Bir Yol Hikâyesi
Yaşamımızın durgun sularında; mesleğimizin bize yüklediği, yaşamsal sorumlulukların ezici ağırlığıyla yavaş yavaş yol alırken, aslında tükettiğimiz, hoyratça harcadığımız, kendi yaşamlarımız…
Bir Yol Hikâyesi
Tıp mesleğinin gereği; başka hayatların hep sorunlu, acı veren, hastalıklı yönlerini paylaşmak; zaman içinde bütün hayatımız oluyor. Odaklandığımız her türlü sağlık sorunu bizi kendi dünyamıza kilitliyor hapsediyor sanki.
Bu kilitleri parçalarcasına iki arkadaş Bursa’dan yola çıktık bir Pazar öğleden sonra…
İlk durağımız Haymana’ydı. Burada termal bir otelde konakladıktan sonra saat kulesinin hemen karşısındaki, oralı insanlar ile dolu, salaş bir lokantada nefis bir döner yedik. Tipik bir orta Anadolu kasabası…
Sonrasında etrafın yeni yeni yeşillendiği, kıvrıla kıvrıla giden tenha bir yolda ilerledik. Ağaçların yaprakları henüz yoktu. Eriyen kar suyu ile güçlenen yol kenarındaki çeşmeler ıssızlığın içinde gürül gürül akıyordu.
Otoyola çıktıktan kısa bir süre sonra Tuz Gölündeydik. Mola verdik. İçeri girerken tuzdan yapılan ürünlerin yapıldığı stanttaki görevli elimize birer tutam tuz döktü. Elimizi ovalamamızı söyledi ve sonra elimizi yıkadık. Ellerimize yapışmış yağ kaldı. Tuzu yağladıklarını söyledik. Ellerimizdeki yumuşamanın tuzdan değil, kattıkları yağdan olduğuna karar verdik. Ürünlerinde fiyatları pahalıydı. Fazlasıyla ilgilenmedik. Tuz gölüne ellerimizi soktuk. Cildimizde kuruyan yerlerde tuzlar kaldı.
Tekrar yolu koyulduk. Hedefimiz Kayseri’ydi. Günün sonunda ordaydık. Erciyes karlı muhteşem görünüyordu. Şehrin kalabalık caddelerinde akşam güneşinin vurduğu binalar arasında gezindik. Saat kulesinin önünde fotoğraflar çektik. Her yer adeta pastırma ve sucuk doluydu. Akşam yemeği için Elmacıoğlu restoranı seçtik. İçi otantik mimari ile yapılmış güzel ünlü bir restorandı. Kayseri yağlaması ve pastırma yedik. Künefesi harikaydı.
Gece Kayserinin Talas semtine gittik. Eskiden Ermenilerin yaşadığı heybetli tarihi taş evlerden oluşan güzel bir semtti. Birçok kafe ve restoran vardı.
İyi bir uykudan sonra, sabah erken kalktık yeni açılan dükkânlardan pastırma ve sucuk aldık. Satıcı pastırmayı ustalıkla ince ince dilimleyip bir kutuya koydu. Fırından taze yeni çıkmış harika üzeri duman tüten bir pide aldık. Erciyes’e doğru yola çıktık. Dağa doğru yükseldikçe birçok villalar güzel görünümlü evler vardı. Yollar harikaydı her taraf karla kaplıydı. Tekir kapıdan kayak merkezine girdik. Büyükşehir belediyesinin yaptığı geniş camlar ile kayanları izleyebilme imkânı sunan büyük bir kafe vardı. Çayları söyleyip, pastırma sucuk ve pideden oluşan bir kahvaltı yaptık. Görevli yanımıza gelip dışarıdan bir şey getirmek yasak dedi. Bizde bunları dışarıdan getirmediğimizi, hepsini Kayseri’den aldığımızı söyledik. Görevli güldü. Hava biraz rüzgârlıydı. Teleferik ile yukarı çıktık. Fırtınadan beşik gibi sallanıyordu.
