Birileri ‘Dilovası artık kirli değil’ mi demişti?
Yıllardır bilimsel tehdit altında akademik hayatını sürdürmeye çalışan Prof. Hamzaoğlu, “Resmi ideolojinin içeriğini besleyenler ve sanayi alanında hızla teknolojiye çevrilebilecek ve metaya dönüştürülebilecek bilgiyi üretenler en makbul bilim insanı oldular” diyor.
Prof. Onur Hamzaoğlu’na yönelik ‘resmi’ saldırılara karşı Kocaeli’nde bir inisitayif kurulmuştu.
Dün ve bir önceki gün bilim dünyası üzerindeki baskının mağduru olan akademisyenleri yazmıştım. Bugün onların sembol ismi olan Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu’na söz veriyorum. Prof. Hamzaoğlu Kocaeli Üniversitesi’nde halk sağlığı dalında uzman. 2009 yılında annelerin sütünde ve yenidoğanların kakasında ağır metallere rastladığını, karşılaştırmalı çalışmasına göre bunda Dilovası’ndaki fabrikaların havayı ve suyu feci biçimde kirletmesinin payı olduğunu anlatmıştı. O günden sonra üniversitede atılmak, görevden uzaklaştırılmak, dava açılmak, dışlanmak, psikolojik şiddet görmek gibi bir çok elim muameleye maruz kaldı. Fakat hiç yılmadı. Çalışmasını Medical Journal’da yayınlatarak haklılığını kanıtladı. Bu arada kendisi gibi bilimsel baskı gören akademisyenler için ismi çevresinde bir inisiyatif kuruldu: “Onurumuzu Savunuyoruz.”
Prof. Hamzaoğlu’yla “yeni Türkiye’nin makbul ve makbul olmayan bilim insanı tiplemesini” konuştuk. Bu arada bir önemli bilgi daha… Geçtiğimiz hafta Kocaeli Valisi Ercan Topaca bir yerel gazeteye “Dilovası artık kirli değil” demeci vermişti. Kanser vakalarının en çok görüldüğü bu yer ile ilgili Prof. Hamzaoğlu maalesef valinin doğruyu söylemediğini anlatıyor. Neye göre? Devletin rakamlarına göre! Buyrun Prof. Hamzaoğlu’nu dinleyelim.
Dilovası’yla ilgili bir bilim insanı olarak bir araştırmanızı paylaştınız. Başınıza ne geldi, kısaca bize hatırlatır mısınız?
-Kısaca kurumsal tehdit, taciz ve tecrit yaşatıldığını, akademik olarak itibarsızlaştırılmak istendiğimi söyleyeyim. Henüz bitmediğini de belirtmeliyim. Yalnız kendimi değil, çalışma arkadaşlarımı, tıp fakültesindeki öğrencilerimin eğitimlerini de doğrudan etkileyen müdahaleleri yaşamaya devam ediyoruz. Ayrıntılarına girmek istemiyorum. Çünkü süreci her anımsadığımda rahatsızlığım daha da artıyor.
Peki asıl meseleye gelelim. 2009’da yaptığınız bu araştırmanız ne diyordu?
-Yaptığımız araştırma ile üç ana konuya dikkat çekmek istedik. Öncelikle, Kocaeli’de hem sanayinin en yoğun olduğu Dilovasi İlçesi’nde hem de hemen hiçbir sanayi kuruluşunun bulunmadığı Kandıra İlçesi’nde birbirinden farklı düzeylerde de olsa, Dünya Sağlık Örgütü(DSÖ)’nün kriterlerine göre, hava kirliliği bulunduğunu göstermekti. İkincisi, bu kirliliğin büyük çoğunluğunun kaynağının sanayi kuruluşları olduğunu, dolayısıyla karlarından küçük paylar ayrılarak engellenebilir, önlenebilir bir sorun olduğunu görünür hale getirmek istedik. Üçüncüsü de söz konusu hava kirliliğinin insanlara, daha doğmamış bebeklere bile ulaştığını ve bu durumun yaşamsal öneme sahip olduğunu göstermekti.
Nasıl göstermiştiniz?
-Hem annelerin sütünde hem de yeni doğan bebeklerin ilk kakalarında arsenik, civa, kadmiyum, alüminyum vb. ağır metal düzeylerinin DSÖ sınır değerlerinin çok çok üzerinde olduğunu bulduk.
Bu araştırmanız 2014’te Medical Journal’da yayınlandı. Bu ne anlama geliyor? Ve tabii, yayınlanması niye 5 yıl aldı?
-Çalışmamız sonuçlarından yararlanarak hazırladığımız makalemizin uluslararası indekslerde taranan bir dergide yayımlanmış olması öncelikle araştırmamızda kullandığımız metodolojinin doğru, sonuçların güvenilir ve elde edilen bilginin de önemli olduğunu gösteriyor. Araştırmamıza 2009 yılında başladık ve en son laboratuvar sonuçlarını Mayıs 2011 tarihinde aldık. Bunların analizlerinin yapılması ve makale halinde yazılması yaklaşık altı ayımızı aldı ve Kasım 2011’de konuyla ilgi dergilere gönderdik. Dergilerin değerlendirme süreci Kasım 2012’de tamamlandı ve yayımlamak için kabul ettiklerini bildirdiler. Böylece makalemiz derginin yayın sırasına alınmış oldu. Ve bundan 14 ay sonra, Şubat 2014 tarihinde yayımlandı. Verilerin elde edilmesinden sonra yaklaşık üç yıllık bir süre sonrasında bilim ortamına ulaştırabildik.
