Ankara’nın Bağları – 11

Kliniği açtıktan sonraki bir yıl içinde işler o kadar iyi gitmişti ki, ihtisas sırasında çektiği acıları çoktan unutmuştu. Ankara sosyetesinde ne kadar sonradan görme, cahil, taşralı genç kız varsa gebelik testleri pozitif çıkar çıkmaz soluğu Handan’ın kliniğinde alıyordu. Bekleme salonu hemen her gün podyum gibiydi. Doğum öncesi eğitime gelmiş gibi değil de basın ordusunun karşısına çıkmaya hazırlanmış ucuz dizi oyuncuları gibi süslü püslü gelen görgüsüz kızlardan illallah etse de para için hepsinin yüzüne sahte gülücükler atıyordu.

Eğitim salonunda yaptığı slayt gösterisi sırasında kursiyerlerin yüzde doksanı anlatılanları dinlemeyip ellerindeki balta boyutlu akıllı telefonlardaki akılsız uygulamalarla vakit geçiriyor, birbirlerine pasta börek tarifi vererek vakit öldürüyorlardı. Allah’tan ki doğuma hazırlık egzersizleriyle yardımcıları ilgileniyordu. Bu egzersizleri yukarıdaki odanın camından izlediği anlar, Handan için günün en eğlenceli bölümleriydi. Gebeler yakın çevrelerindeki çokbilmiş yenge, hala, teyze ve kayınvalide güruhunun dolduruşuyla önüne geleni yiyerek fıçıya dönmüş gövdeleriyle, eğiticilerin gösterdiği plates hareketlerini yapmaya çalışırlarken, Handan da kahkaha krizleri geçiriyordu. Zavallı kadınlar yere uzandıklarında kalkamıyor, ayağa kalktıklarında da öldürsen, yeniden uzanamıyorlardı. Nefes egzersizlerini yaparken gaz kaçıranlar mı ararsın, yana tam eğilme esnasında aşırı yüklü bir tır dorsesinin virajda kayarak şarampole inmesi gibi, yandaki arkadaşının üzerine devrileni mi istersin, ne ararsan vardı sakarlık ve beceriksizlik kategorisinde.

Dokuz ay boyunca dünyanın parasını vererek eğitime gelen yurdum zengini gebelerin büyük çoğunluğu ağrılar başlayınca özlerine dönüyorlardı. O zamana kadar anlatılan doğal doğum telkinleri, nefes egzersizleri, doğum kaslarını kullanma eğitimleri bir anda sonsuz boşlukta yitip gidiyordu. Sancılar iyice yerleşince hypnobirthing tekniğini keşfeden değerli bilim insanına galiz küfürler savuranlar bile çıkıyordu aralarından. Yine de son tahlilde kazanan Handan ve ekibi oluyordu.
******

Her şey güzel giderken elim bir olayla dünyaları karardı. Taner’in yaptığı bir ameliyat sonrasında hasta yoğun bakımdan çıkamayarak hayatını kaybetmişti. Savcı taksirle ölüme sebebiyetten yargılanması için dava açtı. Bu zor durumla baş etmeye çalıştıkları günlerde Handan’ın da başı belaya girdi. Gece yarısı gittiği doğumda başına gelmeyen kalmamıştı. Israrla normal doğum yapmak isteyen hastanın başında sabaha kadar beklese de ilerleme olmamış, sonunda bütün ısrarlara rağmen sezaryene almak zorunda kalmıştı. Ancak bebek çıktıktan sonra atoni gelişmiş, bütün müdahalelere rağmen uterusu almak zorunda kalmıştı. Kadının ilk doğumuydu. Üstelik aşiret reisi kayınpederi dört torun daha istiyordu. Ankara’nın en şirret avukatlarını tutmuşlardı. İstenen tazminatı ödeyecek olursa, bütün mal varlığını yitirecekti. İsimsiz telefonlarla gelen ölüm tehditleri de cabası.

