Sağlığın Tekelci Endüstriye Devri: Ş(irket)ehir Hastaneleri
Dr. Candan COŞKUN
Nükleer Tıp Uzmanı / Bursa Tabip Odası Eski Başkanı
GİRİŞ
Sağlıkta eksik ve aksak da olsa Cumhuriyetin 50 yıllık kamusal kazanımlarını / birikimlerini, 40 yıldır yıkmaya çalışan Dünya Bankasının projesinin son halkası olan ve son adı ŞH olan garabetin; ticari sırlar, gizemler, büyük riskler dolu yap-bozunu anlamaya, çözmeye, anlatmaya çalışıyoruz.
Evet, sadece bugünkü iktidar değil, “karşı taraf” tam kırk yıldır bu düşü görüyor. Sağlığın özel sektöre daha doğru deyimle piyasa aygıtına devri… Başlangıç: cunta eliyle anayasadan “Sağlık Hakkının” çıkarılmasıydı. Yani bu daha 1980’de kurgulanmış bir proje. Bu noktada, bu projenin 40 yıl boyunca, yani bizim kuşağımızın meslek hayatı boyunca beklemek zorunda kalınmasından örgütümüz TTB adına haklı bir övünç payı çıkarabiliriz.
Bir de özeleştiri yapmalıyız. “Çevre Hakkı” gibi bir üçüncü kuşak insan hakkı kavramı üzerinden sağlık hakkını tanımlamakla yetinmek yerine, bunca kez değişmiş cunta anayasasında hala “Sağlık Hakkının” devletin ödevi olarak anayasada yeniden yerini almasını sağlayamamış olmak tüm toplumsal muhalefet odakları için temel bir sorumluluktur diye düşünüyorum. Mevcut anayasa metni, tam da bugünler için yazılmış ayıplı bir düzenleme ancak o bile tüm kamusal tedavi kurumlarının tekelci ulus ötesi sermayeye devrine cevaz vermiyor aslında.
Hikaye uzun, ŞH değildi o zaman adı, ilk Ata abi yazmıştı; sağlıkta endüstri devri diye. Ben şimdi ona bir kelime ekleyerek “Sağlıkta Tekelci Endüstri Devri” diyorum. ŞH hakkında en çok önemsediğim ve gizlenmeye çalışılan çarpıklık bu TEKELLEŞMEDİR. Yoksa ŞH’lerindeki sistem, aslında sağlıkta dönüşüm programının kamu hastanelerinde kurduğu çarpık düzenin biraz süslenmiş ve çeşitlenmiş hali olmakla birlikte aslında birebir aynısıdır. Şöyle ki; mevcut kamu hastanesi idareciliğinde de başta tıbbi görüntüleme ve laboratuar olmak üzere birçok tıbbi işlemler ile temizlik, veri giriş, yemek, tamir-bakım, çamaşırhane gibi tüm destek hizmetler ihale yoluyla özel sektöre gördürülür.
ŞH’de tek fark, bu yerleşik uygulamanın, yönlendirme, hasta taşıma hatta kuş kondurmamak (evet kuş kondurmakta hizmet diye kamuya satılıyor) gibi başlıklarda çeşitlendirilerek, 18 başlıkta tanımlanması ve bu hizmetlerin tümümün; bizim topraklarımıza, bizim garantörlüğümüzdeki kredi ile kondurduğu “malını” devlete kiralayan müteahhit şirketin tekeline devredilmesidir.
İdarecilerin ifade ettiğine göre, örneğin bizim hastanemizde yemek öğünü 6,00 TL’ye ihale edilmiş iken ŞH’de bu bir öğün yemek için şirkete ödenen bedel 15,00 TL’dir. Tabi ki yemeği ihale ile yaptırmakta ve 15 liraya; (5 bin çalışan varlığı düşünülürse önemli bir yekün tutacağı açık olan) bu üç katı bulan bir fahiş fiyattan doğan haksız KAR ile kamuya satmaktadır. İşte tekelleşmenin temel çelişkisi ve yıkıcı olan etkisi buradadır.
