DSÖ 6. Çevre ve Sağlık Bakanları Konferansı: Umut Tazeleyen Konferans
DSÖ 6. ÇEVRE VE SAĞLIK BAKANLARI
KONFERANSI: UMUT TAZELEYEN KONFERANS
DSÖ 6. Çevre ve Sağlık Bakanları Konferansı 13-15 Haziran 2017 günlerinde Çekya Cumhuriyetinin Ostrava kentinde toplandı. İlki 1989 yılında Avrupa Çevre ve Sağlık Süreci kapsamında başlatılan konferansların 5.’si 2010 yılında, İtalya’nın Parma kentinde gerçekleştirilmişti.
Konferans, DSÖ Avrupa Bölgesi 53 üye devletin sağlık ve çevreden sorumlu bakanları ve temsilcileri ile DSÖ ve BM Avrupa Bölge Direktörü, BM ve AB’nin uluslararası kurum temsilcileri ve sivil toplum kuruluşlarının üst düzey temsilcilerinin katılımıyla gerçekleşti.
Konferansın üç özelliği ile önemli ve dikkat çekici olması bu yazının kaleme alınma gerekçesini oluşturmaktadır. Yazı, konferans bildirgesi ve ekleri değerlendirilerek hazırlanmıştır. Konferansın önemli özelliklerinden ilki; şimdiki ve gelecek nesiller için çevresel etmenlerle oluşan yükü azaltmak ve temel ortak eylemleri şekillendirmek olarak tanımlanan amacıdır. Ne kadar uygulanır ve ne kadarı başarılır bilinmez ama; gelecek nesillerin sağlık ve refahı için ortak eylem planları hedeflenmiş olması çok değerlidir. İkinci önemli ve aynı zamanda umut verici özelliği; konferansa BM ve DSÖ üst düzey katılımının yanı sıra üye ülkelerin sağlık ve çevre bakanları/karar vericilerinin katılmış olmasıdır. Son önemli özellik de alınan kararların uygulanmasına yönelik yol haritasının belirlenmiş olmasıdır. Bu harita, gösterilen temel değerler doğrultusunda hedefe varmak amacındaki yönetimler için önemli bir kılavuz olabilecek niteliktedir.
Önlenebilir çevresel etmenler DSÖ Avrupa Bölgesinde yılda 1.4 milyon kişinin ölümüne neden olmaktadır. Önlenebilir çevresel etmenlerin ölümlere ek olarak bulaşıcı olmayan hastalıklar, engellilik, iklim değişikliği ve bioçeşitlilikte azalma, mevcut ve yeni bulaşıcı hastalıklarda değişimler ve olumsuz üreme ile ilişkisinin oluşturduğu endişe konferansta da gündeme getirilmiş, mücadelede ilave ve güçlü ortak eylemlere duyulan ihtiyaç ortaya konmuştur.
Konferans bildirgesinde; kalkınma, çevre ve insan sağlığı arasındaki önemli ve birbirinden ayrılamaz bağlantı ile ekonominin insan haklarının sağlanmasında merkezi rolü vurgulanmaktadır. Bildirgede geçen insan hakları; yaşam hakkı, ulaşılabilecek en yüksek fiziksel ve ruhsal sağlık standardına erişmek, uygun bir yaşam standardı, güvenli gıda, içme suyu ve hıfzıssıhha, güvenlik, temiz toprak, su ve hava olarak sıralanmıştır. Karar vericiler insan haklarının; bugün ve gelecekte adil, barışçıl, kapsayıcı ve refah içerisinde toplumların oluşturulmasında hayati önemde olduğunu kabul etmektedir.
Konferans katılımcısı farklı ülkelerin karar vericileri; olumsuz çevresel etmenlerin sağlığı tehdit ettiğini, tehdidin toplumun tamamı için eşit olmadığını, dezavantajlı grupları orantısız bir şekilde etkilediğini kabul etmektedir. Orantısız etki ile sağlık eşitsizliklerinin daha da arttığı ve bundan duyulan endişe kâğıda dökülmüştür. Odaklanılması gereken alan; sağlığın sosyal belirleyicileri ve dezavantajlı gruplar olarak işaret edilmektedir.
Konferans bildirgesi uyarınca; önümüzdeki yıllarda Sağlık ve Çevre Bakanlıklarının fosil yakıttan enerji üretimine izin vermeyeceği, kent toplu taşıma hizmetlerinde köklü değişimin gerçekleşeceği, hava kirliliğine neden olan araçlara yönelik sıkı önlemlerin alınacağı beklenmelidir.
