Ankara’nın Bağları 10
Fakir ülkesinin zengin tabakasına hizmet etmek için yola koyuldu. Londra Heathrow havaalanının pistine tekerlek koyan uçağın içinde buruk bir tebessümle oturuyordu. Annesi hep söylerdi, “aman kızım ilerde muayenehanen olur da fakir bir hasta senden yardım isterse hiç para istemeden yardım et!” Doğal doğum uzmanı olunca ilk işi bu olacaktı Handan’ın.
Bilmediği bir şey vardı. Beyaz gömlekler nedense kirlendiği fark edilene kadar hep belli belirsiz lekeleniyor, orasından burasından aldığı ufak çamur lekeleri önce fark edilmiyor, bir süre sonra kapkara olunca giyeni de şaşırtıyordu. Kursun düzenleyicisini görünce aklına türlü düşünceler gelmeye başladı. Bembeyaz saçlarını kafasının arkasında sımsıkı, ama gerçekten sımsıkı sararak kazık gibi toplamış, kaşları ve ince dudaklarıyla insanı sırf bakışlarıyla eşek sudan gelinceye kadar dövebilecek, mürebbiye tipli bir kadındı. Kadının büyük anneannesinin Yıldız sarayında Abdülmecid’in mürebbiyeliğini yapmış olabileceğini düşündü. Kadının disiplin manyaklığını daha ilk derse beş dakika geç kaldığında anlamıştı. Faşizm denince aklına hep Almanlar gelirdi. Yanıldığına artık emindi.
Bütün bu “doğal doğum” macerası ta 1920’lerde bu işin bayraktarlığını yapan bir adamın başının altından çıkmıştı. Mürebbiye kılıklı despot, elindeki tebeşirle kara tahtanın başına geçip ilk bilgiyi yazdı.
“Bu ekolün peygamberi Dr. Grandly Dick-Read’dir.”
Handan’ı bir gülme aldı. Herifin adını okudukça kıkırdıyordu. Kendisi gibi ülke dışından gelen güney Amerikalı, İspanyol, Faslı birkaç fırlama da duruma uyanıp kıkırdamaya başlamıştı. Adamın adı da harikaydı doğrusu. Bir harf değişikliği nelere kadirdi o an. İçinden, “ Kızım bu doğal doğum işini de olsa olsa böyle biri başlatabilirdi zaten. Taşlar yerine oturdu bak şimdi.” diye kendi kendini güldürmeye çalıştıkça sınıfa rezil oluyordu.
Altı ayın sonunda hypnobirthing başta olmak üzere, Bradley Metodu ya da “Birthing From Within” gibi her türlü doğal doğum atraksiyonunu sular seller gibi ezberlemişti. Suda doğum, hastanede doğum, evde doğum, doğal doğum, vaginal doğum, tıbbi destekli doğum gibi, doğum kelimesinin başına getirilebilecek her türlü isim ve sıfat tamlamalarını öğrenmişti. Gerçek Nirvana’ya son derste erişti. Son peygamber -ona bu sıfatı uygun bulmuştu- Caroll Ebe o gün coşmuş, “takside doğum” , “trende doğum” , “metroda doğum” protokollerini tek tek anlatarak fevkaladenin fevkinde bir öğretici olduğunu ispatlamıştı.
******
Yaz gelmiş, Ankara yine kurak yalnızlığına dönmüştü. Çukurcuma taraflarında klinik için buldukları binanın kirası dudak uçuklatacak, yürek hoplatacak, dana böğürtecek cinstendi. Binanın sahibi Samsun civarlarından yıllar önce göçüp gelmiş, eski bir hurda demir toplayıcısıydı. Selahattin Bey, yani eskinin hurdacısı, şimdinin inşaat şirketi sahibi Selahattin Bey onu dikkatle sorguladı. Yapacağı işin getirisini çok çabuk anlamıştı. Kendisi de işin içinde olmalıydı. Handan’ın reddedemeyeceği bir teklifle çıktı karşısına. Yarı yarıya ortaklık karşılığında kira almayacak, bütün giderlere de ortak olacaktı. Ayrıca Handan’ın, böyle bir yeri açabilmek için devlet çarkının bürokrasi koridorlarında günlerce ömür tüketerek sinir sahibi bir insan evladı olmasını da engelleyecekti. Büyükşehir Belediyesi ve ilgili bakanlıklardan alınacak bütün izinleri on beş günde halletme sözü verdi. Kliniğin tanıtım aşamasında yandaş medyayı istedikleri gibi, üç otuz paraya kullanabileceklerdi. İktidar partisi içindeki derin bağlarını kullanma konusunda çok becerikli bir adamdı doğrusu. Eh, bu kadar hizmetin bedeli de kardan yüzde elli pay almaktı sadece. Handan hiç düşünmeden kabul etti.
