Nükleer Kaderimiz Olmayacak
Biz hekimler, çalıştığımız yerlerde bölgesel olarak görülen hastalıkları sağaltmak ya da görülme sıklıklarını azaltmak için büyük çaba gösteririz. Çoğu zaman yaptığımız koruyucu çalışmaların hastalıkların önlenmedeki etkisini mesleki pratiğimiz içinde deneyimleriz. Bundan yirmialtı yıl önce mesleğe ilk adım attığımda çalıştığım köyde birçok kızamık vakası görmüştüm ancak yaptığımız etkili aşı programları sayesinde bir daha hiç kızamık vakasına rast gelmedim. Şimdilerde Suriye’deki savaşın etkisi ile kızamık yeniden görülse de normal şartlarda yapılan koruyucu çalışmaların etkisini gözlemlemiş olmak mutluluk verici bir durum. Yeniden görülmeye başlayan polio ve kızamık vakaları yapılan siyasi tercihlerin sağlık üzerine etkisini kanıtlaması açısından ayrıca anlamlı.
Mersin Tabip Odası
Nükleer Karşıtı Aktivist
Bölgemize yapılacak nükleer santrale karşı duruşumuz da tam bu nedenledir. Biz hekimler nükleer santralden kaynaklanan sağlık sorunları ile uğraşmak istemiyoruz. Biliyoruz ki Dünyanın başka yerlerindeki nükleer santrallerin yakın çevrelerinde yaşayan insanlarda özellikle çocuk çağlarındaki kanserlerin, lösemilerin artışı rapor edilmekte. Bebeklerin dökülen dişlerinde stronsyum miktarlarındaki artışlar tespit edilmekte. Bu da bize sadece kazalar sırasında değil normal çalışma sırasında da radyoaktif maddelerin salındığını kanıtlamakta. Bölgedeki hava ve deniz suyu sıcaklığının yüksek olması nedeniyle de suyun buharlaşmasından doğacak ağır metallerin havaya, suya, bitkilere ve insanlara geçişi ek sorunlara yol açacağı öngörülmekte. Bölgenin deniz suyunun içindeki canlılığın yoğunluğu nedeniyle, kullanılmak zorunda kalınacak klorun buharlaşması sonucu yine ekosistem üzerinde büyük tahribatlar yapacağından sonuçta yeni sağlık sorunlarının oluşabileceğinden endişe edilmektedir.
Akkuyu’ya nükleer santralin yapılması için ilk olarak 1976 da yer lisansı verilmiş.
Yer seçiminde kriter olarak aktif fay hattının olmaması ve nüfus yoğunluğunun az olması alınmış. O zaman yer lisansı için onay veren bazı bilim insanları daha sonra hata yaptıklarını fark edip görüşlerini değiştirmişler ama ne fayda. Kader bir kere yazılmış! Yaklaşık kırk yıldır bölge insanın istemediği bu santral ısrarla yapılmaya çalışılıyor. İşin trajikomik yanı 26 Nisan 1986’daki Çernobil Felaketi ve elde biriken nükleer atıkların bertaraf sorunu dünyayı nükleerden vazgeçirmeye başlamış. Dünya 1950’li yıllarda nükleer enerjiyi ilk olarak üretmeye başladığında 2000 yılında dünyada dört bin nükleer reaktör olacağını varsayarken bugün bu sayı dört yüzlerde. Bugün gelişmiş ülkelerde bütün yatırımlar yenilenebilir enerji kaynaklarına yapılmakta. Ellerindeki eskimiş nükleer teknolojiyi de ne yazık ki bizim gibi yeni santral yapma sevdasına kapılanlara yollamaktalar. Bir de Rusya hükümeti ile yapılan anlaşma felaketi var ki o da işin cabası. Antlaşmaya göre Türkiye toprağını verecek, Ruslar 20-25 milyar dolar harcayarak santralı yapacak, iş bitince yüzde 51 hisse onların, yüzde 49 bizim olacak ve Türkiye birim enerjiye şimdilerde yaklaşık 5.6 sent öderken onlardan nükleer enerjiyi yaklaşık 12.5 sente almak zorunda kalacak. O zamana kadar alternatif enerjinin fiyatındaki düşüşleri hesaplarsak uğranılacak zarar açıkça ortada. Enerjiyi Rusya’da üretseler ve biz oradan satın alsak çok daha akılcı. Hiç olmazsa toprağımız, havamız, suyumuz kirlenmeyecek, sağlığımız bozulmayacak. Aslında bu hesaplar yapmaya gerek bile yok. Enerjimizi verimli kullansak, vahşi tüketim alışkanlıklarımızı düzeltsek, sadece halka yetecek kadar enerjiyi üretme çabasında olsak zaten kendi kaynaklarımız bize yetiyor.