Öğleden sonra tekrar yola çıktık. Dağlar karlıydı. Sivas 200 km Erzincan 440 km’di. Yollar dümdüz, tenha ve çok güzeldi. İnişli çıkışlı arazinin içinde dümdüz giden yollarda süratle yol aldık. Sivas’ı geçtikten sonra karlar dağlardan daha aşağılara inmeye başlamıştı. Köy evlerinin cılız ışıkları karların içinde daha bir fazla parıldıyordu. Akşam saat 7’de Erzincan’daydık.
Erzincan Sivas yolunun devamında uzun ışıl ışıl bir cadde üzerinde uzanıyordu. Caddede birçok rengârenk ışıklı dükkânlar vardı. Restoranlar, yöresel ürünlerin satış yerleri, çok şık kafeler yol boyunca sıralanıyordu. Bütün lamba direkleri yılbaşı ağacı gibi, desenli ışıklarla süslenmişti. Her yer rengarenk pırıl pırıl ışıldıyordu. Mazlumoğlu restoranda akşam yemeği yedik. Erzincan tulum peyniri aldık.
Sabah erkenden kalktık. Karlı dağların arasında Erzincan’ı terk ederken ister istemez aklımıza Ahmet Munip Dıranas’ın ünlü Fahriye Abla şiiri geldi. Mısralarını anımsayarak mırıldandık.
……………………………………………………….
Gönül verdin derlerdi o delikanlıya,
En sonunda varmışsın bir Erzincanlıya.
Bilmem şimdi hala bu ilk kocamda mısın.
Hala dağları karlı Erzincanda mısın?
Bırak geçmiş günleri gönlüm hatırlasın.
Hatırada kalan şey değişmez zamanla
Ne vefalı komşumdun sen Fahriye Abla.
Artık Erzurum’a doğru her taraf karlarla kaplıydı. Yollar da kar yoktu. Dağları aştık. İki saat sonra Erzurum’daydık. Direkt Palandöken’e gittik. Şehir baştan sona kar içindeydi. Erciyes de, Palandöken de, hiç ağaç olmayan, bembeyaz gökyüzüne uzanan yüksek tepelerdi. Rüzgâr az olmasına rağmen yine vardı. Kayaktan sonra koç çağ kebap restoranının yolunu tuttuk. Şehrin bu kısmında caddenin her iki tarafına birçok çağ kebap salonu sıralanmıştı.
Sonra şehri turladık. Çifte Minareli Medrese, Yakutiye Medresesi, kümbetler, eski Erzurum evleri, Ulu cami… Erzurum karlarla kaplı bir şehirdi. Bütün eski yapılar bölgeye özgü siyah taşlarla yapılmıştı. Caddelerde hemen her yerde çeşmeler, dağlardaki eriyen kar sularını coşkuyla durmadan akıtıyordu.
Sabah tekrar yola koyulduk. Her tarafın karla kaplı olduğu, arazilerden geçip Sarıkamış’a geldik. Buradaki kayak merkezi gördüğüm en iyi kayak pistiydi ve her şey ucuzdu. Günlük skipass 30 liraydı. Bayrak tepeye çıktım. Çam ağaçları arasında renkli giysileriyle insanlar kayıyordu. Çam ağaçlarının süslediği pistler çok güzeldi. Orta kafe Rus mimarisiyle yapılmış çamların arasında çok güzel bir yerdi.
Sonra Sarıkamış’ta gezdik. Yeni yapılar olmasına karşın bizi zamanın gerisine götüren birçok dükkân vardı. Yollar düzdü dağlara kadar her yer bembeyazdı.
Karlarla kaplı arazilerden kısa bir araba yolculuğundan sonra Kars’a geldik. Rusların yaptığı yapılar şehre ayrı bir hava veriyordu. Kaşar peyniri ve kavurma aldık. Her ikisi de çok lezzetli ve nefis bir aromaları vardı. Ani harabelerine gidemedik ama kar dolu yaylardan, ilerleyerek Çıldır gölüne geldik. Kar motorları ve atların çektiği kızaklar buz tutmuş gölde tur atıyordu. Donmuş gölde yürümek biraz ürkütücüydü. Göl balığı yedik nefisti.