Sağlık hizmet sunumunda olmazsa olmaz kabul edilen; sektörlerarası işbirliği ve halkın katılımı, çevre koruma çabası için de tanımlanmıştır. Konferansta tüm nesilleri kapsayacak ve insan sağlığını geliştirecek olan çevre korumanın hükümetlerin ve kamunun görevi olduğunun altı çizilmektedir. Böylelikle bir kez daha uluslararası bir belgede çevre ve insan sağlığında kamunun sorumluluğu vurgulanmıştır.
Sağlık ve çevre ile ilgili bakanlar; sağlığı korumaya, geliştirmeye ve çevre nedeniyle olan erken ölümleri, hastalıkları ve eşitsizlikleri engellemeye karar verdiklerini açıklamışlardır. Bakanlar, politikalarında eşitlik, sosyal kapsayıcılık ve cinsiyet eşitliği, ekosistemleri gözetmek ve doğal kaynaklara erişime saygı duymak kararlılığını açıklamıştır. Bakanlar kararlılıklarına ek olarak savunuculuk görevi de üstelenmişlerdir. Sürdürülebilirliği, fosil yakıtlardan yenilebilir enerjiye geçişi, temiz ve güvenli teknoloji kullanmayı, düşük emisyonlu ve enerji verimli ulaşımı, kentsel ve mekânsal planlamada hareketliliğin sağlık açısından faydalarının savunuculuğunu üstlenme kararı almışlardır. Bu karar uyarınca önümüzdeki yıllarda, bizim de içinde bulunduğumuz coğrafyada, fosil yakıt kullanılarak enerji üretimine izin verilmeyeceği, mevcut tesislerde yenilenebilir enerjiye dönüleceği ve bunların doğrudan bakanlıklar eli ile yürütüleceği beklenebilir. Yine bakanlıklar tarafından kent toplu taşıma hizmetlerinde köklü değişimin gerçekleşmesi, hava kirliliğine neden olan araçlara yönelik sıkı önlemlerin alınması da beklentiler arasında yer alır.
Katılımcı bakanlar mevcut ve ortaya çıkmakta olan çevre ve sağlık riskleri ile ilgili olarak açık ve şeffaf olmaya, ilgili araştırmaları desteklemeye karar vermişlerdir. Bu kararın arkasında kimi yönetimlerin bilgi paylaşmadığı ve şeffaf davranmadığı öngörüsünün bulunmuş olduğunun altını çizmekte yarar var. Gelecek yıllarda şeffaf bir ortamda çevre ve sağlık risklerinin daha iyi incelenebileceği ve konuya yönelik bilimsel çabanın desteklenmesi sonrasında çok sayıda araştırma yapılacağı beklenebilir. Katılımcı bakanlar desteği bilimsel araştırmalar ile sınırlamamış, sağlık sistemleri içinde halk sağlığı fonksiyonlarının güçlendirilmesine de karar vermişlerdir.
Konferans; eylem planlarının ülkeler özgü olması gerektiğini, ülke koşulları, ihtiyaçları, öncelik ve kapasitelerinin dikkate alınmasını önerir. Bu yaklaşım, bir ülkede başarılı olmuş modelin başka bir ülke için başarılı olmayacağının kabulüdür.
Konferansta belirlenen yol haritasına göre; 2018 yılının sonuna kadar çevre ve sağlık alanında ulusal eylem planları hazırlanması gerekmektedir. Hazırlanacak planlar için yapılan önemli değerlendirme; planların “ülkelere özgü” olmasıdır. Planların her ülke için birbirinden bağımsız politika belgesi olacağı, ülkelerin koşulları, ihtiyaçları, öncelikleri ve kapasitelerinin dikkate alınarak hazırlanması gereği bildirilmektedir. Bu yaklaşım; bir ülkede başarılı olmuş modelin başka bir ülke için başarılı olamayacağı, her ülke sisteminin farklı olmasının doğal kabul edilmesi gerektiğinin saptanmasıdır. Katılımcı bakanlar; politikacılar atarfından sıklıkla kullanılan “bu model …. de denenmiş bir modeldir. Biz de neden başarılı olmasın?” ya da “…. bile uyguluyor biz niye uygulamayalım?” gibi söylemlerin yanlışlığını göstermişlerdir. Konferans, 2018 yılı sonuna kadar tamamlanmasını önerdiği, ülkelere özgü eylem planlarında hava kirliliği, su, kimyasallar, atıklar, iklim değişikliği başlıklarının değerlendirilmesini önermektedir.
