“Yaşama karşı söylemek istediklerimi fotograflarımla anlatmaya çalışıyorum”
Bu sayıdan başlayarak sizlere içimizdeki fotoğrafçıları tanıtmaya çalışacağız. Kuşkusuz ki bu çalışmada fotoğrafçı kimlikleri ön planda olacak. Fotoğrafa nasıl başladılar, neler yaptılar, vb, vb.
İlk konuğumuz, Dr. Sezgin Güvel.1963 yılında Adana’da doğan Dr. Güvel, 20 yıl önce mecburi hizmet için bulunduğu Trabzon’da fotoğraf derneği (FOTO FORUM ) kurslarına giderek fotoğrafa başlamış. O günden bu yana çok sayıda ulusal ve uluslararası yarışmalarda fotoğraşarı ödüle değer görülmüş. 2007 yılında FIAP (Uluslararası Fotoğraf Federasyonu) tarafından AFIAP (Artist de la Federation International de la Photographie) unvanı verilmiş. Halen AFAD’da fotoğraf çalışmalarına devam eden Dr. Sezgin Güvel Başkent Üniversitesi Adana Hastanesi’nde de üroloji doçenti olarak mesleğini sürdürmektedir.
Neden fotoğraf çekiyorsunuz, neleri çekiyorsunuz, biraz anlatırmısınız? Herşeyden önce fotoğraf makinası kişilerle iletişime çok daha kolay geçmek için bir araç. Elinizde fotoğraf makinasını görenlerin “gazeteci misiniz“ ile başlayan “o halde ne yapacaksınız bu fotoğraşarı” ile devam eden soruları ile karşılaşıyorsunuz. Kendinizi anlatıyorsunuz, fotoğrafı anlatıyorsunuz. Siz kendinizi ne kadar açarsanız, onlarda size o kadar açıyor kapılarını ve işte fotoğraf aslında bu sohbetlerle başlıyor. Hatta bence en önemli aşaması fotoğrafın. Böylece fotoğrafını çektiğiniz kişilerin yaşamlarının bir parçası olabiliyorsunuz. Bir yandan fotoğraf çekerken bir yandan yaşayarak, hissederek öğreniyorsunuz yaşamları, olayları. Sonuçta; ben fotoğraf çekmeyi, birincisi kendi gelişimim için önemli bir araç olarak görüyorum, ikinci olarak ise fotoğraf çeken biri olarak yaşama karşı kendimi sorumlu görüyorum.
Olayları, insanları, duyguları yaşama karşı söylemek istediklerimi fotoğraşarımla anlatmaya çalışıyorum. Dolaysıyla neden fotoğraf çekiyorsunun anlamı sürekli değişmiştir bende.
Başlangıçta sadece gezdiğim gördüğüm yerleri, güzel bir çiçeği, tanıştığım bir insanı fotoğraşamak yani anıları kaydetmekti amacım. Bir süre sonra neden bu gördüklerimi çevremdekiler de görmesin diye düşünmeye ve gezerken daha sistematik fotoğraf çekmeye başladım. Uzun süre gezi fotoğraşarı çektim. Bunlarla ilgili gösteriler hazırladım ve bunları çeşitli dergilerde değerlendirme yoluna gittim. Son yıllarda ise değişik projeler üzerinde çalışıyorum. Belirlediğim projeler hakkında okumaya, öğrenmeye sonrasında bu konu ile ilgili fotoğraşar çekmeğe çalışıyorum. Ortaya çıkan ürünleri de bir gösteri, bir sergi yapabilirsem bir kitap şeklinde paylaşmak istiyorum. Örneğin, Ahmet Yakar arkadaşımla birlikte 8 ay boyunca Adana’daki yaklaşık 10 dökümhaneyi fotoğraşayarak “DÖKÜMHANEDE” isimli bir sergi ve albüm çalışması yaptık. Sergi Mayıs ayında Adana’da açıldı.
Çok uzun süredir değişik dinler ve mezheplerdeki ritüeller üzerine bir proje çalışıyorum. Bunların dışında bireysel olarak ve gruplarla yürüttüğüm birkaç proje daha var.
Kısa bir süre önce fotoğraf dalında “2010 Yunus Nadi Ödülü”nü aldınız. Öncelikle sizi kutluyorum. Daha önce de pek çok ödül almış bir sanatçı olarak yarışmalar hakkında ne düşünüyorsunuz?
Doğrusunu söylemek gerekirse özgeçmişimden bahsederken eskilerde gururla bahsettiğim bu ödülleri biraz çekinerek söylüyorum. Çünkü, son dönemlerde büyük bir yarışma enşasyonu var ve fotoğraf kursunu bitiren kişi hemen yarışma peşinde koşmağa başlıyor. Bu belki dernekler tarafından farkında olmadan biraz yönlendirme belki de biraz kendini ispat etme çabası. Ne olursa olsun çok yanlış bir başlangıç noktası bence. Çünkü, yarışmada alınan sonuçlar bazı kişilere hak etmediği payeler verebildiği gibi tam tersine bazı kişilerin de (gereksiz) yaşanan hayal kırıklıkları sonucu başarısızlık duygusu ile fotoğraftan soğumasına neden olabiliyor. Fotoğraf çekmeye başlayan kişi bence sık sık “ben neden fotoğraf çekmek istiyorum” sorusunu kendine sormalı ve kendine verdiği yanıta göre hareket etmeli.
Yunus Nadi Ödülü diğerlerinden farklı olsa gerek..
Benim işyerimdeki odamın duvarında 1994 yılında bu ödülü alan Adana’dan Vahap Akşen’in fotoğrafı asılıdır.
Yıllardır her gün bu fotoğrafa bakarım ve herkese gururla gösteririm. Hem Vahap Ağabey’in fotoğrafı olduğu için hem de Yunus Nadi Ödüllü bir fotoğraf olduğu için. Bu ödüle sahip olmayı kısa bir süre öncesine kadar hayal etmemiştim. Sonuç da şimdiye kadar aldığım ödüllerden ayrı bir yere koyduğum bir ödül bu. Yunus Nadi yaptığı gazetecilikle önce Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın sözcülüğünü üstlenmiş, Cumhuriyetin ilanından sonrada hem milletvekili hem de gazeteci olarak Cumhuriyetin korunması yolunda mücadele vermiş bir insan. O’nun adını taşıyan bu ödüller 1946 yılından beri değişik dallarda veriliyor. 2002 yılından bu yana fotoğraf dalında ödül verilmemişti. Fotoğraf dalında uzun bir aradan sonra verilen bu ödüle sahip olmaktan gurur duyduğumu söyleyebilirim. Bu ünvana Yunus Nadi Ödüllü fotoğrafçı ünvanına sahip olmanın insana bir sorumluluk, bir görev yüklediğini düşünüyorum. O da daha iyisini üretme gerekliliği.
Fazlaca klişe olacak ama son olarak hekimlik ve fotoğrafçılık bir yerlerde buluşuyor mu?
Hekimlik ve fotoğrafçılık ikisinin de içinde sevgiyi, insan sevgisini barındırması ortak yanları diye düşünüyorum. Bunun yanında fotoğraf, yoğun çalışma temposu içerisinde bir nefes alma aracı, bir kabuk değiştirme benim için. Bu sayede zaman zaman fabrika ayarlarıma geri dönüp mesleğimde daha verimli olabiliyorum diye düşünüyorum.
Çok teşekkürler, ışığınız bol olsun
Dr. Rahmiye Tanrısever