Karı koca her gece suspus oturup, arpacı kumruları gibi düşünüp duruyorlardı. Her şey nasıl bu kadar kötü gidebilirdi. Oturduğu yerden televizyonun kumandasına dokundu. Ekranda bir şarkı belirdi. Mazhar Baba içli içli söylüyordu:
“ Beş dakkada değişir her şey”
Handan’ın gözleri önce nemlendi, ardından gözyaşları sel gibi boşandı. Her iki dava da çok çabuk sonlandırıldı. Taner’in avukatı aile ile ön anlaşma yaparak makul bir miktar ödemeyi kabul etmelerine ikna etti. Handan’ın davası bir türlü bitmiyordu. Şirret avukat sürüsü her duruşmada bir başka gerekçe ileri sürerek kızın yediğini içtiğini zehir ediyordu. En çok da İsmet Hoca’nın telefondaki tavırlarına illet oluyordu. Zaten canı burnuna gelmişken, onun, “Yaa kızım, keşke rahim alınmadan birini dışarıya yollayıp yakınlarından imza alsaydın!” , ya da, “ Benim anlamadığım şu, siz ameliyata başlarken bu türden kötü ihtimalleri neden teferruatlı bir biçimde anlatmıyorsunuz yakınlarına da?” gibi serzenişlerde bulunmasına deli oluyordu. Sanki Handan onun değil de, yan komşuları Hüsrev Bey’in kızıydı. Kızının desteğe en çok gereksinim duyduğu anlarda neden böyle anlayışsızdı bu adam, bir türlü anlan vberemiyordu.

Hiç beklemediği son darbeyi de ortağından yemişti. Ankara’nın dedikodu mahreçleri olayı duyar duymaz çalışmaya başlamıştı. Kayıtlı gebeler yavaş yavaş kliniği terk ediyordu. Kazancın azalmasıyla harekete geçen Hurdacı Selahattin, kendi payını alarak ayrılmak istedi. Bu kadar parayı ne Handan ne de ailesi ödeyebilirdi. Adam, Önder Somer ile Erol Taş karışımı bir surat ifadesiyle son sözünü söyledi:
“ O halde ben size bir ödeme yapayım ve bu işi bitirelim küçük hanım”
Son cümle Handan’ın kulağında ucuz bir film repliği gibi yankılanmaya başladı.
“Bitirelim… lim… lim… lim…”
Çok çaresizdi, çok üşüyordu, çok fenaydı çok. Ortaklıktan eline geçen parayı ne yapacağını düşünmesine gerek kalmamıştı. Akbaba avukat sürüsü haberi alır almaz yeni teklifle gelmişti. Davayı geri çekmek için bütün parasını istiyorlardı. Taner hiç tartışmadan ödemeyi önerdi. Ertesi gün ödemeyi yaptılar. Yıllar sonra yeniden özgürdü Handan. Avukatlık bürosundan çıkıp ellerini ceplerine sokarak Sıhhiye Meydanı’ndan Kızılay’a doğru yürümeye başladı. Yol kenarındaki kavruk suratlı simitçinin tezgâhındaki iştah açıcı ama bir o kadar hijyenden uzak, balgam partikülü ve egzost dumanı kaplı, toz toprak abidesi simitlerden birini eline aldı. İlk ısırıkla asistanlık yıllarının başına döndü yeniden. Nöbetten yeni çıkmış, üzerindeki kan, ter, idrar, irin kalıntılarıyla bekâr evine gitmek üzere yürüyordu sanki. Aklında ne kızı, ne, Taner, ne annesi ne de babası vardı şimdi. Onu bir bahar günü güneşe çıkarmışlardı yeniden. Ömründe ilk defa gökyüzünün bu kadar kendisinden uzak ve mavi olduğuna şaşarak yürüdü.

– SÜRECEK –

 

Yazarın Diğer Yazıları
deneme bonusu veren siteler yeniokul.net casino deneme bonusu veren siteler