Hava kirliliği ve sağlık etkilerine yönelik bulgular, sağlık politikalarını yönlendirmiş olmasına karşın; çevre ve kapalı alan hava kirliliği, Avrupa Bölgesi için en önemli çevresel risk faktörlerinden birisi olmayı sürdürmektedir. Hava kirliliğini izleyen Avrupalı 42 ülke ve 1791 şehirde PM10 (çapı 10 mikro metre ve daha az partikül madde) seviyeleri yüksek bulunmuştur. Üstelik hava kirliliğinin olumsuz sağlık etkilerine yönelik kanıtlar hızla artmakta, bölgede her yıl hava kirliliğine bağlı 500 bin ölüm olmaktadır. Olumsuz sağlık etkileri dezavantajlı toplumlarda yoğunlaşarak zaten var olan sağlık eşitsizliklerini derinleştirmektedir. Hava kirleticilerinin sınır değerleri ülkeler arasında farklılık göstermekte, bizde de olduğu gibi kimi ülkeler AB ve DSÖ’nün kabul ettiği sınır değerlerin çok üstünde sınır değerleri kullanmaktadır. Konferans; DSÖ Hava Kalitesi değerlerine ulaşmayı hedef olarak göstermektedir. Hava kirliliğinin yıkıcı sağlık etkilerinden korunmak için uluslararası protokollere uyum ve eylemleri güçlendirme, dezavantajlı gruplara odaklanma, işbirliği, sağlıklı veri toplama, şeffaflık ve veri yönetimine vurgu yapılmıştır.
Konferans; dsö hava kalitesi değerlerine ulaşmayı hedef olarak göstermektedir.
Bölge’de suya bağlı hastalık salgınlarının görülmesi, yeterli ve güvenli bir şekilde yönetilen içme suyu ve sanitasyona evrensel ve adil erişimin, öncelik olmasını neden olmaktadır. Parma Konferansı’ndan (2010) sonra erişim büyük ölçüde artmış olsa da günümüzde 14 milyon kişi temel içme suyu kaynağına ve 62 milyondan fazla insan temel hıfzıssıhha hizmetine sahip değildir. Arıtılmadan çevreye bırakılan atık sular sağlığı tehdit etmektedir. Sağlıklı suya ulaşımın varsıl ve yoksul kesimlerdeki farklılığı, toplumsal sınıflar arasındaki sağlık eşitsizliğini artıran önemli bir etmen olmaktadır. İklim değişikliğinin neden olacağı değişimlerin de su konusunda sıkıntıları artabileceği düşünülmektedir. Konferans diğer önemli bir sorunu da irdelemekte; atık su arıtma sistemlerinin tam olarak işlevsel olmaması veya uygun teknoloji kullanmamasıyla antimikrobiyal kalıntıların ve dayanıklı bakterilerin çevreye salınarak antimikrobiyal direncin (AMR) ortaya çıkışını tartışmaktadır. Herkes için güvenli içme suyuna eşitlikçi ve sürdürülebilir erişim, tasarruf, su kaynaklarının entegre yönetimi, güvenli bir şekilde arıtılmış suyun yeniden kullanımını geliştirme çabaları suya yönelik eylem planları hazırlanırken değerlendirilmesi gereken başlıklardandır. Su başlığı altında özellikle bu açıdan en önemli dezavantajlı grubu oluşturan çocuklar üzerine odaklanılmakta, onların yaşadığı tüm alanlarda suya erişim için taahhütlerin uygulanması gereği belirtilmektedir.
Eylem planlarında gözardı edilemez başlıklardan birisi de kimyasalların insan ve çevre sağlığı üzerindeki olumsuz etkilerini en aza indirgemektir. Kimyasalların; erken yaşta etkileme gücü ile yaşam boyu sürecek etkileri, düşük dozda uzun süren maruziyetler, çoklu kimyasal maruziyetinin karmaşık etkilerine yönelik artan sayıda kanıt vardır. Kimyasallar için hedef; sağlıklı bir şekilde yönetilmesiyle insan sağlığı ve çevre üzerindeki olumsuz etkilerini asgariye indirmek ve / veya önlemektir. Hedefe ulaşmada belki de en önemli basamak; sorunun çözümüne yönelik politika oluşturmak ve kararlılıkla uygulamaktır. Oluşturulacak politikalar; tehlikeli kimyasalları kimyasal olmayan daha güvenli alternatiflerle değiştirmeyi, başta insan gelişiminin ilk aşamalarında olmak üzere hassas grupların kimyasal maruziyetini azaltmayı, riski değerlendirmeyi, uluslararası karşılaştırmaya olanak sağlayacak biyolojik izlem verisi üretme çabasını, kalıcı organik kirletici, endokrin bozucu, nanomalzeme gibi gelişmiş teknolojiye yönelik sağlık etkilerini ortaya çıkarmak üzere çalışmaların desteklenmesini kapsamalıdır.