İşte bu kabul edilemez durum için öncelikle bir yurttaş sonra da sağlık hakkını savunan hekimler olarak üzerimize düşen görevi yapmak için çabalıyoruz. Mersin Tabip Odası olarak yıllardır mücadele ediyoruz. 2008 yılında yapılan 1. Mersin Sempozyumu’ unda “Akkuyu Nükleer Santrali’nin Olası Sağlık Etkileri “ başlıklı bilimsel makalemizi sunduk. Tıp Kongreleri’nde bilimsel oturumlarda tartıştık, çok sayıda eğitim çalışması yaptık, konferans, panellere katıldık. Şu an 3. kez Bakanlığa sunulacak ÇED (Çevre Etki Değerlendirme) Raporu’na sağlık konusundaki görüşlerimizi bildirerek itiraz ettik.
En son olarak da 21-23 Şubat 2014 tarihinde Mersin’den Akkuyu’ya yürüdük. Keşke dememek için yürüdük. Çocuklarımızın karşısında boynumuzu bükmemek için, hastalıkları önlemenin tedavi etmekten daha akılcı olduğunu vurgulamak için, yaşadığımız coğrafyada toprağın, havanın, suyun temiz kalmasını sağlayarak, bugün
ve gelecekte, sağlıklı yaşam sürdürebilmenin savunuculuğunu yapmak için, Prof. Dr. Leziz ONARAN Hoca’mızın
açtığı bayrağı ileri götürmek için, halk bunu biz hekimlerden istediği için, en nihayetinde NÜKLEERSİZ BİR DÜNYADA YAŞAMAK istediğimiz için yürüdük.
Mersin Akkuyu arası 137 km dir. Biz bunun 65 km sini nöbetleşe yürüdük. Ne de olsa hekim olarak nöbetleşe çalışmaya yatkın bir meslek gurubuyuz. Profesöründen, tıp öğrencisine elliye yakın hekim ekip çalışmasının en güzel örneğini sergileyerek yürüyüşe katıldı. Yüzlerce yurttaş bizi destekledi. Hekimlerin bu işe öncülük etmesinden çok memnun oldular, defalarca bizlere teşekkür ettiler.
Yürüyüş, ilk gün geniş katılımlı bir basın açıklamasıyla, nükleerci şirketin gösterişli bilgilendirme merkezinin önünden başladı. Geçmiş dört dönem oda başkanlarımızın, genel sekreterlerimizin, yönetim kurulu üyelerimizin, yerel yönetimlere aday meslektaşlarımızın katılımı odamızın kurumsallığının ve bu işe ne kadar önem verdiğinin bir kanıtı idi. O gün akşama kadar 20 km yol yürüdük. Yol boyunca molaları hekim arkadaşlarımızın iş yerlerinde verdik. Onların desteği bize güç verdi. Ertesi gün Erdemli’den TTB Merkez Konsey üyesi bir meslektaşımızın katılımı ile basın açıklamasının ardından yürüyüşe başladık. Yolda ayrılanların yerine, yeni meslektaşlarımız eklendi. Molalarımızı köy kahvelerinde verdik. Köylülere neden yürüdüğümüzü anlattık. Gün sonunda Mersin’in simgesi Kızkalesi’ne vardığımızda 24 km yol yürümüş ama hiç yorulmamış olduğumuzu fark ettik. Biz yürürken yurttaşlar alkışlar ve kornalarla bize destek oldular. Son günümüz Silifke’den muhteşem bir katılımla başladı. Silifke’den Taşucu’na içlerinde 7-8 aylık hamile kadınların, çocukların, yaşlıların olduğu bir grupla yürüdük. Taşucu’nda nükleer karşıtı mücadeleyi ilk başlatan Aslan Eyice’ yi ziyaret edip araçlarla Akkuyu’ya geçtik. Nükleer karşıtlarının köyde kiraladıkları kahvede mola verdikten sonra tekrar yürüyüş başladı.