Bu hizmetlerden, tıbbi destek hizmeti başlığı altında toplanan tüm tıbbi görüntüleme ve laboratuar hizmetleriyle Radyoterapi ve Nükleer Tıp dahil bir kısım tanı tedavi uygulamasını şirket; korporotist bir şekilde yerel bir alt taşeron eliyle görür. Hatta Kemoterapi bile bu tıbbi destek içinde idi, sonra ne oldu ise idareye devredildi ve kemoterapi hizmeti idare eliyle taşerona devredildi. Tıpkı fizik tedavi hastanesinde olduğu gibi. Yani ticari sır denilerek açıklanmayan bu gizli, gizemli sözleşme istenildiği gibi değiştirilebilmekte. Bu tekelci yapı, doğması kuvvetle muhtemel krizlerin temel nedeni olacaktır.
SAĞLIKTA NEO-LİBERAL POLİTİKALARIN NİHAİ HEDEFİ: ŞH
Sağlık talebi ertelenemez. Pozitif dışsallığı, yani kişisel sağlık halinin toplumsal olumlu yansıması çok fazladır. Talebin fiyat esnekliği sıfıra yakındır. En önemlisi kimse kullanımdan / hizmetin tüketilmesinden dışlanamaz. Tüketim bedelini ödeyemeyenlerin hizmeti kullanamaması, piyasanın temel kuralıdır oysa. Bu nedenle kurucu liberal babalarından beri sağlık kamusal, en kötü haliyle yarı kamusal bir hizmettir. Piyasada sunulamaz. Piyasa başarısızlığı olan temel hizmetlerden biridir. İşte Neo-Liberal politikaların Liberal politikalardan farkı tam da buradadır. Neo-liberal politikalar insan hayatını ve sağlığını da (GSMH içinde sağlık harcaması %10’a kadar çıkabilmektedir.) alınıp satılacak metalar arasına eklemiştir. Bu tercih ülkemizde de, yaşadığımız sağlık reformlarının / dönüşümün temelini oluşturmaktadır.
Süreçte; sağlık finansmanının vergiler yerine parafiskal (sigorta primleri) ödemelerle karşılanması aslında “kullanan öder” modeline geçişin ve sağlık hizmetlerinin kamusal vasfının yok edilmesinin, özelleştirilmesinin ilk basamağıdır. Henüz yaygınlaştırılmayan, adıyla sanıyla önce kamusal “geri ödemenin” azaltılmasını gerektiren “tamamlayıcı sağlık sigortası” zorunlu hale getirildiğinde sağlık finansmanımız fiilen özelleştirilmiş ve maalesef gayri-insanileştirilmiş olacaktır.
Piyasa ekonomisi kendi kırmızı çizgisini çiğnemekte, en büyük günah olan “rekabetin önlenmesine” ve “monopolleşmeye” yönelmektedir. Kapitalizmin, o yasak elmayı yemeyi göze alarak; neo-liberalizm adıyla kurduğu yeni sömürü düzeni, sağlık dahil tüm kamusal alanları bir bir hem de devlet alım garantili olarak piyasalaştırıyor. Hem tekel, hem alım garantisi, hem borçlarına devlet garantisi üstüne üstelik bir de kullanıcı ek ödemeleriyle…
Kamusal bir hizmet tekelinin özele devrinin kamu hukukundaki adı imtiyaz sözleşmesidir. İmtiyaz devridir. Bu haliyle bu politika artık liberal falan değildir. Bu olsa olsa neo-merkantalizmdir. Tüccar sömürü düzeni yani!