Günümüzün en gelişmiş teknolojileri bile atığın olumsuz sağlık etkilerinden arındırılamamıştır.
Atık üretimi, yönetimi ve bertarafı doğrudan insan ve çevre sağlığını olumsuz etkileyebilmektedir. Atıkların sağlık etkilerine ek olarak büyük bir maliyeti, sosyal ve çevresel eşitsizliklere yol açan özelliği vardır. Günümüzün en gelişmiş teknolojileri bile atığın olumsuz sağlık etkilerinden arındırılamamıştır. Kapatılan atık sahaları günümüzün en iyi teknolojileri kullanılarak rehabilite edilmeli ve yönetilmelidir. Atıklara yönelik olarak, olumsuz çevre ve sağlık etkilerinin güçlü bir şekilde yönetilmesini sağlamak ve bunu eşitsizlikleri önleyecek şekilde yapmak, başarılı uygulamaları paylaşılmak ve bu yolla yaygınlaşmasını sağlamak önerilmektedir.
Belki de en önemli başlık küresel boyutta etkili olan, hastalık yükünü artıran; iklim değişikliği ile ilgili olandır. İklim değişikliği konusunda toplumdaki bilgi açığının kapatılması için eğitim programlarına eklenerek yaygın ve mesleki eğitimde değerlendirilmesi gereklidir. Bakanlar, Paris Anlaşmasına uygun sağlık faydaları elde etmek için sağlık risklerine karşı uyum kapasitesini ve dayanıklılığı artırmak ve iklim değişikliğini azaltmaya yönelik destekleyici önlemler almak gerektiğini belirtmektedir. Bunun için ulusal strateji ve eylem planlarının hazırlanması gerektiği vurgulanmıştır. Sağlık sektörü; kendi sera gazı emisyonlarının yüksekliği ve emisyonu azaltmalarındaki başarısının liderlik örneği olacağı görüşü ile konferansta yer bulmuştur.
Çevre sağlığı değerlendirmelerine sağlığın da katılarak Sağlık Etki Değerlendirmesi’nin (SED) yapılması ve bu anlayışın yaygınlaştırılması temel eylemler içinde tanımlanmaktadır.
Artan nüfusu ve bu nüfusun gittikçe yaşlanması, göçler kentleri gündeme getirmiştir. Kentler düşük karbonlu yaşama geçişte anahtar rol oynamaktadır. Uygulanacak politikaların seçimine bağlı olarak kentlerde eşitsizliklerin artacağı ya da azalacağı, sosyal politikaların riskin büyüklüğünü etkilediği, sağlık ve refahı belirlediği bildirgede yer almıştır. Kentlerin, çevresel kaynaklara adil erişime olanak tanır şekilde, sağlıklı ulaşım ve bireylerin hareketliliğini artıracak şekilde planlanması gereklidir. Çevre sağlığı değerlendirmelerine sağlığın da katılarak sağlık etki değerlendirmelerinin yapılması ve bu anlayışın yaygınlaştırılması temel eylemler içinde tanımlanmaktadır. Ulaşım ve diğer kaynaklardan oluşan gürültü; Avrupa’daki çevre sorunları içinde hava kirliliğinden sonra ikinci sırada yer almaktadır. Gürültü kaynağında müdahale ile azaltılmalı ve DSÖ sınır değerleri hedeflenmelidir. Kentsel alanda bisiklet ile ulaşımın teşvik edilmesi; hareketli yaşam hedefi ile tutarlı olmasının yanı sıra karbonsuz yaşam için önemli bir ilerleme sağlayacaktır.
Sunduğu hizmetin hem sağlık üzerindeki doğrudan etkisi ve hem de çevreye etkisi sağlık hizmetlerini ön plana çıkarmaktadır. Sürdürülebilir sağlık hizmet sunumu için ulusal planların geliştirilmesi ve uygulanması gereklidir. Bu planlarda yenilenebilir enerji kullanımı, sürdürülebilir satın alma uygulamaları, kaynakların verimli kullanımı ve diğer ilgili sektörlerle işbirliğine yönelik eylemler değerlendirilmelidir.
Sağlık ve huzurla kalın.