Akkuyu Nükleer Santrali levhasından, kapıya kadar yürünecek 2 km lik dik yokuş herkesin gözünü korkutsa da hedefe varacak olmanın heyecanıyla yürüyüş birden büyük bir hızla başladı. Öndekiler o kadar hızla ilerliyordu ki sanki filmlerde izlediğimiz kaleyi fethetmeye giden askerler gibiydiler. Gazeteciler fotoğraf çekmek için grubun önüne geçmek için koşturuyor ama bir türlü başaramıyorlardı. Üç günün yorgunluğuna rağmen bu gücü nasıl bulduğumuzu anlamak mümkün değildi. Yol kenarında kestikleri ağaçların parçaları dizilmişti. Öfkem onları görünce iyice doruğa çıktı. Bir süre sonra kapı gözüktü. Doktor arkadaşın yabancı bir ülkenin sınır kapısına benzettiği kapının ardında, ismi şaibelerle anılan Rus Rosatom şirketini yetkilileri, pek çok açıya yerleştirdikleri kamerayla görüntümüzü aldılar. İki yıl önce var olan küçük kapıyı yurttaşlar hep birlikte omuzlayarak kırdıkları için şimdi korkularından dev bir kapı yapmışlardı. Yine tepkilerden korktukları için iki ay önce geldiğimizde gördüğümüz Rus Bayrağını direkten indirmişlerdi. Biz de onları kameraya aldık, fotoğraflarını çektik. Kapının önünde basın açıklaması yapıldıktan sonra bizi bekleyen aracımıza binerek kahveye geldik.
Ben karşıda görünen evin bahçesindeki dev dikenli incirin fotoğrafını çekmek için evin sahibinden izin istedim. Selamlaştıktan hemen sonra genç kadın, üzerinde sadece tek bir meyvesi bulunan bodur ağaçtan, minicik bir kumkuatı kopararak bana uzattı. “AL BUNU SEN YE, HİÇ İLAÇ ATMADAN YETİŞTİRDİM” dedi. Evi santralin kapısına sadece 2 km uzaklıkta bu kadın şimdi ilaçsız yetiştirdiği meyveyi uzatırken, yaşadığı toprakları radyasyonla, ağır metallerle kirletmeye yeltenenlere adeta kafa tutuyordu. Sarıldım ona sıkıca, öptüm. “Göreceksin yaptırmayacağız bu santrali” dedim inançla. Bizim bu konuşmamızı duyan muhtar adayı adam “sizin ne işiniz var yürümekle, siz gidin ilaç bulun” dedi dövecek gibi. Elbette cevabım hazırdı “ilaç bulmak zorunda kalmamak için şimdi yürümeyi tercih ediyoruz”.
Şu anda hukuk kurallarını çiğnenerek, ÇED Raporu olmadan kaçak olarak süren nükleer santral inşaatı eğer engel
olamazsak normal çalışması sırasında kim bilir hangi kaçak gizli işlere mekân olacak. Dünyadaki diğer santrallerde olduğu gibi oluşan irili ufaklı kazalar gizlenecek.
Nükleer karşıtı mücadelenin, toprağımıza, suyumuza, havamıza, fok balığımıza, caretta carettamıza, geleceğimize sahip çıkmak, kısaca sağlığımızı koruma hakkımızı savunmak olarak bakıyor herkesi bu mücadelenin içinde yer almaya çağırıyoruz.