Onların dili ve yöntemleriyle karşılık verme çabaları, bana delinin dipsiz kuyuya attığı taşları çıkarmaya çalışmak gibi geliyor, ayrıca diyorum; çıkarsak bile delide taş mı biter. Hemen bir yenisini atar. Öyleyse olan biteni açık net ortaya koymalıyız. Olan kamusal hizmet birimlerinin mülkiyetinin ele geçilmesi ve devralınmış tekel hakkı ile hayal bile edilemez maliyetlerin kamuya (hastaya) yüklenmesidir. İşte Şirket Hastanelerinin bu tekelleşmeci yönü ve hastalardan ek ödeme alınmaya başlanacak olması üzerinde yoğunlaşmamızı öneriyorum.
Sağlık hizmetlerinin bu kapsamda ticari hizmet olarak vatandaşa satılması ve taşra hariç tüm şehirlerde, kamu hasta yatağı stoğunun tümünün özel şirketlerin işletmesine devri, dünyada ilk ve tek örnek olarak Türkiye’de başlatılmış bir Dünya Bankası projedir.
Mevcut uygulamada, kamu hastanelerinin giderleri global bütçe uygulaması ile çalışanların ücretlerinden %12,5 oranında GSS primi adı altında alınan sağlık vergisi ile karşılanmaktadır ve aslında sağlık harcamasından çok daha fazla kesinti yapılmaktadır. 2016 yılında GSS 16,2 milyar -TL fazla vermiş ve bu çok fazla para, yasaya açıkça aykırı olarak SGK’nın diğer giderleri için kullanılmıştır. Yani sağlık hizmeti tümüyle kullananlara, halka, çalışanlara yüklenmiştir durumdadır.
Sağlık Bakanlığı aracılıyla kamu hastanelerinin harcamaları geri ödeme yöntemiyle karşılanmaktadır. Kamu hastaneleri ücretsizmiş gibi gösterilmekte, oysa bizden topladığı primlerle, özelden aldığı mal ve hizmetleri bize sunan bir halde çalışmaktadır. Hatta bu aracılık üstünden para kazanmaktadır.
Özetle sağlık ülkemizde önce piyasalaştırılmış, mal ve hizmetler piyasadan temin edilir hale getirilmiş, sonra kamu hastanelerinde taşerondan hizmet alımı yolu ve desteklen özel hastanelerle özelleştirilmiş, şimdi sıra sağlığın ticarileştirilmesine gelmiştir.
KAMU HASTANE İŞLETMECİLİĞİN TİCARİLEŞTİRMESİNİN SOSYAL VE MESLEKİ SONUÇLARI
Bir toplumsal kurum olarak kadim Tıp mesleği; özellikle ekonomi, siyaset ve hukuk gibi diğer kurumlarla yakından ilgilidir. Hatta din gibi, aile gibi diğer birçok toplumsal kurumla da sıkı sıkıya ilişkilidir. Kurumlar; insan toplumsallığının açığa çıktığı, toplumsal varoluşunun dayanağını oluşturan davranış (paternleri) örüntüleridir. Toplumun kendilik algısının temel taşlarıdır.
Tıbba, sağlığa, kamu sağlık hizmetine bu toplumsal kurum olma yönünden bakabilirsek, sağlıkta dönüşüm denen dünya bankası projesinin aslında halkın sağlık hakkı algısını değiştirmeyi hedeflediği kolayca görülebilir. Şöyle ki; biz neo-liberal politikalara karşı analizler yapıyoruz haklı olarak, fakat bunlar genel olarak “siyasi bu laflar” indirgemeciliği ile kolayca savuşturuluyor ya da “ŞH’de çalışanların soyunma dolabı yok” gibi oldukça ayrıntı sayılabilecek eleştiriler yapıyoruz. Bu da bana bile “bu mu yani sorun” dedirtiyor. Evet, bakış acısı, çözümlemeye giriştiğimiz ölçek vardığımız sonuçları belirliyor elbette.
