Kırmızı Şapkalı Kız Belgrad Ormanlarında – II

Ormanın içine uzanan toprak yolda ilerlemeye başladı. Yakındaki kayın ağacının alçak dallarında bir baykuş öttü. Uzun, uzun, içli, içli ötüyordu baykuş. Gece avından eli boş döndüğü belliydi. Ötüşünden anladı Fahriye, açlıktan hayvanın nefesi kokuyordu. Hemen durup bohçasındaki kapuskadan biraz çıkardı. Alçak dala yuva yapan hayvan kokuyu alır almaz havalanıp süratle uçarak kayıplara karıştı.

“Delinin zoruna bak ayol! Bu hayvan milletine de yaranılmıyor canım!” diye söylendi.
Biraz daha ilerlemişti ki, sekiz on yaşlarında iki çocukla karşılaştı. Büyük ve daha zeki görüneni erkekti. Kız hem daha şişman, hem daha ağırkanlı, hem de bön bakıyordu. Fahriye’ye kalırsa bu ikisi kardeşti. Oğlan hemen atıldı:
“Merhaba kırmızı başlıklı kız! Biz kardeşiz ve ormanda kaybolduk”

Anlaşılan oğlan da salağın tekiydi. Fahriye takıntılı bir insandı:
“Öncelikle adım Fahriye, delikanlı!”

Artık söyleye söyleye ezberlediği tiradına başladı:
“Efendiler! Başımda gördüğünüz bu serpuşa şapka denir. Bundan sonra buna başlık değil şapka diyeceksiniz, şapka!”

Çocuklar korkuyla birbirlerine yaklaştılar. Fahriye’den ürkmüşlerdi.
“Bu tekinsiz ormanda ne işiniz var sizin? Yoksa sağlıklı yaşam efsanesine kapıldınız da yürüyüşe mi çıktınız börtü böceğin arasında, doğanın koynunda? Söyleyin diyorum, söyleyin! Hem adınız ne sizin kuzum?”

Antidepresanlarını içmediğinde hep böyle sinirli oluyordu.
“Benim adım Hansel, kız kardeşiminki de Gretel, efendim”

Şaşırma sırası Fahriye’ye gelmişti.
“Hansel ve Gretel de ne be?”
“Doğrusu biz de bilmiyoruz ne anlama geldiğini. Ben ve kız kardeşim Mutki’de doğduk.”
“Nerede dedin sen?”
“Mutki’de doğduk. Babam Mutki ilçesinde tapu memuruymuş. Nüfus müdürlüğüne kaydettirmek için gittiğinde mesai bitmek üzereymiş. Kayıt yapan memurun önünde hala uzun bir kuyruk varmış. Tahmin edeceğiniz gibi Mutki ilçesindeki doğurganlık hızı ülke ortalamasının yaklaşık on katıymış. Hal böyle olunca adamcağız çok yoruluyormuş tabii. Yorulunca ne oluyor, dikkat kaybı yaşanıyor değil mi? Size de olmaz mı, her zaman başardığınız işleri yorgunken başarmakta güçlük çekersiniz. Hah işte, bizim memura da böyle olmuş Kırmızı şapkalı Fahriye Abla.”

Çocuk, lafı uzattıkça uzatıyordu. Fahriye antidepresanlarını almayı unutmuştu. Birdenbire bağırdı:
“Ohoo, sabaha kadar dinleyecek miyiz bu muhabbeti kardeşim, kısa kes kısa!” Oğlan hızlandı:
“Artık babam ne söyledi bilmiyoruz ama, memur amca, Hasan yerine Hansel yazmış cüzdana. Fakat neyi yanlış anlamış da Gretel yazmış, işte onu hala araştırıyoruz. Babam kahrından bir türlü doğrusunu söylemiyor bize. Özetle budur ablacığım.”

Fahriye gülümsemeye çalıştı:
“Peki ne işiniz var burada onu söyleyin bakalım?”

Gretel sanki ona sormuşlar gibi araya girdi:
“Şeeyy, biz yolumuzu kaybettik Kırmızılı abla…”

Şapka mı desin başlık mı, bir türlü karar veremeyince kestirmeden gitmişti. Fahriye kızmadı ama:
“Nasıl yani, geldiğiniz yolu mu bulamadınız?” Hasan, Gretel’in kulağa saçma gelen açıklamasını düzeltmeye yeltendi:
“Aslında bulurduk ama üvey annemle babam arabayla getirdi bizi buraya. O yüzden gelirken pek dikkat etmedim yollara. Asıl önemlisi, Gretel arabanın arka koltuğunda otururken yol boyunca kraker yediği için kafam allak bullak olmuştu.”

