Page 45 - Hekimce Bakış Dergisi 105. Sayı
P. 45

bir turuncuya dönmüş, kurumuş   Oysa dünya, halkların omzu      geldi şimdi: Didem Madak…
               kan rengine, o da yok yani, o   üstünde durur/ Kıpırdasın da    Sıkıntı da, acı da ölüm de  hep
               da cukka çadırları atmış cebe,   gör!”  Sonu gelmiyor cümlenin   x2 kadınlar için. Hani dininiz,
               yakılan lastik tekerlerin kokusu   kıpırdayabilseler bir gör…   nerede tanrı, nerede bani
               havada, çadırlar dip dibe,      Diyor ya; dünya farklı          devlet? Soruyor çocuklar.
               takılıp takılıp düşüyormuşum    farklı katmanları ve öküzün     Tanrısı o gece mutfak dolapları
               çamura vesaire. Oysa alışmıştık   boynuzları üzerinde,  sinekler   dünyanın, çekmecelerden
               bu şehre, mozaikti bu insanlar,   hep bu olanların suçlusu,  yoksa   fırlamış,  özgürlüğünü ilan
               sığınmacısı, biti piresi bin    fay hattının kucağına kurulmuş   etmiş onca bıçak, onca kesici
               yıllardan miras, hep aynı tozlu   değilken şehir. Hep birlikteyiz   delici, onca cam bardak.
               sokağa, köşedeki bakkala,       işte, yan yana yatıyoruz yerin   Devlet babanın koruyucu kolları
               bu çarpık yapılaşmaya, çok      altında, toplu mezarlarda. Elli   olamıyor yaşam üçgeni o gece
               katlı çirkin binalara çıkmış    bin değil belki en az üç yüz    bize. Koca koca gürültülü
               oturmuştuk, yok etmiştik        bin… Nasıl bir kurguysa bu; bir   gürültülü soluyan solucanlarla
               ovaları, dereleri, tahıl        gecede yok artık sınıf farkı,   birlikteyiz, nihayetinde dişli
               koridorları açmıştık... En                                      farelerle beraber. Görünmezin
                                               etnik köken,  cinsel ayrımcılık,
               önemlisi zaten çoktan           bir gecede dümdüz bu lanet      kılığına bürünen, bir zamanlar
               susmuş… sus…turulmuştuk…        kurgular, ölüm eşitliyor herkesi,   görünür olan her şey bir kaç
               Korku impa…. Şşş!... Ölülere    fakat dayatılan hep daha yeni   saniyede,  çatı katı zemin,
               dokunulmaz, her ne olursa       yeniden bir başka kurgu, daha   balkonlar zikzak çiziyor,  çatır
               olsun kutsaldır onlar çünkü     yeni daha genç, hep genç ve     çatır çatırdıyor, karanlık
               artık savunamazlar kendilerini,   güzel altında kaldığımız bu   çağırıyor yerin altına.
               o yüzden sonuna kadar           ölümsüz erk ve güç odakları.    Ne diyordu Rilke: “ çılgın
               hakkımız helâldir kendilerine,   Altında kaldığımız o her şey   gibi topluyoruz görünür’ün
               ölüm kadar katı bir gerçeklikle,   nasıl oluyor da bizden bu kadar   balını. Görünmez’in büyük
               zırh gibi kuşatılmışken hem de,   farklı görüyor, içinde olduğumuz   altın kovanında biriktirip
               onun da dili varmıyor ama diyor   üstünde durduğumuz dünyayı    saklamak için”. Görünür
               ya Nâzım:                       bu kadar ağaçsız bu kadar da    görünmez olmuşken yani
                                               boz ve çirkin çirkin bağıran    dünya cehennem, nerede
               “demeğe de dilim varmıyor ama
               — kabahatın çoğu senin, canım   asık yüzlü kaba adamlar, yerin   şimdi o görünürün balını
               kardeşim!” Dünya ile konuşuyor   altındayım oysa ben, üstümde   topladığımız büyük altın
               Dağlarca: “Öküzün başındasın    geziniyor yaşlı bir adamın      kovan, nerede görünmez
               derler ya/Ey güzelim yeryüzü/   sertleşmiş damarları, şişmiş    cennetiniz.  Uyuyordum,  bir
               Hangi öküzün bilemem”.          elleri, ağaçların kökleri, yeni   kabus olabilir mi bu; sıkışmışım,
                                               bir köstebek ırkı; işte onlar   canlı canlı gömülmüş, toprak
               Aslında hepimiz biliyoruz bu    da, taşlar da demirler de       yutmuşum, demezler mi açıp
               dünya hangi öküzün boynuzları   batıyor her yandan gövdeme,     bakınca ciğerlerimi; canlı
               üzerinde. Can Yücel bir şey     her zaman x2 demek gerek        canlı gömülmüş bu toprağa,
               daha biliyor, sanki cevap       olanlar için, pet bulamayan,    gömüldüğünde nefes alıp
               veriyor Dağlarca’ya: “ Dünya    doğuramayan kadınlar, o         veriyormuş hâlâ;  çünkü bak
               öküzün boynuzları üstünde       halde bile yani o çıplaklıkta, o   toprak var, dere çakılı ve yasa
               dururmuş, /Her kıpırdayışında   yoklukta aah!  içinde her şey,   dışı deniz kumundan var, göz
               öküz, deprem olurmuş…/          “ahlar ağacı” diyor o aklıma    yumma var, zincirleme suç var








                                                                                                          45
   40   41   42   43   44   45   46   47   48   49   50