Bursa deneyiminden gördüğüm, konunun sosyal açısından değerlendirilmesinde ve ŞH’nin bu yönden sosyolojik çözümlemesi konusunda, karşı tarafın elini kolaylaştıracak denli büyük bir eksiklikler olduğu yönünde ne yazık ki. Ağırlıklı yöneldiğimiz ŞH ile ekonomi ve siyaset ilişkisi konularında bile gerçekler bu kadar açık iken, gerekli ve yeterli toplumsal karşılığı oluşturamadığımız ortadadır.
Konuya ağırlıklı olarak ekonomiyle ilişkisi üzerinden yaklaşmamız ve pahalılık üzerine yüklenmemizin, şöyle bir çıktısı olduğundan kaygılanıyorum; erişkin nüfusu bence 20 milyona ulaştırılmış lümpen-proleter sınıf zaten kişisel olarak tüketmek, hatta pahalı tüketebilmek arzusuyla güdülenmektedir ve sonuçta pahalılık eleştirisi aslında reklam gibi bir sosyal karşılık yaratmaktadır.
Geçmişte kol işçisinin yaşadığı işine yabancılaşma sürecini, yaşama süreci hekimlere gelmiştir artık.
Performans Sistemi ile sağlık hizmet sunumu satılabilir hale getirilip, ileri derece çok parçaya ayrılmıştı zaten. Şimdi ise endüstriyel modele adapte etme devri başlamıştır. Üzücü ancak önce esnaflaştırılmaya çalışılan hekimliğe bu modelde biçilen rol ise tezgâhtarlıktır!
Bu evre için her hangi bir sosyal bilim dalında lisans eğitimine başlayan herkesin ekonomi kavramına giriş derslerinde basitçe anlatmaktadır ki; imalat ve taşımacılık ile kol gücünün yaptığı üretimlerde Marks’ın karlar’ın minimalizasyonu yasası işlemiş sömürünün (onlar verimlilik demektedir) sonuna gelinmiş ve üretilen artı değer / karlar düşmüştür.
1950’li yıllarda kol gücünü kullananlar tüm çalışanların çoğunluğunu oluştururken, 2010’lu yıllarda imalat sektöründe çalışanlar toplam çalışanların sadece %10’una düşmüştür. Şimdi, hizmet kollarının biz hekimler de dahil olmak üzere “bilgi işçileri” diye tanımlanan çalışanlarının verimliliğini (!) arttırma dönemidir. Yeni sömürü döneminde sıra bize gelmiştir artık ve bunun aracı ŞH’leri olacaktır.
ŞH’LERDE YÖNETİM MODELİ
4.Endüstri dönemi denen çağımız, çok yerinde bir kavramsallaştırma ile Hariri tarafından “dataizim” olarak adlandırılmaktadır. Gerçekten de ŞH’de tam bir data fetişizmi yaşanmaktadır. Her çalışan bir numara her yapılan bir veridir artık. “Sistem” ise her şeyini üstündeki gizli bir “ilah”.
Şehir Hastanesinde -ben ona daha çok yakıştığını düşündüğüm Şirket Hastanesi adını kullanacağım- şirket ve kamu idaresi diye ikili bir yapı var ama hani eski medeni kanunun “ailenin reisi kocadır” diyen hükmü gibi yazılmamış bir baskınlığın; devasa binanın mimarisinde, seçilen şehir dışı lokasyonunda, işletme yönteminde, kurumsal bir güç dayatması amacıyla seçilmiş noktalara yerleştirilmiş güvenlik, yönlendirme elamanlarının belletilmiş hal ve davranışlarında ÖZEL ŞİRKET baskınlığı olanca ağırlığıyla hissediliyor.
Hani o kadar ki hastane açıldıktan sonra aylarca bir kamu yöneticisi bile atanmadı. Sonra da oldukça genç ve yöneticilik tecrübesi olmayan bir yardımcı doçent eğitim ve araştırma hastanesi başhekimi olarak atandı yine çok genç yardımcılar tercih edildi. Şirket müdürleri ne kadar “dinamik ve operasyonel” ise idari yetkililer o kadar “bi bakalım bi soralım ne yapsak ki” tarzında rol dağılımı yapmış durumdalar.