******
Son derece lüks döşenmiş geniş odasının en güzel manzaralı köşesinde oturmuş dalgın dalgın düşünüyordu. Cep telefonu çalınca daldığı tatlı hayalden uyandı. Arayan babasıydı. Ne zaman babası arasa tuhaf bir telaşa kapılıyor, bir şeyler yanlış gidecekmiş gibi heyecanlanıyordu. Sesindeki telaşı yenmeye çalıştığını sanarak yanıtladı,
“Ahaha, baba ne haber? Ben de çoktandır aramadılar diye düşünüyordum. Her şey yolunda mı? İyi misiniz? Annem de iyi değil mi? Bir aksilik yok değil mi? “ Babası araya girmese sorular devam edecekti.
“Dur kızım dur, sakin ol! Yahu şu telaşını çocukluğundan beri bir türlü yenemedin güzel kızım. Biz iyiyiz merak etme. Asıl sen nasılsın? Yeni işin nasıl gidiyor?”
Oh be, rahatlamıştı. Sağdan soldan, havadan sudan konuştular. Tam kapatmak üzereydi ki babası öldürücü darbeyi vurmakta gecikmedi.
“ Ya Handan be! hani şu Serap teyzenlerin küçük kızları Ebru vardı ya? ”
Handan sarsılır gibi oldu. Yoksa kızın başına kötü bir şey mi gelmişti?
“Ay yapma baba, öldü deme lütfeeenn!”
Sesi giderek çatallanıyor, yerini gelmekte olan hıçkırık dalgasına bırakmaya hazırlanıyordu. “Yok be kızım, deli misin nesin? Nereden aklına gelir böyle felaket senaryoları, Allah Allaaah!” “E babacığım ne peki o zaman, kızı dağa mı kaldırmışlar ne olmuş yani?”
Merak uyandırdığına artık emin olan İsmet Hoca,
“ Yok be yahu! Biz annenle o yavrucağı dün akşam evlerine gidince gördük de anlattıklarına çok üzüldük. Bu kızcağız Göz Hastalıkları ihtisasına başladı biliyorsun. “
Handan lafın gittiği yeri kestirememişti.
“Ee, ne olmuş başlamışsa, göze mi gelmiş ahaha“
İsmet Hoca oldum olası espriden anlamazdı, yine anlamadı.
“Ne olacak kızım, daha ne olacak. Zavallı kızın durumuna çok üzüldük annenle. Her Allah’ın günü poliklinikte tam otuz hastaya bakıyormuş yavrucak. Yetmiyormuş gibi ayda beş nöbet tutturup, bir de nöbetten çıkınca öğlene kadar çalıştırıyorlarmış zavallı sabiyi. Karalar bağlayıp duruyor evde. Çok üzüldük yavruya, çok üzüldük…”
Ensesinden başlayan ağrı ışık hızıyla beyninin bütün loblarına, oradan omuzlarına, oradan da kollarına yayılmaya başlamıştı. Dudakları öfkeden titremeye başlamış, beş yaşında kreş çocuğu gibi avazı çıktığı kadar haykırmamak için kendini zorlamaktan böbreklerini patlatacak hale gelmişti.
“Alooo kızım orada mısın, alooo…”
İsmet Hoca gamsız bir lama gibi konuşmaya devam ediyordu.
“Hadi babacığım hadi. Kapatıyorum. Anneme de selam söyle.”
Çat diye kapattı telefonu. Yıllarca onun bunun ağız kokusunu çekerken, kan, ter, gaita, idrar ve amnion sıvılarında yüzerek çalışırken, uykusuz günleri birbiri ardına ekleyip deliler gibi ders çalışırken hiç sızlanmamıştı. Bunu bir erdem kabul ederek ailesini dertlerine, sıkıntılarına hiç ortak etmemişti Handan. Nasıl ihtisas yaptığını, ayda on nöbet tuttuğu günlerde yaşadığı işkenceleri, İhsan’ı, diğer erkek müsveddelerini, bekâr evinde verdiği yaşam mücadelesini, onlarla hiç paylaşmamış, üzülmesinler istemişti. O eski halinden eser yoktu şimdi, ızdırap içinde yorgundu şimdi, tutmasalar kollarından düşecekti şimdi, yalnızdı dostları yalnızdı o şimdi. İbrahim Tatlıses’in davudi sesini işitir gibi oldu. Duyduklarına bir anlam veremeden koridora çıktı. Yan odada üç tombiş gebeye pilates eğitimi veren Fettan Hülya’ya göz kırpıp yürüdü. Temiz havaya ihtiyacı vardı.
– SÜRECEK –