Küçük Dev Adamlar

Henri Toulouse Lautrec ve Fikret Mualla’nın kesişen yaşam öyküleri

kucuk-dev-adamlar

1864 yılında Fransa’nın güneyinde dünyaya gelen Henri Toulouse Lautrec’in babası Kont Alphonse de Toulouse-Lautrec, annesi Kontes Adele de Toulouse-Lautre’dir. Anne ve babası kardeş çocukları olan Henri, akraba evliği nedeniyle o sırada ne olduğu saptanamayan genetik bir hastalıkla dünyaya gelmişti. Birkaç yıl sonra doğan kardeşi Richard, 1868’de bir yaşındayken öldü ve anne-babası bu olaydan sonra ayrıldı. Doktorlar bu hastalığın bazen kafanın küçük, bazen bacakların kısa kalmasıyla sonuçlanan ‘pignodizostoz’ olduğunu ileri sürmüşlerdir. Hatta günümüzde hastalığa sanatçının ismiyle ‘Toulouse-Lautrec Sendromu’ da denilmekte ve Osteogenezis İmperfekta’nın bir versiyonu olduğu düşünülmektedir.

Kırılgan kemikleri ve asimetrik vücut yapısı nedeniyle babası ondan uzaklaşırken, annesi resme yönelmesi için ona destek olmuştur. Henri, geçirdiği bir kaza sonucu 1878’de sol bacağı, 1879’daki bir kaza sonucu sağ bacağı kırıldıktan sonra iyileşemedi ve sakat kaldı. Fiziksel acılarla dolu bir gençlik dönemi geçirdi. Amcasının da teşviki ile resimle daha fazla ilgilendi. Gerçekleştiremediği fiziksel etkinliklerinin yerine resmi koyarak genç yaşında farklı tekniklerde binlerce eser üretti.1882’den itibaren Paris Akademisi öğretmenlerinden Léon Bonnat’ın atölyesinde çalışmalarını sürdürmeye başladı, bir yandan da Ferdon Cormon’un stüdyosuna devam etti. Cormon’un atölyesinde Emile Bernard ve Vincent Van Gogh’ la tanışması, izlenimciliğe tepki olarak doğan post-empresyonizme yaklaşmasının önünü açtı.

kucuk-dev-adamlar

Kırmızı yel değirmeni ile artık Fransız kültüründe sembolleşmiş bir yere sahip olan, elit erotik şovları, yetişkinlere yönelik eğlence programları ve ünlü kan-kan dansıyla yıl boyunca gelen pek çok turisti ağırlayan Moulin Rouge kapılarını açtığında, Lautrec de dünyaca ünlü posterlerini ortaya koymaya başlamıştı. Sanatçının eserleri kabare içindeki duvarlarda sergilenmiştir. Paris’in gece kulüpleri ve Moulin Rouge için yaptığı posterlerinde sıklıkla şarkıcı Yvette Guilbert’i, Fransız kan-kan dansının yaratıcısı dansçı Louise Weber’i ve zarif dansçı Jane Avril’i kullanmıştır.

Sanatçı alkol ve sağlık problemleri nedeniyle o zamanki ortamı dilediği gibi yaşayamamış olsa da, posterleri ve portreleri izleyenlerini o dönemin ruhuna, dokusuna, duygusuna doğru uzun bir yolculuğa çıkmayı davet eden canlılıktadır. 19. yüzyıl Paris’inin o güzel ortamı bohem sanatçının usta ellerinden son derece mükemmel yansıtılmıştır. Resimlerinde, kalabalık içindeki insan figürlerini tek tek ayrıştırmada ustadır. Hem portre, hem Paris gece hayatından manzara çalışmalarında sanatçının resim tarzı ‘sempatik ve serinkanlı’ olarak özetlenebilir. 20 yıldan az bir sürede 737 kanvas, 275 suluboya, 363 baskı ve poster, 5084 çizim, seramik ve vitray çalışması, yüzlerce de kayıp, bilinmeyen eseri olduğu tahmin edilen alkolik Lautrec’in doğuştan itibaren kırılgan olan bedeni yaşadığı hayat tarzına çok kısa bir süre dayanabildi. Sanatçı alkolü yenmek için 1899’da sanatoryuma yatırıldı. Ancak 9 Eylül 1901’de, sadece 36 yaşındayken ölüm kapısını çaldı.

Cumhuriyet’in ilk kuşak ressamları arasında yer alan Fikret Mualla, yaşamının çoğunu geçirdiği Paris’te Türk resminin önemli bir temsilcisi olmuş ve yapıtlarıyla buranın sınırsız sanat ortamında kendini kabul ettirmiştir. Çocukluğu ve gençlik yılları Kadıköy, Bahariye çevresinde geçen Fikret Mualla’nın futbola olan tutkusu derslerinin önünde yer alınca, babası Ekrem Bey tarafından, yatılı olarak Galatasaray Lisesi’nde eğitimini sürdürmesine karar verilmiştir. Hadi Bara, Edip Hakkı Köseoğlu, Turgut Zaim gibi Türk sanatının önemli isimleriyle kurduğu dostlukların bu yıllarında atıldığını biliyoruz.

