta yoğunluğu daha seçici hem de gelir düzeyi daha yüksek olabilmektedir.

SOSYO-KÜLTÜREL FAKTÖRLER
Yeni nesil hekimler, yalnızca mesleki zorluklardan değil; aynı zamanda sosyal yaşam beklentileri, kişisel özgürlük arzusu ve iş-dışı yaşam dengesi gibi faktörlerden etkilenmektedir. Kuşaklar arası değer farklılıkları, özellikle Y ve Z kuşağı hekimlerin uzmanlık seçiminde “mesleki tatmin” kavramını yalnızca “hasta iyileştirme” ile değil, aynı zamanda “yaşam kalitesi”, “maddi refah” ve “psikolojik konfor”la da ilişkilendirmelerine yol açmaktadır.

TEKNOLOJİNİN ROLÜ
Görüntüleme, laboratuvar ve yapay zeka destekli karar sistemlerindeki hızlı gelişmeler de uzmanlık tercihlerini etkileyen kritik unsurlardır. Artık birçok klinik karar süreci, tanısal teknolojiler üzerinden yürütülmekte ve hasta ile birebir görüşme süresi, yerini görüntüleme raporlarına, laboratuvar sonuçlarına ve konsültasyon notlarına bırakmaktadır. Bu durum özellikle Radyoloji, Nükleer Tıp, Patoloji gibi branşların önemini ve cazibesini daha da artırmıştır.

GELECEK PERSPEKTİFİ
Bu eğilimler doğrultusunda önümüzdeki yıllarda:

• Cerrahi branşlarda hekim açığı

• Acil servislerde uzman yetersizliği

• Kamu hastanelerinde hizmet sunum sıkıntıları

• Temel bilimlerde akademik kadro fazlalığı

gibi yapısal sorunlar yaşanması kaçınılmaz görünmektedir. Bu nedenle sağlık otoritelerinin teşvik politikaları, çalışma koşullarının iyileştirilmesi, mali düzenlemeler ve iş-yaşam dengesi odaklı reformlar ile yeni kuşağın beklentilerine uygun bir uzmanlık planlaması yapması zorunlu hale gelmiştir.

TARİHSEL BİR DÖNÜŞÜM
Türkiye Cumhuriyeti, kuruluş yıllarından itibaren halk sağlığını ve toplum hekimliğini önceleyen bir sağlık politikası benimsemiştir. Özellikle 1920’li ve 1930’lu yıllarda yürütülen verem savaşları, sıtma mücadelesi, anne-çocuk sağlığı hizmetleri, aşılama kampanyaları ve salgın hastalıklarla mücadele programları, Türkiye’nin sınırlı kaynaklarına rağmen kamu yararı odaklı, koruyucu hekimlik temelli bir sağlık sistemi inşa etme çabasının ürünüdür.

1950’li yıllardan itibaren ise “Sağlık Ocağı Modeli” ve “Bölge Temelli Sağlık Hizmeti Sunumu” ile, Türkiye’de kırsal kesime ulaşan koruyucu hekimlik uygulamaları, sağlık göstergelerinde ciddi iyileşmelere yol açmıştır. Bu dönemde hekimlik pratiği, toplum sağlığını önceleyen, sosyal sorumluluk temelli bir meslek etiği ile yürütülmüş; “hekim toplumun sağlığından sorumludur” anlayışı, kuşaklar boyunca meslek ahlakının temelini oluşturmuştur.

Ancak özellikle 1980 sonrası neoliberal politikaların sağlık sektörüne yansımasıyla birlikte Türkiye’de sağlık sistemi köklü bir dönüşüm sürecine girmiştir. 1990’lı yıllardan itibaren hızla artan özel hastaneler, teşvik edilen özel sağlık yatırımları ve 2000’li yıllarda “Sağlıkta Dönüşüm Programı” adıyla uygulamaya konulan yapısal reformlar, sağlık hizmetlerinde piyasa odaklı bir modelin kökleşmesine yol açmıştır.

Bu süreçte devlet hastanelerinde personel yetersizliği, randevu erişim sorunları, tanı ve tedavi süreçlerinde bilinçli geciktirmeler ve kamu hizmet kapasitesinin kısıtlanması, hastaların özel sağlık kuruluşlarına yönelmesine neden olmuştur. Böylece, kamu eliyle özel sektörün palazlandırıldığı, sağlık hizmetinin ticari meta haline dönüştüğü bir yapı oluşmuştur.