Gretel’in kraker yerken nasıl iğrençleşebileceğinden Fahriye’nin henüz haberi yoktu. Gretel mahcuplaşarak avucundaki krakerleri saklamaya çalıştı. Anlaşılan dönüş yolunu ararken de kraker yemeye devam ederek Hasan’ı delirtmişti. Kardeşini çok seven Hasan, yani Hansel, sessizce çile çekmeye alışmıştı.

Fahriye, Hasan’a, yani Hansel’e acıyarak baktı:
“Ananız babanız nerede peki? Sizi neden terk edip gittiler?”

Gretel yine umarsızca atıldı:
“Hayır Kırmızılı Abla, terk etmediler. Üvey annemin kuaför randevusu vardı öğleden sonra. Babam onu götürüp gelecekti. Kuaför Gebze’deymiş. ‘Siz beni beklemeyin yavrularım. Köprü trafiğine takılırsam akşama ancak gelirim’ dedi.”

Hansel yine araya girdi:
“ Yani işin özeti, babam kayış attı ablacığım. Biz de daha fazla beklemeyelim deyip otobana çıkmaya karar verdik. Ama gördüğün gibi kaybolduk.”

Fahriye iki çocuğun da argo tabirler kullandıklarını gözlemledi.
“Babası hurdacı falan mı acaba? Ne pis ağzı var bu çocukların? Gören de tiplerine bakıp adam sanacak”
diye düşünse de babalarının ne iş yaptığını sormaktan vazgeçti.
“Bak delikanlı, şu arkamdaki kayın ağacını soluna alıp yüz metre ilerle. Sonra köşedeki piyangocudan kraker al. Kardeşin krakerleri tıkınırken sen de sinirlerine hâkim ol. Otobanı solda göreceksin.”

Gretel kraker lafını duyunca gülümsedi. Oysa Hansel somurtuyordu. Espriyi ikisi de anlamamıştı. Fahriye iç çekti:
“ Hay Allah! Şaşkınlıktan sormayı unuttum kusura bakmayın çocuklar. Saatlerdir aç mısınız yani?”

Fahriye durduk yerde anaçlaşmıştı. Sorduğuna soracağına pişman olması an meselesiydi. Hansel atıldı:
“Hayır abla karnımız tıka basa dolu. Yaşlı teyzenin pastanesinden geliyoruz.”
“Ne dedin az önce sen? Ormanda pastane mi açmışlar? İsmi de yeşil fırın deme sakın. Karasıydı kırmızısıydı derken olur mu olur valla”

Fahriye, olmadık şeylere heyecanlanmasıyla tanınıyordu. Hansel ona tuhaf tuhaf baktı:
“Değil abla, yaşlı ve şişman teyze ‘doy-doy pastanesi’ koymuş adını.”
“Pasta çeşitleri bol mu bari? Tuzlu çubuk falan var mıydı? Allahım! Neler soruyorum parmak kadar çocuğa. Babanın verdiği bütün harçlığı bitirmeseydiniz keşke.”
“ Haa, onu söylemeyi unuttum. Yaşlı kadın hiç para almadı bizden. Biz yerken o habire’ ihihihi kikikiki’ diye sırıtıp elindeki çanı çalıyordu. Biraz delirmiş gibi bakıyordu. İkide bir ‘Mahmut hoca gelmeden iyice doyurun karnınızı kuzucuklarım’ diyordu.

Fahriye, bu sefer iyice heyecanlanmıştı:
“Yok artık, yok artık! Parmak kadar çocuk benimle eğleşiyor. Oğlum sümsük geliyor suratının ortasına. Ablalarla alay edilmez. Şimdi doğruyu söyleyeceksin! Adile miydi o teyzenin adı?”

Hansel, biraz korku, biraz da merakla sordu,
“Adile değil Fadime dedi abla. Yanlış mı anladık acaba? Gretel sen ne dersin? Adile dedi de Fadime mi anladık mal gibi?”
Gretel başka bir kafa yaşıyordu. Kardeşini hiç dinlememişti. Avucundaki tuzlu çubuk kırıntılarını ağaç dibinde bulduğu karınca yuvasının önüne yığmakla meşguldü.
“Ne? Kim? Neden? Karıncalar kaç öğün yemek yer abi?” diyerek soruya soruyla yanıt verdi. Fahriye sıkılmaya başlamıştı. İçindeki çocukla konuştu.
‘Doğurtup doğurtup salıyorlar anacığım, ne olacak bu memleketin hali!’

Buna benzer klişe yorumlar yaparak ormanın en koyu gölgeli noktasına ulaştı.

– SÜRECEK –

 

Yazarın Diğer Yazıları
deneme bonusu veren siteler yeniokul.net casino deneme bonusu veren siteler