Şoför Abi Yavaş Bandırma’yı Dolaş
1970 Haziran…
Dün çok yağmur yağdı, yaşlılar bunu hayra yordu. Ama biz Dar Sokak Çocukları çok üzüldük, çünkü denize gidememiştik…
Gölgede kalan evlerinin kapısına çıkan soğuk taş basamaklarda oturmuş konuşuyorduk.Orhan’a, “İsmailler kaç kardeş?“diye sordum.
“Beş!” demesin mi? Çok şaşırdım.
“İnsanın beş kardeşi olur mu hiç beya!” diye söyleniyordum ki,
“O da bir şey mi oğlum, Harunlar da dokuz kardeşmiş, annem söyledi” diye ekledi.
“Ufak at da civcivler de yesin oğlum, sen beni mi kerizliyorsun yoksa!”
Varto depreminden sonra batıya göç başladı başlayalı, Bandırma sokaklarında yeni komşular ediniyorduk. Onlar Dar Sokak’a yerleşince bizim maçlar da, oyunlar da daha da neşeli, daha da coşkulu olmaya başlamıştı. İlk başlarda biraz çekingen davranıyor, kendi aralarında sohbet ediyorlardı. Fakat bir iki hafta sonra Roman mahallesinden maç alınca durum değişti. Darbukacı Tanju ve arkadaşları bizi her maçta rezil ediyordu. Maçın skoru daha ikinci yarı bile olmadan 4-0 olmuştu. Bizim Fevzi sağ olsun, her zamanki gibi geleni geçeni alıyordu içeri. Tanju’nun abisi Levent’in şirretliği sayesinde top kale taşının üzerinden geçtiği halde iki golü allem edip kulem edip saydırdılar. Zaten bunlar yemin etmeye başladı mı bilin ki yalan söylüyorlardır. Yakası açılmadık küfürleri yeminin içine yedirme hususunda altın madalyalı çocuklardır.
Böyle yemin mi olur yahu? Ananı bacını ne karıştırıyorsun bizim maça? Ama sonunda onların dediği oluyordu.
Vartolu İsmail ve saz arkadaşları (bir örnek giyinip gezerlerdi) yavaş yavaş maçlara ısınıyordu. Önceleri ayaklarına yakışmayan topla on beş gün sonra Pelevari hareketler sergilemeye başlamışlardı. İsmail’in abisi Serkan bizden iki yaş büyüktü. Kendi aramızda yaptığımız bir maçta Fevzi’nin yerine kaleye geçmişti. Aman allahım! Adam panter çıkmıştı. Hatta kara panter! Oldukça esmer olduğundan ona bu ismi Berber Fevzi takmıştı.
Berber Fevzi dükkânda müşteri yoksa sandalyesini kapının önüne çıkarır, eline eski tarihli bir gazetenin yapraklarını siper ederek, bizi izlediğini belli etmeden bizi izlerdi. Hem maç seyreder, hem de saçı uzayan çocukları tespit edip ana babalarına jurnallerdi. Akşamüzerine doğru Fevzi’nin rakı krizi tetiklenir, burnu daha çok kızarır, yoldan geçenlere sebepsiz yere küfretmeye başlardı.
Kara Panter Serkan kalecimiz olduktan sonra Roman mahallesine hiç yenilmedik. Bunda kalecimizin panterliği yanında, aynı zamanda amatör boksör oluşunun da katkısı vardı. Tanju ve çetesi Serkan ağabeyin (o zamanlar senden bir yaş büyük olana bile ağabey diye hitap etmek gerekiyordu) ağır yumruğunun tadına bir iki kere bakınca yola gelmişlerdi. Bir de Vartolu futbolcuların daha önce hiç görmediğimiz bir dayanışma yetenekleri vardı. Kavganın kokusunu alır almaz yerden taş alma, ayakkabıyı çıkarıp rakibin suratına ekleştirme kategorilerinde her hafta kendi rekorlarını egale ediyorlardı. Bunları teke tek yakaladın, yakaladın; aksi halde bir kişiyle kavgaya giriştiğini sanıp on Vartoluyla uğraşmak zorunda kalıyordun.
******
Pazar sabahı neşeyle uyanmıştım. Aslında her Pazar sabahı neşeyle uyanırdım. Hem babam evde oluyordu, hem televizyonda kovboy filmi vardı, hem de o gün okul yoktu, daha ne olsun! Fakat o sabah daha da neşeliydim. Çünkü arka sokakta oturan Necdet sünnet edilecekti. Çocuğun çükü kesilecek diye neşelenmiyordum elbette; sünnetten önce otobüs gezisi yapılacağı için içim içime sığmıyordu. Bu bir Bandırma geleneğiydi. O zamanlar Magirus marka otobüsler vardı. Motoru önde olur, şoförün yanı başında türbe gibi bir kabartı halinde duran motorun kaputunu hayretle seyrederdik. Şimdi ne zaman bir türbede padişah sandukası görsem aklıma o Magirus kamyonların motor kaputu gelir, gülümserim.
