Gezici yoksulluk

 

Naylon, branda ve kumaş parçalarından oluşturulmuş irili ufaklı çadırlarla kaplı alana girdiğimizde, burada yaklaşık 2000 kişinin barındığını biliyorduk.

Bilmeyen birinin; tüm derme çatma çadırların kapısının kapalı olması, az sayıda insan görülmesi dışında yaşam izi görememesi nedeniyle alanın terkedilmiş olduğunu düşünmesi doğal karşılanmalıydı. Oysa yaşamlarını burada sürdürenlerin büyük çoğunluğu verimli Yenişehir ovasında fasulye toplamak üzere çalışmaya gelmişler; çalışamayan hasta, yaşlı ve çocuklarını geride bırakmışlardı.

Çadır köy için Bursa’dan yola çıkalı bir saat olmuş; saatler 14’ü gösteriyordu. Burayı ve burada yaşayanları ziyaretimizin amacı; öğrencilerimiz ile mevsimlik işçileri buluşturmak, yaşam koşullarını yerinde gözlemek, gereksinimi olanlara poliklinik hizmeti sunmak ve bire bir halk eğitimi yapmaktı. Araçlardan indiğimizde orası için beklenmedik sesleri duyup ortaya çıkan kalabalık bir çocuk grubu çevremizi sardı. Çocukların tavırları yabancılara alışkın olduklarını sergiliyordu. Yenişehir’in Çardak köyüne yaklaşık iki kilometre uzaklıktaki çadır köy ve orada yaşayanlar hakkında Bursa Tabip Odası’nın hazırladığı Çardak Raporu’ndan okuduğumuz kadarıyla bilgimiz vardı. İlk olarak; ekibimizi oluşturan Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı öğretim üyeleri, kırsal hekimlik stajını yapan intern doktorlar, Nilüfer Halk Sağlığı Eğitim ve Araştırma bölgesinde çalışan ebe/hemşireler ve asistanlarımız ile birlikte çadırlar, su, kanalizasyon, çöp ve beslenme özellikleri hakkında bilgi edinmek için kısa bir gezi düzenledik. Bu sırada çocuklara ek olarak hepsi de kadın olan birkaç yetişkin çadırlarından çıktı. Bu kamu arazisi, kendi içinde işlevsel bir düzeni olan irili ufaklı çadırlarla kaplıydı. Zaman geçirdikleri, gece yattıkları büyük çadırlar, yemek yaparken kullandıkları mutfak çadırlar, banyo çadırlar ve genelde bunların en küçükleri olan helâ çadırları. Bu kısa keşif gezisi sırasında çocukların fotoğraf çekme konusundaki rahatsızlığımızla örtüşmeyen rahat tavırlar içinde poz vermeleri bizi fotoğraf çekme konusunda cesaretlendirdi.

Gece oturdukları ve uyudukları 15-20 metrekarelik büyük çadırların çoğu tek odadan oluşmakla birlikte bazıları bölünmüş, içinde ikinci bir oda oluşturulmuştu. Gezdiğimiz çadırlar içinde bir tanesi bizi şaşırttı. Bu çadır diğerlerine göre daha iyi görünmesinin yanı sıra içindeki televizyon ve çamaşır makinesi ile de dikkat çekiciydi. Bu çadır çavuşundu.

Derince açılmış bir çukurun üzerine ayaklarını basmak için yerleştirdikleri iki kalas ya da taştan oluşan helâların etrafını naylonla kapatarak oluşturdukları helâ çadırları; uyudukları, oturdukları ana çadırdan 3-4 metre uzağa yerleştirilmişti. Her ailenin-ki bazı aileler 15-20 kişiden oluşuyordu- kendine ait bir helâ çadırı vardı. Bu çadırların içinde, su bulunan bidonların yanı sıra kürek ve kazma bulunması sık karşılaşılan görüntüydü. Banyo çadırlar da ana çadırdan uzakta kurulmuş, üstü açık bırakılmıştı. Helâ çadırlardan farklı olarak biraz daha büyüklerdi ve içinde fazla sayıda su bidonu bulunuyordu. Fotoğraf çekme konusundaki rahatlığımız ana çadırların fotoğraflarını çekerken de devam etti. Ancak aynı durum banyo ve helâ çadırlar için geçerli değildi. Çadır köy sakinlerinin bu konudaki hassasiyetlerini Yenişehir Toplum Sağlığı Merkezi’nden gelen teknisyenin uyarısından önce hissettik. Özel alan kabul etmelerinden ya da banyo ve helâ olarak kullandıkları bu çadırlardan utandıklarından, buralarda fotoğraf çekmemizden rahatsızlıklarını belli etmişlerdi.