Kocaeli valisi Topaca iki gün önce bir Özgür Kocaeli gazetesine bir açıklama yapmış. ‘Dilovası kirli değil’ diyor. Öyle mi sahiden, elinizde bugünkü halle ilgili ne gibi veriler var?
-Keşke öyle olsaydı. Sanıyorum Vali Topaca ölçüm sonuçlarını değil, temennisini açıklamış. Çünkü, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın Dilovası Hava Kalitesi İzleme İstasyonu verilerine göre, Dilovası’nda hava kirliliği DSÖ sınır değerinin 2009 yılında 3.7, 2010’da 3.9, 2011’de 3.6 ve 2013 yılında da 4.6 kat üzerindedir. 2010 ve 2012 yıllarında yeterli ölçüm yapılamadığı için yıllık ortalama sonuçlar hesaplanamıyor.
FOTOĞRAF: Al Jazeera
Sizin sansürlenmeniz ve engellenmenizin ardından isminizin çevresinde bir inisiyatif oluştu. Ne yapıyor bu inisiyatif?
-Sözünü ettiğiniz inisiyatifin adı “Onurumuzu Savunuyoruz” hareketi. Değişik mesleklerden oluşan 23 kişilik bir yürütme kurulu var. Ben bu kurulda yokum. Ama benim yaşadığım olayla birlikte kuruldu ve bu güne kadar üniversitelerimizde benzer durumu yaşayan 20’den fazla öğretim elemanının durumunu kamuoyu ile paylaştı, hukuksal ve sosyal destek verdi. Üç yıl gibi bir sürede bilinebilen 20 olgu bile Yeni Türkiye’de akademik özgürlüğün durumunu gösteriyor. Tabii ki ifade özgürlüğü, anadilinde eğitim özgürlüğü, yeterli ve dengeli beslenme özgürlüğü, temiz ve sağlıklı bir çevrede yaşama özgürlüğü gibi temel özgürlüklerinden yoksun bir toplumun akademisyenlerinin yalnızca kendi alanları için özgürlük beklemeleri de boş bir hayal. Öncelikle diğerleri olacak ki akademik özgürlük de olabilsin. Son bir olayı paylaşmak istiyorum. Ali Ekber Doğan, Mersin Üniversitesi öğretim üyesi. Bir gazetedeki kentleşme ve Tarsus ve Mersin’deki durumu değerlendiren röportajı nedeni ile Büyükşehir Belediye Başkanı tarafından mahkemeye verildi. Dava açılmasının bile hukuka aykırı olduğu bu durum ortadayken, korkutmak, yıldırmak amacıyla açılan davanın duruşması 16 Eylül’de yapıldı. Arkadaşımız neyse ki beraat etti. Edirne’den Dr. Dilek Tucer’in Ergene Nehri’nin suyu ile yapılan tarımdan elde edilen ürünlerinin kanser yapabileceğiyle ilgili açıklaması nedeniyle ilin valisi Ali Şahin tarafından görevinden alınması da tek başına açık şiddettir. Hem uygulanan kişiye hem de benzer alanda çalışanlara bir had bildirme, hastana bak gerisine karışma uyarısıdır. Asla kabul edilemez.
Öyleyse ‘yeni devletin’ en rahatsız olduğu ve en makbul bulduğu bilim insanı tipi nasıldır?
-Yeni devletin en rahatsız olduğu bilim insanı tipi, bilimsel bilgiyi toplumsal yarar için üreten, yaşanan sorunları, nedenlerini ve çözüm yollarını ortaya koyan bilim insanı tipidir. Oysaki var olan durumun devamını sağlamak adına resmi ideolojinin içeriğini besleyenler, katkıda bulunanlarla özellikle sanayi alanında hızla teknolojiye çevrilebilecek ve metaya dönüştürülebilecek bilgiyi üretenler en makbul bilim insanı konumundalar.
‘Yeni Türkiye’de bilimin geldiği noktayı iki cümleyle tanımlamanızı istesem… Bir yandan her ile üniversite açtık deniyor, bir yandan aslında durum nasıl?
-Modern bilim ve bunun yarattığı modern felsefe akıl ilkesinin üstünlüğü ile doğdu ve 19’uncu yüzyılda üniversitelere girmeye başladı. Öncesinde üniversitelerde kutsal kitaplar kullanılıyor ve felsefe, bilimi üretiyordu. Yeni Türkiye’de de üniversiteler felsefenin bilimi ürettiği üniversitelere dönüştürülüyor. Başka bir ifadeyle, 18’inci yüzyıl ve öncesine geri gidiş yaşıyoruz. Her ile en az bir üniversite uygulamasının temel hedeflerinden birisi genç işsiz nüfusu bir süre için de olsa erteleyebilmek. Bir diğeri de teolojinin egemen olduğu alanları genişletip, bu tedrisattan geçmiş kafalar üretmeyi hedefliyorlar. Ne kadro var ne bina var. Orta öğretim binalarıyla bir iki öğretim elemanını yan yana getirip adına üniversite diyorlar. Bilimsel bilgiyi ne üretmenin ne de öğrencilere öğretmenin mümkün olmadığı ortamlar. Diğer bir ifadeyle, her ile bir üniversite ile yeni Türkiye’nin hedeflenen insan tipi üretim alanları hızla yaygınlaştırılıyor.
Ezgi Başaran
Radikal Gazetesi 19.09.2014