Bu ikili hayat sözü de bana ait değil. Zorunlu olarak tabi tutulduğumuz, bizim hastane başhekimi tarafından verilen eğitimde sağlık başkanlığı tarafından hazırlanmış sunumun girişinde kullanılıyordu bu ifade: Şehir hastanelerinde ikili bir hayat vardır: şirket ve idare şeklinde…
Yine zorunlu olan ve bu kez bakanlıktan gelen uzman tarafından verilen eğitimde şehir hastaneleri için bu projenin bir imtiyaz devri olduğu açıkça belirtilmiş olup bu devrin yabancı sermayeye yapılıyor olmasının kapitülasyonları çağrıştırdığı açıkça söyleniyordu. Aslında öyle bir şey yok diye telaşla ekleyerek… Aslında ne olduğunu, bu ikili hayatı hep birlikte yaşayarak göreceğiz.
Koreli Han’ın psikopolitika kitabında yaptığı anomi ile söylersek modern dönem ortopedi ise post modern neo-liberal dönem estetik cerrahidir. Yeni dönemde hedef çalışanın ruhudur. Taylor’un modern bilimsel modelinde temel olan Weber’in bürokratik örgüt kuramının yerini, kendi kendini kontrol almıştır.
Sağlıkta dönüşümle geçen 40 yılda; biz hekimler için “Mülksüzleştirme”, yani üretim araçlarının ve mekanlarının mülkiyetinin nerede ise zorla hekimlerin elinden alınması ve ardından sağlığın parçalanması ve hem ticari bir şekilde “Metalaştırma” gerçekleştirilmişti, şimdi ise ŞH’lerin de hekimler için “Yeniden İşçileştirme” süreçti başlamış durumdadır. Adını da koymuşlar “bilgi işçiliği”.
Gerçekten de ŞH’lerinde Ford’ist kitlesel üretim modeli yerine Toyota fabrikalarında geliştirilen esnek ve yalın (İng; lean management) çalışma modelini uygulanmaktadır.
Bilgi işçilerinden yüksek verimlilik ve kar beklenen ŞH’lerinde; işbirliği, sürekli iyileştirme, eğitime sürekli önem verme, hızlı değişim, hızlı değişime uyum sağlayan becerilere sahip personel, yüksek bağlılığa dayalı iş uygulamaları gibi yaklaşımlar, ŞH’de şirket idarecilerinin sürekli dillendirerek uygulamaya çalıştığı ilkelerdir. İdare de bu modele uyum için eğitilmektedir. Bu modele göre, kurgulanmış ŞH’lerinde bürokrasinin, hiyerarşinin yerini piyasa almaktadır.
Artık dar bir alanda aşırı uzmanlaşmanın yerine müşteri (!) isteklerindeki değişime hızlı uyum sağlayabilecek esneklik, sürekli eğitim ve beceri talep edilmektedir. Şimdilik farkında olmasalar da, yakın zamanda hekimleri ŞH’de en çok zorlayacak durum bu esneklik ve sürekli verim artışı talebi olacaktır. Onlar, buna mobilizasyon, sürekli diyalog, bağlılık, aidiyet duygusu, bağlılık, takım çalışması gibi kulağa hoş gelen isimler vermekte ama aslında çalışanın tüm varlığını yani ruhunu teslim almayı hedeflemektedirler.
Bu yönetim ve talep değişikliği mutlaka ücretlendirme modelinde de değişikliği getirecektir, bu değişim, özetle son yirmi yılda olduğu gibi daha daha çok çalışıp daha az kazanıyor olmakla sonuçlanacaktır. Bu durum aslında Ford’ist üretim tarzından Toyota’nın geliştirdiği yalın tarza geçişle tam bir uyum gösteriyor. Bürokratik baskın denetleyici buyurgan bir idare gözükmüyor orta yerde her şey çok sıkı izlenip kaydedilse de… eğitim gönüllülük katılım söz söylersen dinlenmesi gibi kurallar çok hassas uygulanır gözüküyor. Karar süreçlerine dair derin bir gizem; neyin neden öyle olduğu sorgulanamaz iken….