Yemekler üç tarafı kapalı, genelde güneye bakan bölümleri açık bırakılmış mutfak çadırlarda pişiriliyordu. Mutfak çadırlar yaklaşık banyo çadırların büyüklüğünde olup içinde ateş yakmada kullandıkları odunlar ve tencereler bulunuyordu. Birden fazla ailenin ortak kullandığı tandırlar ise ekmeklerin yapımında kullanılıyordu. Yirmiye yakın tandır ekmeği hamurunu tepsiye koymuş, çadırının yakınındaki tandıra taşımış kadının yanına, bir süredir sohbet ettiğimiz Sedat’ın annesi olması nedeniyle birlikte gittik. Bir akşam yemeğinde biteceğini söylediği ekmekleri pişirdiğinde bizim de tatmamızı istedi. Yirmili yaşlarının ikinci yarısındaki kadın kendini bildiğinden beri her yılın altı ayını burada geçirdiğini söyledi. Tandıra odaklanmış söyleşide her yıl tandırı çamur ve keçi kılı kullanarak yeniden yaptığını, bir önceki yıl yaptığı tandırı her geldiğinde yıkılmış olarak bulmaktan yakındı. Tandırların yıkılmasını bölge halkının onlardan duyduğu rahatsızlığa bağlıyordu. Buna benzer yakınmaları daha sonra farklı kişilerden de duyduk. Bölge halkının onların bu alana yerleşip kalmalarından kaygılandıklarını anlattılar. Anlaşılan bölge halkı tarladaki ürünü kaldırmak için geçici mevsimlik işçilere gereksinim duyuyor ancak onların bu alana yerleşip kalmasını da istemiyordu.

gezici-issizlikBizimle birlikte çadır köye gelen İl Sağlık Müdürlüğü yetkilileri ile Yenişehir Toplum Sağlığı Merkezi’nden meslektaşlarımıza ek olarak il sağlık müdürlüğünün bir ekibi de sıtma taraması için bizden önce gelmiş, kan örneği alıyordu. Özellikle bu yıl aldıkları hizmetten çok memnun olduğunu bildiren halkın; TSM tarafından su dezenfeksiyonu için dağıtılan klor tabletlerini kısırlığa yol açtı düşüncesi ile kullanmadıklarını öğrendik. Su, alandaki altı tulumbadan sağlanıyordu. Tulumbadan akan su bulanıktı. Alanda akar su olmadığından, tulumbanın bulanık suyunun çadırlara taşınması gerekiyor ve bu iş de kadınlar ve çocuklara kalıyordu. Gün içinde tulumbalardan çekilen suyun irili ufaklı çadırlara taşınarak depolanmasını izledik.

Çöplerini, kazdıkları büyükçe bir çukurda biriktiriyorlardı. Bu çöplük, buradan ayrılırken üstü toprakla örtülerek kapatılacaktı. Çöplükte bölgenin temel ürünü domates ve soğan dikkati çekiyordu. Ambalaj atıklarının azlığı-en fazla pet şişe vardı- ambalajlı ürünlere ulaşmada sıkıntı yaşandığını gösteriyordu. Kısa bir süre önce belediyenin koyduğu çöp konteynırları da boştu ve çadır köyü gezerken, çevreye yayılmış çöpleri görünce, kendi olanakları ile oluşturdukları çöp toplama alanını da amacına uygun kullanmadıklarını gözledik.

Terkedilmişlik düşüncesi yaratan alan, on saattir çalıştıkları tarlalardan römorklarında çoğu kadından oluşan yolcularını taşıyan traktörlerin kaldırdığı toz eşliğinde hareketlendi. On saatlik toplama işinden dönen kadınlar, römorklardan indiklerinde bu kez akşam yemeği hazırlama işine girişiyorlardı. Kadınların yemek uğraşları gündeme geldiğinde, 15-16 yaşlarında olan ve tarladaki işleri su kanalı açmak olduğundan daha kolay iş yaptıklarını söyleyen iki delikanlı, erkek olmanın daha kolay olduğunu söylüyordu. Onlardan daha küçük ve dokuz yaşındaki Sedat, annesine tandır ekmeği yaparken yardım etmemesinin gerekçesini-ben kız mıyım-erkek mi? sorusu ile yanıtlamıştı. Toplumsal roller çok netti; Sedat ekmek yaparken annesine yardım etmeyecekti.