Her neyse! İşte o otobüse öğleden önce doluşurduk. Dost düşman bütün çocuklar aynı daracık mekânda, alt alta üst üste istiflenirdik. Şoförün marşa basmasıyla hantal Magirus önce bir iki öksürür, ardından tüberkülozdan muzdarip yaşlı bir amcanın gırtlağını temizleyip balgam çıkarmasına benzer bir sesle çalışmaya başlardı. Bizi bir mutluluk alır, başlardık bağırmaya:
“ Şoför abi yaaavaş Livatya’yı doooolaş!“
Aynı nakaratı ardı ardına tekrarlardık. Adamcağız ya fazla edepli, sakin, çocukları aşırı ama aşırı seven bir amcaydı ya da doğuştan sağır bir insan evladıydı. Gerçeği bir türlü öğrenemedim.
Otobüs bizim mahallenin yokuşunu ıhlaya tıslaya çıktıktan sonra Livatya bayırından aşağıya sallanmaya başlayınca hızlanırdı. Bizde yine sebepsiz çığlıklar:
“Şoför abi yavaaaaş, Bandırma’yı dooolaş!“
Şoför ağabey de babamızın uşağıydı sanki! Bu arada sünnet düğünü gezisi işinin artık bir tür erbabı, bir tür tüccarı olmuş kıdemli çocuklar iyice coşar, repertuarlarındaki türküleri sergilemeye başlardı. Bizim Vartolular o ana kadar sloganlara eşlik etmekte hiç zorlanmaz, ancak iş Bandırma türkülerine gelince susup kalırdı:
Acı biberim acı
Ocağa koydum sacı
Şimdiki kızlar kaçıyor
Bandırmalı güzelim
Nedir bunun ilacı
El edersem eve gel
Göz edersem cama gel
Hiçbir şeyler bilmezsen
Bandırmalı güzelim
Al testiyi suya gel
Penceresi tül perde
Perdenin ucu yerde
Yürek oynar can titrer
Bandırmalı güzelim
Seni gördüğüm yerde
İyi tamam, söyleyelim söylemesine de; henüz ne Bandırmalı bir güzel sahibiydik ne de ocağa koyacak sacımız vardı. Olsun, biz yine de bir yerlerimizi yırtarak söylüyorduk türküyü. O bitince, bir başkası edepsizce bağırıp gruba liderlik ediyordu:
Beş dakka kaldı (dakika diyemezdik)
Ahmet fitili aldı (Bu isim her seferinde değişirdi. Henüz pipisi kesilmeyen gafillerin adlarını sırayla söylüyorduk)
Yumurtanın sarısı
Gitti çükün yarısı
Bu sloganın bir diğer amacı da henüz pipisi kesilmeyen garibanlara gözdağı vermekti sanırım. Çocuk aklımla fazla anlamlandıramazdım olayı. Hem çükün yarısı gidiyor, hem de annenle baban bu duruma sevinip eğleniyor. Kestirmeyenlerinki nasıl oluyor acaba diye hep merak ederdim. Fazla farklı değilmiş, sonradan öğrendim.
Vartolu Serkan’ın canına tak etmiş olmalı ki bizim azgınların susmasını fırsat bilip devreye giriverdi. Van dolaylarından olduğunu sonradan öğrendiğim bir uzun hava patlattı otobüsün içinde. “Aneeeiiyy, viieyyy!” tadında bir uzun hava ki, hem nasıl uzun! Serdar bağırmaya başladığında otobüs 17 Eylül ilkokulunun önünden geçiyordu, bitirdiğinde 600 Evler Mahallesinden dönüyorduk, anlayın artık! Korkumuzdan bir şey diyemedik elbette. Varto çetesi onu alkışlarken bizim oğlanlardan biri cesaretlenip yeniden anırdı:
Yumurtanın sarısı
Gitti çükün yarısı
Kimse eşlik etmeyince yerine oturdu. Magirus’un homurtularından başka ses işitilmiyordu içerde. Uzun havalar böyledir. İnsanın içine işler, acıları, kahırları, hasretleri alır getirir uzaklardan. Kıpırdayacak haliniz kalmaz. Çocuk da olsak uzun hava dinlemiştik bir kere.
Serkan ağabey iki yıl sonra okulu bıraktı. İstanbul’a, amcasının yanına gitmiş dediler. Bandırma’yı terk ettikten beş yıl sonra Vezneciler’de bir çatışmada öldürüldüğünü öğrendik. “Dev- Sol militanıymış” dedi babam, ne anlama geldiğini bilmiyordum.