Bu yapının en çarpıcı sonucu ise; salgın hastalıklar, aşı tereddütü, bulaşıcı hastalıkların yeniden canlanması, ebeveynlerin çocuk takibinden uzaklaşması ve önlenebilir hastalık yükünün artması gibi halk sağlığını tehdit eden yeni kriz alanlarının doğması olmuştur.

Tarihsel süreçte toplum sağlığını önceleyen modellerden, hasta başına kâr odaklı, performans üzerinden ücretlendirilen, koruyucu sağlık hizmetlerinin geri plana itildiği, tedavi merkezli ve ticarileşmiş bir sağlık sistemine evrilen bu yapı, Türkiye’nin 80 yıllık koruyucu hekimlik mirasını ciddi şekilde tehdit etmektedir.

ARTAN ZORLUKLAR VE TERCİH PARADOKSU
Türkiye’de hekimlik mesleği, yalnızca uzmanlık alanı tercihi açısından değil, daha temelden bir “meslek seçimi sorunsalı” haline gelmiştir. Yıllar süren yoğun akademik eğitim, uzmanlık süreci, yan dal ihtisasları ve mecburi hizmet yükümlülükleri, mezuniyet sonrası iş garantisi sunsa da; günümüz genç nesli için hekimlik, kendi yaşam akışı ve toplumsal beklentiler ile kurduğu denge açısından giderek “makul” bir kariyer tercihi olmaktan uzaklaşmaktadır.

Ülkede genel olarak yaygınlaşan kurumsal mobbing, siyasi baskılar, adaletsiz atama ve terfi süreçleri, adam kayırmacılık gibi olgular; insan temelli, yoğun emek gerektiren bir meslek olan hekimliği daha da zorlayıcı hale getirmektedir. Mesleki saygınlığın aşınması, fiziksel ve psikolojik tükenmişlik, hukuki güvencesizlik ve şiddet riski gibi faktörler, uzmanlık tercihlerini şekillendiren gizli ama güçlü dinamikler arasındadır.

Buna karşın, Türkiye’de özellikle köklü tıp fakültelerinin uluslararası akreditasyon süreçlerinde elde ettiği başarılar ve mezuniyet sonrası mesleki yeterlilik düzeyi, Türk hekimlerini dünya genelinde kabul gören, rekabetçi, nitelikli sağlık profesyonelleri arasına taşımaktadır. Bu durum, birçok genç hekimin yurt dışı kariyer planlarını ciddi şekilde gündemine almasına yol açmakta ve uzmanlık tercihlerini etkileyen bir diğer motivasyon unsuru haline gelmektedir.

SONUÇ: HEKİMLİK MESLEĞİ SAĞLIK POLİTİKALARININ TAM KALBİNDE
Sağlık sisteminde köklü ve sürdürülebilir bir dönüşüm, yalnızca mesleğin ön yüzü ya da arka planındaki çalışma koşulları üzerinden, sınırlı bir paradigma değişimiyle gerçekleştirilemez. Liyakat temelli personel politikaları, adil ve şeffaf sınav-atama süreçleri, ekonomik tatmin düzeyi yüksek bir gelir politikası, sağlık kaynaklarının etkin ve hakkaniyetli kullanımı ve en önemlisi hekim ile hasta arasındaki ticari ilişkinin yapısal olarak ortadan kaldırılması, bu dönüşümün temel ön koşullarıdır.

Ancak tüm bu adımlar, yalnızca sağlık sektörüne yönelik düzenlemelerle değil; ülkenin genel ekonomi politiğini, hukuk sistemini, yönetim anlayışını ve sosyal adalet mekanizmalarını temelden dönüştüren bütüncül bir kalkınma yaklaşımıyla mümkün olabilir. Sağlık sistemi; içinde yer aldığı siyasi, ekonomik ve toplumsal yapıdan bağımsız düşünülemez. Bu nedenle hekimlik mesleği, yalnızca bir meslek grubu değil, aynı zamanda toplumsal eşitlik, adalet ve kamusal haklar mücadelesinin tam merkezinde yer almaktadır.

Bugün yaşanan tercihlerdeki kaymalar, genç hekimlerin mesleki motivasyonlarındaki değişimler ya da sağlık hizmet sunumundaki aksaklıklar; aslında daha büyük bir sistemik sorunun klinik yansımalarıdır. Bu nedenle hekimlik, yalnızca sağlık politikalarının değil, ülkenin geleceğini şekillendiren sosyal ve siyasal tercihlerin de en kritik göstergelerinden biri haline gelmiştir.

 

Alıntı: birgun.net

Yazarın Diğer Yazıları
deneme bonusu veren siteler yeniokul.net casino deneme bonusu veren siteler