Hava kararınca, kendi aralarında topladıkları para ile aldıkları jeneratörün çalıştırılması çadırların çoğunu tek ampul ile aydınlattı. Bulanık artezyen suyunu, sağlıksız helâları kullanan, taşıma su ile yıkanan bu topluluk için elektrik daha vazgeçilmezdi.

Daha önce kendisine, bir dönem gazetelerin kupon karşılığı dağıttığı, çocuk eğitiminde kullanılan oyuncak bilgisayar verilmiş olan Mazlum’a pil götürülmüştü. Mazlum’un pil gereksinimi bir gün önce çadır köyü ziyaret edenler tarafından bildirilmişti. Mazlum, pili olmadığı için daha önce kullanamadığı oyuncağına pilleri büyük bir hevesle taktı. Yere oturmuş, oyuncağını kucağına yerleştirmiş, çevresinde kalabalık bir çocuk grubu toplanmıştı. Hello diyerek açılan oyuncağından başını kaldırıp “merhaba” diyor dedi gülümseyerek. Gün boyu oyuncağını elinde dolaştıran 13 yaşındaki Mazlum’un kestane rengi saçlarında bit olduğunu akşamüzeri yaptığımız muayenesinde öğrenecektik. Ovada fasulye işi bitmek üzereydi ve en son biber toplayarak memleketlerine döneceklerdi. Burada kazandıklarını memleketlerinde sene sonuna kadar tüketeceklerini söylüyorlardı. İşveren on saatlik çalışma için kişi başına 25-26 lira veriyor, çalışanın eline 22-23 lira geçiyordu. Aradaki 3 liralık fark, diğerlerinden farklı görünümde çadırı da olan çavuşundu. Bu alanda yaşayan 2000 kişinin 17-20 çavuşu olduğu söyleniyordu. Kimi çavuş çalıştırdığı işçilerin her türlü sorunu ile ilgilenirken kimileri onların sorunlarından uzak duruyordu.

Tanıştığımız Ali çavuş, 130 işçisi olduğunu söyledi. Çavuşlar, ürün sahibi ile bağlantı kuruyor, bir sonraki yıl için anlaşıyor, çoğu kendi akrabası olan işçileri Yenişehir’e getiriyordu. Yılda iki kez yüzlerce kilometre yol alan bu kalabalık grubun trafikte de kötü deneyimleri olduğunu öğrendik. Çavuşların çoğunun aracı vardı ve işçileri tarlaya taşınmada bu araçları kullanıyordu. İşveren de işçi de çavuşu tanıyor, birbiri ile muhatap olmuyordu. İşçi için işveren çavuştu. Günlük kazancının yaklaşık %12’sini verdiği çavuşun aynı zamanda amcasının oğlu olduğunu söyleyen delikanlı bu durumdan hoşnuttu. “Ben çavuşu bilirim. Paramı ondan alırım. Tarla sahibini tanımam bile…” diyordu. Akşamüzeri motosikleti ile takım elbisesi içinde geldiğinde amcaoğlu çavuş ile de tanışmış olduk. Delikanlılar, kendi memleketlerinde günde 10-15 lira kazanabilseler buralara gelmeyecekleri konusunda hemfikirdi. Sosyal güvenceleri olmadan aylık en fazla 300-450 liraya razıydılar. “Bu eziyeti çekmeyiz o zaman…” diyorlardı.