Evet, ŞH de her birim koca koca özellikli müşteri yani hasta kullanım alanları, hasta odaları mesela gereksiz büyük ve pencereli hatta WC kabinleri sanırsınız bir kaç kişilik (!) Tek küçük ve kapı dışında dört duvar olan hizmet birimi ise doktor odalarıdır. ŞH’de doktor dediğin bir numaradan ibaret aslında, örneğin 100216! evet evet abartmıyorum tüm sistem bizlere verilen personel numaraları ile yürüyor. Zaten hekimin ŞH deki adı yapan personel… raportör giren personel teknisyen çeken personel. Hemşirenin adı bile yok! Kimlikler de bile Dr sıfatı yok. Sadece adı, soyadı ve numaramız! Ha tek yerde hekim adı geçiyor her işlem için önceden imzalanması zorunlu onam formunda orada kocamam SORUMLU HEKİM yazıyor. Altında adınızı yazıp imzalayınız ihtar yazıyla! Yarın tazminatı sizin ödeyeceğiniz belli olsun…
İnsan iş gücü bir numaradan ibaret, her şey için 1616 yı aranarak TALEP edilmesi gibi… Bilgi işlem hatası ya da idari hangi bir sorun olduğunda mutlaka 1616’dan talep açtırmak zorundasınız. Şimdi iç müşteri sıfatı devrede sanki onlar bizden iş istemiyor da, biz onlardan bir şeyler talep ediyor muşuz gibi kurgulanmış sistem.
ŞH’LERİN MUHTEMEL HEDEFLERİ 1: EK ÖDEME ALMAK
ŞH’ler otel gibi; sadece bedelini ödeyenin kalabildiği bir yere; hekimlik ise terzilik gibi, tümüyle bir endüstrinin ücretli çalışanı olma haline çevrilmektedir. Öyle bir oteldir ki ŞH’leri, 160 metre kareyi bulan “king suit” odaları bile vardır. Hem de, her hastanenin 6. katlarının hepsinde toplam 24 adet mevcuttur bu odalar. Nedense artık! Oysa bir kamu hastanesinde bu VIP ve SÜİT odaların hiç bir yeri yoktur. Bu odalar dahi bile tek başına sağlık hizmet sunumunun da özelleşeceğinin kanıtıdır.
Zaten mevcut hali ile ŞH’leri diğer KÖO (kamu özel ortaklığı) projeleri olan otoyol ve köprülerden farklı olarak sadece kullanmayan öder şekilde çalışmaktadır. Oysa, KÖO’nın alameti farikası geçenden de geçmeyenden de almak, yani kullanan da kullanmayan da öder tarzındadır. Bu ise ŞH’lerin hastalardan sağlık hizmeti için ek ödeme alınması demektir.
Toplumsal duyarlılık yaratılması gereken en temel unsur belki de budur: ŞH’nde sağlık hizmeti için ek ödemeler alınmasını önlemek !
Ek ödeme almak için geliştirmeleri muhtemel dört yöntem söz konusudur.
- 3A İleri düzey hastane isimlendirilmesiyle yapılan 3. basamak hastanelerin iki gruba ayıran düzenleme: Bu husus, şirket tarafından “biz 4.basamağız” şeklinde dillendirilmektedir. Bu yeni basamak, “az biraz da hasta versin’e” evrilecek gibi görünmektedir. Zaten, şimdiden hastanede, kesilemeyen faturaların, bazı hastalara 30,00 ila 50,00 lira, hatta 100,00 lira ek ödemeler çıkarılması ile sonuçlandığı konuşulmaktadır.