Kar yağışı altında hava kararmak üzereyken Ardahan’a vardık. Cadde boyunca çok güzel oteller vardı. Bir otel seçip yerleştik. Sonra şehri gezmeye çıktık. İnsanlar saygılı ve yardımseverdi. Yolda gelirken Ardahan Üniversitesinin kampüsünü gördük. Görkemli bir giriş kapısı vardı. Ülkenin en uç noktasında büyük dev bir üniversite… Gurur vericiydi. Ardahan’da çok sayıda bal, peynir birçok yöresel ürünler satan dükkânlar vardı. Erzincan tulumu burada daha ucuzdu. Esnaf kalenderdi. Dolaplarında birçok donmuş kazlar satılmaya hazırdı. Kars’ta kaz neden yemedin derseniz benim bahçemde adeta bir kaz ordusu var ve hep yediğim bir yemek olduğu için kaz yemeye teşebbüs etmedim.
Sabah erkenden kalktık. Yollar karlı arazilerin ve dağların arasında uzanıyordu. Rakım 2000 civarındaydı. Şavşat ile Ardahan arasındaki çam geçidi (2470 rakımı vardı) kar buz içerisindeydi tipi vardı, ancak karayollarının kar temizleyen birçok aracı bu bölgede mevcuttu yolu açık tutuyorlardı. Tam bu noktada yol kenarındaki boz bir tilki bizden hiç kaçmıyordu. Muhteşem bir hayvandı. Gri tüyleri rüzgârda uçuşurken karların içinden öylece bize bakıyordu.
Şavşat’a doğru yollarda keskin dönemeçler vardı ve sürekli yol aşağıya doğru iniyordu. Aşağıya indikçe çiçeklenmiş ağaçlar dokunduğu yeri sıcacık ısıtan güneş tarlalarında bahar çalışmaları yapan insanlar baharın müjdecisi gibiydi. Aşağıdan indiğimiz yerden yukarı doğru bakınca dik yamaçlar insanın içini ürpertiyordu. Her taraf güneşli adeta yaz gelmişti. Artvin Deriner barajında fotoğraf çektik. Ve hiç durmadan Karadeniz’in bütün şehirlerinden geçtik. Gün boyu yol aldık. Gece saat 10’da Bolu Kartal kayadaydık. Otelde gece çorbası içtik. Çok yorgunduk. Kartal kayada kar yağıyordu. Yeni başlamıştı. 1 saat geç kalsaydık yukarı çıkamazdık.
Yorgunluktan bayılırcasına deliksiz bir uykudan sonra gün Kartalkaya’da başladı. Güneş karlarda parıldıyordu. Güzel bir kahvaltı sonrasında tepeye çıkıp indikten sonra ayaklarımı hissetmiyordum. Kayakları çıkardım, kafede oturup etrafı ve insanları seyrettim. Kar artık ruhuma daral getirdi. Gece kayak hocalarının yaptığı meşaleli ve ışıklı gösteri harikaydı. Pazar sabahı kalktık. Kartalkaya’da 30 cm kar vardı. Buradan inerken, burasının çok dik bir yer olduğunu gördüm. Gece yarısı nasıl çıktık anlamamışız. Çıkanların kar lastiği olmasına rağmen, zincir taktıklarını gördüm. Aşağı doğru indikçe tekrar güneş açtı. Karlı ağaçlar güneşle çok muhteşem görünüyordu. Tam bir hafta sonra akşam Bursa’ya döndük.
Çılgınca karar verip 2800 km yol yapmıştık. 4 kayak merkezine gitmiş, yolumuzun üzerindeki şehirlerin en güzel yerlerini görmüş, en iyi restoranlarında yemek yemiştik. Bunu yapmak için bence biraz geç kalmış olduğumu düşündüm. Çok önce ülkemizi dolaşmalıydık. Kendimi daha iyi hissettim. Çıkın plan yapmadan özgürce sürün arabanızı yollar uzun ve düzgün, her yerde konaklayacağınız birçok otel…
Anadolu’yu hissedin. Oralara ayak basınca daha bir sahipleniyorsun bu toprakları. Ulus olmanın bilincine varıyor, daha bir anlıyorsun her şeyi. Uzaktan ahkâm kesmiyorsun. Orda uzaktaki insanlar ile birlikte kalbinin çarptığını hissediyorsun.
Dr. Tevfik Güngör