Tarlada çalışmaya gitmemiş olan 25 yaşındaki kadının iki gün önce doğum yaptığını öğrendik. Temmuz ayında gebe kadın sayısı 18 ve bebek sayısı 55 idi. Burada doğum yapılması çok seyrek görülen bir durum değildi. Yeni ağladığı kırmızı gözlerinden belli olan kadın çocuğunun “küvette” olduğunu söyledi. Doğumuna az bir süre kalmışken gelmişti yüzlerce kilometre uzaktan. Doğum, Yenişehir Devlet Hastanesinde olmuş, iç organlarının yeterince gelişmediği söylenerek ambulans ile Bursa’ya gönderilmişti. Baba, boş küvez bulabildikleri özel bir hastaneye yatırılan bebekle birlikte hastanedeydi. Bu nedenle iki gündür çalışamıyordu. Kadın iki yıl önce de aynı şeyleri yaşadığını anlatıyor, umutsuz bir şekilde “bunun da durumu kötü” diyordu. Sonradan görümce olduğunu öğrendiğimiz kadın “bunun çocukları hep böyle oluyor… hiç çocuğu yok” derken bebeği hastanede olan umutsuz kadın ezildi.

Geçici süre için geldikleri Yenişehir’de sağlık hizmetine ulaşmada sıkıntı yaşadıklarından söz ediyorlardı. İşçiler tarlalardan döndükten ve alan kalabalıklaştıktan sonra, Bursa’dan getirdiğimiz jeneratör ile aydınlattığımız ve içini muayene odası haline dönüştürdüğümüz karavanda poliklinik yaptık. Muayene edilenlerin ilaçları Bursa Eczacılar Odası tarafından ücretsiz olarak verilmek üzere sağlanmıştı. Bel ve sırtta yoğunlaşan kas ağrısı yaygın şikâyetti. Hepsi de yakınmalarının çalışırkenki duruşlarından kaynaklandığını biliyordu. On saat boyunca çömelme/eğilme ağrıya neden oluyordu. Ertesi gün ve sonraki günlerde aynı şekilde çalışacaklarını bildiğimiz bu insanların tedavisinde kas gevşetici/ağrı kesici vermenin dışında bir şey yapamamanın çaresizliğini yaşadık. Muayenelerimiz sırasında toplumsal sınışarı, ayrıcalıklı olması beklenen konumları işaret eden “ o çavuşun kızı, karısı…” gibi uyarılar ile de karşılaştık.

Çocukların su ile doldurup ağzını tam kapamadan yere koydukları küçük pet şişelerin üzerine zıplayarak, bastıklarında şişeden fışkıran su ile birbirlerini ıslatmaya çalıştıkları oyun sırasında, neşesi ile Serap dikkatimizi çekti. Beşkardeşin en büyüğü olan Serap dokuz yaşındaydı ve bu alanda yaşayan okul çağındaki 247 çocuktan biriydi. Mersinden gelmişlerdi. Serap diğer çocuklara göre daha şanslıydı. Okula gidiyordu. Geldiklerinde okullar kapalıydı. Okullar açıldığında ise babası onu Koyunhisar’daki okula yazdırmıştı. Serap hava iyi olduğunda birkaç arkadaşı ile yürüyerek okula gittiğini söyledi. Serap’ın okula devamını hava koşulları belirliyordu. Tarla işi bittiğinde Mersin’e döndüklerini ve orada okuluna devam ettiğini anlattı. Bir eğitim dönemini iki farklı şehirde ve okulda tamamlıyordu.

Çadır köyde işimiz bittiğinde saatler 20’yi gösteriyordu. Bursa’ya dönerken üzerimize yaşadıklarımızın hüznü çökmüş, yorgunluğun da eklenmesi ile konuşmaz olmuştuk. Bu alanda ve burada yaşayanlar için yapılması gereken daha çok iş olduğu ortak görüştü. Bizim aklımızda orman… gücümüz yettiğince ağaç ile ilgilenmiştik. Verimli ovanın ürünü kaldırılmalı, bu işi yapanlar da insana yaraşır şekilde yaşamalıydı. Çardak köyü yakınlarındaki bu çadır köy bir örnektir. Her yıl Bursa’da olduğu gibi birçok kent kırsalında mevsimlik tarım işçileri çadır köyler oluşturmaktadır.

Çadır köylerde örneğimize benzer sorunlar yaşanmaktadır. Mevsimlik tarım işçilerinin sorunlarının aşılması ise sosyo-ekonomik boyutu ile de kapsamlı politikaların geliştirilmesi ve daha önemlisi uygulanması ile gerçekleşecektir.

 

Yazarın Diğer Yazıları
deneme bonusu veren siteler yeniokul.net casino deneme bonusu veren siteler