- TİG hazırlığı: Geri ödeme sistemi, her yapılan işlemi ödemek yerine Teşhisle İlişkili Gruplar (TIG) diye Türkçeleştirilen DRG’ye (İng; Diagnosis Related Groups) dönüştürülecektir. TIG tanı başına sabit bir miktar ödeme öngörmektedir. Kamu sigortasının ödeyeceği sınırlı miktarı aşan kısmının cepten ya da tamamlayıcı özel sigortadan karşılanmasını isteyecektir. Bu değişiklik, her yapılan girişimin geri ödenmesi yerine (İng; fee for service) yıllık her tanı için sabit bir geri ödemeye geçilmesidir. Bu miktarı aşanlar için ise ek ödeme alınacaktır.
- Nihayi hedef: ŞH’ye bakınca bu devasa binanın bir üretim yeri olmadığı bir satış mekanı olduğu kolayca görülebiliyor. Yani daha inspeksiyon ile bu tanı konulabilir. Bu, 450 bin m2 1/4’ü neredeyse boş, teknik, mekanik, çok önemli bir bölümü de ticari ve idari birimlerden oluşan mimari kendini ele vermektedir. Yani, bu lüks bina lüks bir otele benzetilebilirse, sağlık hizmet sunumu da neredeyse otelin mutfağı gibi bir şekilde.
- Ve ek olarak; sağlık turizmi diyerek (aslında ticari işletmelerde bile yasak olan farklı fiyat listesi uygulayarak) pahalı hizmet satışı.
ŞH’LERİN MUHTEMEL HEDEFLERİ 2: GSS’Yİ ÖZELLEŞTİRMEK
Muayene benzetmesini sürdürürsek, tanıya ulaşmak için Laboratuvara da başvurmamız gerekir. Neo-liberalizmin laboratuvarı neresi? Şili. Şili’de o ‘Şikago boys’ların ne yaptığına bakmamız gerekir öyleyse. Öyle ya, bu güne kadar kamunun tasfiyesi için atılan adımlar birebir Şili’den uyarlama olduğuna göre. SGK kurulması, sigortaların birleştirilmesi hatta kurulup vazgeçilen genel sekreterliklerle hastanelerin sağlık bakanlığından ayrılmasına kadar her şey.
Evet, ŞH yaygınlığı tamamlandıktan sonra, yapılacak olan yukarıda 20 milyara yakın fazla verdiğini anlatmaya çalıştığım GSS’nin özelleştirilmesidir. Yani ŞH’leri, sadece isteyenin GSS priminin yatacağı sigorta kurumunu seçebilmesi gibi bir düzenlemeyle, özel sigorta işletmelerine dönüştü-rülmesi ve özel sigortayı seçenin %25 katkı payı ödemesi Şili’de yapılmış olandır ki orada bile GSS primi %2 işveren, %7 çalışan olmak üzere. % 9’dur. Bizde ise şurasıyla yüzde 7.5 ve 5 olmak üzere toplam 12.5 dur.Sağlıkta bu ayrımcılığa izin verilmemelidir. Şili’de özel sigorta işletmesini seçen %15’lik kesim, toplam sağlık harcamasının %45’ini yapmaktadır.
SONUÇ
Yolu yok! Karar verilmiş Şehir Hastanelerinin *müşterisi* artacak…
Bakanlığa ödev verilmiş:
Kamu hastanelerinde, klinik kalite, vatandaş memnuniyeti, *operasyonel etkinlik* (artık ne demekse ve nasıl ölçülecekse) ve *verimlilik* (yani düşük maliyet daha çok kar getirene daha çok pay verilecek) alanlarında gösterilen performans sistematik biçimde takip edilecek, sağlık personeli teşvik mekanizmasının parçası haline getirilecek ve *vatandaş memnuniyeti sonuçları* kurumların ve sağlık çalışanlarının performans değerlendirmelerine dâhil edilecekmiş… Sağlık tesislerinin verimlilik düzeyi artırılacakmış…
Sağlık ortamında bu kış çetin geçecek orası kesin. Biz ne yapacağız, biz ona karar vermeliyiz.
Dr. Candan COŞKUN