Galatasaray Lisesi’nde öğrenim gördüğü sıralarda, işgal altındaki İstanbul’da ikinci bir felaket olarak görülen İspanyol gribi Fikret Mualla’nın annesinin ölümüne neden olmuştur. Bu hastalığı annesine bulaştıran kişi olduğu için Fikret Mualla gelişim çağında sürekli bir suçluluk duygusu yaşamıştır. Babasının daha sonra yaptığı evliliği benimseyemeyen Fikret Mualla’nın içine düştüğü durumdan sıyrılabilmesi için ailesi tarafından İsviçre’ye mühendislik eğitimine gönderilmiştir. Bu da onda evden kovulma olarak yorumlanmıştır.

Fikret Mualla, mütareke yıllarına rastlayan bu dönemde Zürih’te parasız kalmış ancak dönemin konsolosunun desteği ile sanat eğitimi almak üzere buradan Almanya’ya geçmiştir. Münih Güzel Sanatlar Akademisi’nde afiş ve desinatörlük eğitimiyle başlayan sanat yaşamı, daha sonraki yıllarda Berlin Güzel Sanatlar Akademisi’nde resim eğitimi ile sürmüştür.
Özgür yaşamı ve alkol düşkünlüğü sanat yaşamını etkiledi. 1934’te Türkiye’ye dönüp resim öğretmenliği yaptıysa da, kısa sürede meslekten ayrılıp kendini tümüyle resme verdi. Alkol bağımlılığı nedeniyle 1936’da akıl hastanesine yatırıldı. 1939’da Paris’e yerleşti. Yaşamı sürekli yokluk içinde geçti. 1952’den sonra bazı eserlerini satabildiyse de yaşamında fazla bir değişiklik olmadı. Alkol tedavisi için bir kez daha hastaneye yattı. 1955’te ikinci sergisini açtı. Bir yıl sonra yeniden hastaneye yattı. Tedaviden sonra koleksiyoncu Lharmine’in korumasında çalışmalarını sürdürdü. Bu çalışmalarını 1957-1958’de açtığı üç sergiyle tanıttı. Bir süre sonra Madame Angles’in yardımlarına karşılık resimlerini vererek çalışmalarını sürdürdü. 1962’de felç geçirince Angleslerin Nice yakınlarında bir kasaba olan Reillane’deki evlerine yerleşti ve ölümüne kadar burada yaşadı. Ölümünden yedi yıl sonra kemikleri İstanbul’daki Karacaahmet Mezarlığı’na gömüldü.
Dışavurumculuk ve Fovizmin özelliklerini kaynaştırarak dönem dönem kırmızı, eflatun, turuncu ve mavi renkleri kullanarak tek zemin üzerinde çalıştı. Guvaş, suluboya ve yağlıboya ile yaptığı resimlerinin konularını meyhaneler, barlar ve Paris sokakları oluşturur. Yaşantısıyla ve resimlerine konu aldığı Paris sokaklarıyla Türk Toulouse Lautrec’i diye adlandırılır. Türkiye’de bulunduğu dönemlerde, Ayasofya’dan, surlardan ve kahve tiplerinden seçilmiş konuları işledi. Bence en güzel resimlerini bu dönemde üretmiştir.

kucuk-dev-adamlar

Resimlerinin çoğunu içki parası karşılığında sattığı için çoğu yabancı koleksiyonlarda bulunmaktadır. Türkiye’de bazı özel koleksiyonlardaki eserleri dışında, birkaç desen ve küçük yağlıboya resimleri İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’ndedir. Hatta Paris sanat ortamında tanınması biraz zaman alan Fikret Mualla’nın eserlerini Picasso’nun övdüğü, ve bir resmini satın aldığı, kendi çalışmalarından birini de ona hediye ettiği ve Fikret Mualla’nın da Picasso’nun verdiği tabloyu bir rakı parasına sattığı bilinir.

Fikret Mualla ve Lautrec’in hayat öyküsü bireysel psikoloji kuramcılarından Alfred Adler’in aşağılık kompleksiyle ilgili kuramını hatırlatmaktadır. Adler’e göre aşağılık duygusu, çocuğun gelişmesinin çok erken bir döneminde ortaya çıkmaktadır. Bazı organik kusur ve yetersizlikleri olan veya anne babasından yeterince sevgi, şefkat görememiş olan çocuklarda aşağılık duygusu belirmektedir. Ancak Adler, doğa karşısında zaten aciz kalan insanoğlunda gelişen bu olağan aşağılık duygusundansa onun insan kişiliğinin gelişmesindeki anlamına ve önemine değinmiştir: Aşağılık ve yetersizlik duygusunun güçlü bir uyarıcı rolü oynaması sayesinde sayısız yetenekli insan ortaya çıkmıştır. İşte organik kusurlarından dolayı aristokrat aile mensubu diğer erkek çocukları gibi babasıyla avlanmaya, ata binmeye çıkamayan Lautrec de çizime ve resme odaklanmıştır. Aynı şekilde Fikret Mualla’nında sanatsız yaşayamayacağı aşikârdır. İçlerindeki gizli yeteneği dışa vurmak, durmadan üretmek onlara sakatlıklarını unutturan yegâne yoldur.

 

Yazarın Diğer Yazıları
deneme bonusu veren siteler yeniokul.net casino deneme bonusu veren siteler